1990’lı yılların ortalarında Sivil Toplum Örgütü tabirini
duymak neredeyse mümkün değildi.
O zamanlar Demokratik Kitle Örgütlerini bilirdik...
Örgütlü oldukları alanın ekonomik-demokratik boyutlu
sorunları çerçevesinde mücadele ederlerdi bu DKÖ’ler.
Bu alanlardan hala bilineni çalışma alanı hani sendikaların
örgütlü olduğu alan. Eskiden de en geniş tabana sahip ve en mücadeleci DKÖ’ler
çalışma alanından çıkardı...
Ancak kadın, köylü, öğrenci, ekoloji, göçmen vb. her
alanda DKÖ’ler örgütlenir; hem üyelerinin haklarını hem de halkın çıkarlarını
ileriye götürmek için çaba harcarlardı...
Çok özel bazı durumlar dışında bu örgütlerin muhattabı, yani
karşısında mücadele ettikleri yapı “devlet” idi..
Bu devlet, ister bizdeki gibi tepeden inme ve karikatür
bir “devlet” olsun; isterse de olmasın bütün DKÖ’lerin hedefi durumundaydı...
Çünkü eğitim, sağlık, ulaşım, barınma, tarım vb. halkın
haklarını ilgilendiren bütün konular devlet (yani devlete egemen olan sınıf)
tarafından şekillendirilmekte ve yürütülmekteydi...
Ki hala daha da böyledir bu...
İşte bu yüzden halk, solcular ve devrimciler için; hem
devletin sınıf doğası hem de DKÖ’lerin bu devlet karşısındaki konumu net ve
açıktı...
Ki bir çok örgüt için böyle değil artık bu...
***
Sonra ne olduysa oldu ve birden bire dilimize Sivil
toplum Örgütü tabiri giriverdi..
Artık DKÖ tabirini kullanmakta ısrar etmek, arkaik,
çağdışı ve köhnemiş bir yaklaşım muamelesi görüyordu..
Önce bütün DKÖ’ler STÖ diye anılmaya başladı... Ardından her
yanı pıtrak gibi çoğalan yepyeni STÖ’ler kapladı...
Ancak bu süreçte isimden başka değişen şeyler de vardı...
***
DKÖ’ler toplumsal yaşam içerisinde belirli bir alanda
hayatını devam ettiren en geniş halk kesimlerini örgütleyen kuruluşlardır.
Hatırlayınız bir zamanlar sadece gençliği örgütleyerek gençlerin sorunlarına
sahip çıkmayı hedefleyen örgütler vardı; hatırlayınız bir zamanlar sadece
kadınları örgütleyerek kadınların sorunlarına sahip çıkmayı hedefleyen örgütler
vardı; tıpkı şimdi sadece işçileri, öğretmenleri veya kamu emekçilerini
örgütleyerek bu alanlardaki sorunlara sahip çıkmaya çalışan örgütlerin varlığı
gibi...
Ama STÖ’ler toplumsal yaşam içerisindeki belli alanlardan
doğmazlar. Belli bir hedefle biraraya gelmiş “bireyler”den oluşurlar...
DKÖ’ler kendilerine egemen sınıfın kontrolündeki devleti
hedef alırlar; devletin sınıf doğasına karşı kendi sınıfsal mücadelelerini
baskın kılmaya çalışırlarken...
STÖ’ler, böyle sınıf gibi “geçmişte kalmış” meselelerle
ilgilenmezler. STÖ’ler için amaç, devletin ilgilenmediği köşelerde küçük
değişimler yaratmaktır. Çünkü STÖ’ler devletin sınıf doğasına karşı değil
devletin kendisine karşı “mücadele ederler”. Bu yüzden “her şeyi devletten
beklemeyen” STÖ’ler, eğitimde, sağlıkta, ulaşımda, sosyal politikalarda
devletin yarattığı boşluğu doldurmaktadırlar.
DKÖ’ler adları gibi kitle tabanına yaslanır ve bu
kitlenin iradesini yansıtan seçimler ile kendi yönetimlerini belirleyerek
politikalarını geliştirirlerken...
STÖ’ler 10-15 kişilik takımlar halinde örgütlenir,
yöneticilerini en iyi ihtimalle arkadaş ortamlarında, en profesyonel durumda
ise “şirket” toplantılarında belirlerler.
DKÖ’ler üyelerinin aidatlarına bağımlıdırlar. 1-2 tane
çalışanları varsa o da üye aidatlarından oluşan havuzdan ödenirler, birisini
istihdam edemeyecek kadar yoksul DKÖ’ler sadece eylem, ofis masraflarını ama
yine üye aidatları ile karşılamaktayken...
STÖ’ler doğrudan doğruya bir istihdam alanıdır. Her STÖ’nün
en az iki belki üç profesyonel çalışanı vardır ve STÖ’nün geliri de aidatlardan
falan değil uluslararası fon kaynaklarından sağlanmaktadır...
Kısacası DKÖ’ler hem fiili hem de maddi gücünü
kitlelerden alan sınıf örgütleriyken; STÖ’ler kitle ile bağı sadece ona “iyilik
etmek” üzerine kurulu, maddi kaynaklarını da uluslararası fonlardan (UNOPS,
UNDP, USAID, Soros vb.) karşılayan “birey” örgütleridirler...
DKÖ’ler sınıfsal bir söylem üzerine kuruluyken, STÖ’lerin
söylemi özgürlükçülük üzerine kuruludur.
Oysa sınıflara bölünmüş bu dünyada, sınıflardan bağımsız,
sınıfları hesaba katmayan, sınıf mücadelesinin dışında bir özgürlükten
bahsetmek; bir gün hepimizin ulaşacağı cennetten bahsetmekten daha somut
değildir...
***
Kargadan başka kuş, STÖ’lerden başka hükümet dışı örgüt
tanımayan sol liberalizm; bize DKÖ yerine STÖ demeyi öğretti..
Bu halkın en değerli çocuklarını, en vicdanlı bireylerini;
kitlelerle kucaklaşıp devletin sınıf doğasına karşı mücadele etmekten
uzaklaştırdı. Onları emperyalist fon merkezlerinin paralı çalışanlarına
çevirdi.
Bir zamanların gönüllü devrimcileri, şimdilerde yerlerini
meslek olarak projecilik yapan sivil toplumcu sol liberallere bıraktı...
Üstelik egemenlerin “ihsan ettiklerini” halka dağıtmayı
iş edinen bu sivil toplumcular, kendileri ile beraber halkı da
dilencileştirdi...
Oysa "Bugün ihtiyacımız olan bir avuç emperyalist parasıyla günü
kurtarmak değil, para sisteminin bütününü sorgulayan ve onu tümden reddeden bir
devrimci hareket yaratmaktır. ‘Sömürülen ve ezilen kitlelere’ özgürlük
‘taşımak’ onları köleleştirmekten başka bir işe yaramaz. ‘Özgürleşmenin yegane
sahici formülü kendini özgürleştirmedir’. Tüm bağımlılık ilişkilerini reddeden,
sermaye iktidarına karşı devrimci ütopyalarını ‘kollayan’ ve emekçi halkların özgürleştirici
potansiyelinden başka bir güce inanmayan, kapitalizmin ‘göreli’ özgürlüğüne
değil ezilenlerin özgürlük mücadelesine sahip çıkan düzen dışı ve düzen karşıtı
bir devrimci hareket, her şeyin içinin boşaltıldığı bu zaman diliminde,
toplumsal devrimin önünü açacak ve içeriğini doldurabilecektir." (Duygu
Hatipoğlu, Emperyalizm Projecilik ve Sol)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder