3 Ekim 2012 Çarşamba

Sivil Toplum Örgütleri



1990’lı yılların ortalarında Sivil Toplum Örgütü tabirini duymak neredeyse mümkün değildi.
O zamanlar Demokratik Kitle Örgütlerini bilirdik...
Örgütlü oldukları alanın ekonomik-demokratik boyutlu sorunları çerçevesinde mücadele ederlerdi bu DKÖ’ler.
Bu alanlardan hala bilineni çalışma alanı hani sendikaların örgütlü olduğu alan. Eskiden de en geniş tabana sahip ve en mücadeleci DKÖ’ler çalışma alanından çıkardı...

Ancak kadın, köylü, öğrenci, ekoloji, göçmen vb. her alanda DKÖ’ler örgütlenir; hem üyelerinin haklarını hem de halkın çıkarlarını ileriye götürmek için çaba harcarlardı...
Çok özel bazı durumlar dışında bu örgütlerin muhattabı, yani karşısında mücadele ettikleri yapı “devlet” idi..
Bu devlet, ister bizdeki gibi tepeden inme ve karikatür bir “devlet” olsun; isterse de olmasın bütün DKÖ’lerin hedefi durumundaydı...
Çünkü eğitim, sağlık, ulaşım, barınma, tarım vb. halkın haklarını ilgilendiren bütün konular devlet (yani devlete egemen olan sınıf) tarafından şekillendirilmekte ve yürütülmekteydi...
Ki hala daha da böyledir bu...
İşte bu yüzden halk, solcular ve devrimciler için; hem devletin sınıf doğası hem de DKÖ’lerin bu devlet karşısındaki konumu net ve açıktı...
Ki bir çok örgüt için böyle değil artık bu...
***
Sonra ne olduysa oldu ve birden bire dilimize Sivil toplum Örgütü tabiri giriverdi..
Artık DKÖ tabirini kullanmakta ısrar etmek, arkaik, çağdışı ve köhnemiş bir yaklaşım muamelesi görüyordu..
Önce bütün DKÖ’ler STÖ diye anılmaya başladı... Ardından her yanı pıtrak gibi çoğalan yepyeni STÖ’ler kapladı...
Ancak bu süreçte isimden başka değişen şeyler de vardı...
***
DKÖ’ler toplumsal yaşam içerisinde belirli bir alanda hayatını devam ettiren en geniş halk kesimlerini örgütleyen kuruluşlardır. Hatırlayınız bir zamanlar sadece gençliği örgütleyerek gençlerin sorunlarına sahip çıkmayı hedefleyen örgütler vardı; hatırlayınız bir zamanlar sadece kadınları örgütleyerek kadınların sorunlarına sahip çıkmayı hedefleyen örgütler vardı; tıpkı şimdi sadece işçileri, öğretmenleri veya kamu emekçilerini örgütleyerek bu alanlardaki sorunlara sahip çıkmaya çalışan örgütlerin varlığı gibi...
Ama STÖ’ler toplumsal yaşam içerisindeki belli alanlardan doğmazlar. Belli bir hedefle biraraya gelmiş “bireyler”den oluşurlar...
DKÖ’ler kendilerine egemen sınıfın kontrolündeki devleti hedef alırlar; devletin sınıf doğasına karşı kendi sınıfsal mücadelelerini baskın kılmaya çalışırlarken...
STÖ’ler, böyle sınıf gibi “geçmişte kalmış” meselelerle ilgilenmezler. STÖ’ler için amaç, devletin ilgilenmediği köşelerde küçük değişimler yaratmaktır. Çünkü STÖ’ler devletin sınıf doğasına karşı değil devletin kendisine karşı “mücadele ederler”. Bu yüzden “her şeyi devletten beklemeyen” STÖ’ler, eğitimde, sağlıkta, ulaşımda, sosyal politikalarda devletin yarattığı boşluğu doldurmaktadırlar.
DKÖ’ler adları gibi kitle tabanına yaslanır ve bu kitlenin iradesini yansıtan seçimler ile kendi yönetimlerini belirleyerek politikalarını geliştirirlerken...
STÖ’ler 10-15 kişilik takımlar halinde örgütlenir, yöneticilerini en iyi ihtimalle arkadaş ortamlarında, en profesyonel durumda ise “şirket” toplantılarında belirlerler.
DKÖ’ler üyelerinin aidatlarına bağımlıdırlar. 1-2 tane çalışanları varsa o da üye aidatlarından oluşan havuzdan ödenirler, birisini istihdam edemeyecek kadar yoksul DKÖ’ler sadece eylem, ofis masraflarını ama yine üye aidatları ile karşılamaktayken...
STÖ’ler doğrudan doğruya bir istihdam alanıdır. Her STÖ’nün en az iki belki üç profesyonel çalışanı vardır ve STÖ’nün geliri de aidatlardan falan değil uluslararası fon kaynaklarından sağlanmaktadır...
Kısacası DKÖ’ler hem fiili hem de maddi gücünü kitlelerden alan sınıf örgütleriyken; STÖ’ler kitle ile bağı sadece ona “iyilik etmek” üzerine kurulu, maddi kaynaklarını da uluslararası fonlardan (UNOPS, UNDP, USAID, Soros vb.) karşılayan “birey” örgütleridirler...
DKÖ’ler sınıfsal bir söylem üzerine kuruluyken, STÖ’lerin söylemi özgürlükçülük üzerine kuruludur.
Oysa sınıflara bölünmüş bu dünyada, sınıflardan bağımsız, sınıfları hesaba katmayan, sınıf mücadelesinin dışında bir özgürlükten bahsetmek; bir gün hepimizin ulaşacağı cennetten bahsetmekten daha somut değildir...
***
Kargadan başka kuş, STÖ’lerden başka hükümet dışı örgüt tanımayan sol liberalizm; bize DKÖ yerine STÖ demeyi öğretti..
Bu halkın en değerli çocuklarını, en vicdanlı bireylerini; kitlelerle kucaklaşıp devletin sınıf doğasına karşı mücadele etmekten uzaklaştırdı. Onları emperyalist fon merkezlerinin paralı çalışanlarına çevirdi.
Bir zamanların gönüllü devrimcileri, şimdilerde yerlerini meslek olarak projecilik yapan sivil toplumcu sol liberallere bıraktı...
Üstelik egemenlerin “ihsan ettiklerini” halka dağıtmayı iş edinen bu sivil toplumcular, kendileri ile beraber halkı da dilencileştirdi...
Oysa "Bugün ihtiyacımız olan bir avuç emperyalist parasıyla günü kurtarmak değil, para sisteminin bütününü sorgulayan ve onu tümden reddeden bir devrimci hareket yaratmaktır. ‘Sömürülen ve ezilen kitlelere’ özgürlük ‘taşımak’ onları köleleştirmekten başka bir işe yaramaz. ‘Özgürleşmenin yegane sahici formülü kendini özgürleştirmedir’. Tüm bağımlılık ilişkilerini reddeden, sermaye iktidarına karşı devrimci ütopyalarını ‘kollayan’ ve emekçi halkların özgürleştirici potansiyelinden başka bir güce inanmayan, kapitalizmin ‘göreli’ özgürlüğüne değil ezilenlerin özgürlük mücadelesine sahip çıkan düzen dışı ve düzen karşıtı bir devrimci hareket, her şeyin içinin boşaltıldığı bu zaman diliminde, toplumsal devrimin önünü açacak ve içeriğini doldurabilecektir." (Duygu Hatipoğlu, Emperyalizm Projecilik ve Sol)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder