“Başörtüsü krizi” olarak bilinen süreç tüm hızıyla devam ediyor. Ortaokul çocuklarına yetişkin muamelesi yaparak başörtüsü takma “özgürlüğü” öngören tüzük geri çekilmediği sürece de büyüyerek devam edecek.
Mücadelenin başını çeken öğretmen
sendikaları ve ilk günden itibaren onarın yanında tereddütsüz saf tutan parti,
sendika ve demokratik kitle örgütleri konunun özüne dair net bir duruş
sergiliyorlar. Bu konu en temelde “çocuk hakları” ile ilgilidir. Çocuk
haklarını savunabilmek için laiklikten, laiklik ilkesini uygulayabilmek için
toplumsal iradeden yana durmak ve bunların hepsine topyekün saldıran
siyasallaşmış İslam ile yüzleşmek gerekiyor.
Ancak ilk günden itibaren açıkça ilan edilen bu net pozisyona rağmen, bu mücadeleyi olmadığı şekilde yorumlamak için aşırı efor sarf edenler de hiç eksik olmadı.
***
Siyasal İslamcılar, işbirlikçi
hükümet ve AKP kodamanları fikirsel tartışmalar konusunda pek de yetkin
sayılmazlar. Onların uzmanlıkları takiye, rüşvet ve tehdit üzerine
yoğunlaşıyor. Ancak siyasal İslamcıların takiyelerine yaslanarak uzun yıllardan
beridir uzmanlaştıkları bir alan daha var: Sol liberal çevreleri manipüle
etmek.
Sol liberallerin manipüle
edilmesi, siyasal İslamcılar için stratejik önemi yüksek bir meziyettir. Çünkü
bu sayede kendileri adına tartışacak gönüllüler devşirebilmektedirler.
Kendilerinin birkaç cümle sonra “zındık, kafir” diye çileden çıkacağı
alanlarda, sabırla ve özgürlükler adına tartışacak bu kullanışlı aparatlar,
siyasal İslamcıların her zaman tercihi olmuşlardır.
Elbette sol liberaller de yekpare
bir bütün değildirler ve farklı çevrelerde farklı hassasiyetler söz konusudur.
Bu çevrelerin siyasal İslam adına tartışmaya dahil olabilmeleri, her çevre için
özel açılımlar geliştirmeyi gerektirmektedir. İşte tüzüğün gündeme düştüğü bu
kırk günlük zaman diliminde söz konusu açılımları hızlandırılmış kurs misali
yaşamamızın sebebi budur!
***
Her şey “özgürlükler” adına
yaratılan kafa karıştırma seanslarıyla başladı. Bu safhada her çeşitten liberal
üzerine ışık tutulmuş tavşan kıvamındaydı. On bir yaşındaki kız çocuklarının
dini sembol seçme “özgürlüğü”nü öne süren siyasal İslamcılar, liberalleri
“neden olmasın” esnekliğinde tutarak üzerimize saldı!
Buna “acaba Kıbrıs sorunu ile
ilgili henüz anlayamadığımız bir adım mı atılıyor” komplo sosu da eklendiğinde,
kolayca yenecek bir menü çıkıyordu ortaya! Böylece karşımıza “aman
kutuplaşmayalım”, “neden özgürlüklere karşı çıkıyorsunuz”, “dikkat edin bu işte
bir iş var” ve “öğretmenler haklı ama eylem biçimleri yanlış” şeklinde dört
liberal eksen çıktı.
Dördünü birden deviren ise;
sendikaların disiplinli örgütlülüğü ve ideolojik anlamda liberalleri dağıtan
“özgürlük değil ayrıcalık; kadın değil çocuk” direnci oldu…
Evet söz konusu olan kadın değil
çocuktu! Yani mesele özgürlüklerle ilgili değil çocuk hakları ve çocuğun üstün
yararı ilkesiyle ilgiliydi. Çocuklara kadın muamelesi yapan siyasal İslamcılar
ve onların yanında saf tutan liberalleri sarsan bir geri tepmeydi bu!
***
Bir sonraki adım eş zamanlı
olarak YDP ve AKP tarafından organize edildi. Eğer çocuk haklarını savunan
cephe liberaller tarafından sonsuz bir tartışmaya sokularak abluka altına
alınamıyorsa; o zaman Kıbrıslı – Türkiyeli çatışması yaratılarak içerden bölünebilir
miydi acaba?
Tıngır mücadele eden halkı güneye
gönderirken, imamın biri “cenazelerini camiye sokmam” diyor ve Arıklı da
“geldik yerleştik” pankartı ile yürüyüş düzenliyordu. Tüzükçüler bu aşamada
neredeyse “bize hakaret edin” diye yalvardılar. Çünkü buna ihtiyaçları vardı!
AKP ve işbirlikçileri tüm güçleri
ile iki boyutlu bir plana yatırım yapmışlardı: Önce Kıbrıs milliyetçilerini
kışkırtıp Türkiye kökenli insanlara yönelik bir küfür dalgası yaratacaklar;
ardından façası dağılmış liberalleri sahaya davet edip Kıbrıs milliyetçileri
ile kavga ettirecekler, yaratılan toz dumanın içinde de Tüzüğü oldu-bittiye
getireceklerdi. Olmadı!
Olmadı çünkü Kıbrıs
milliyetçileri tarihsel bir olgunluk gösterip sustu. Konuşanlar da öyle etkili
isimler değildi. Onlar susunca Arıklı ve arkadaşları dımdızlak ortada kaldılar!
Arıklı ve bariasına yanıt, meselenin ilk aşamasında suskun kalan CTP’deki
örgütlü ve Baro çevresindeki örgütsüz liberallerden geldi. Böylece Arıklı kendi
tuzağına düşerek, sürecin dışında kalan bir kısım liberalin mücadeleye girişi
için fırsat yaratmış oldu!
***
Hareket o kadar büyümüştü ki,
rejim muhalefeti harekete seçimi düşünmeden ve ağzı sulanmadan bakamaz hale
gelmişti! Bu da TDP ve CTP arasındaki açılış töreni dua krizine neden oldu!
CTP hata yaptı, TDP bunu fırsat
zannetti ve iki kesim karşılıklı bir polemik salvosuna girişti. Zaten iki parti
bir süreden beridir “sen neden aday gösterdin, ben neden aday göstereceğim” geriliminin
altını ısıtıyordu.
Bu sürecin ne kadarının egemenler
tarafından Tufan Erhürman’a dua okutarak hazırlandığı, ne kadarının CTP’nin
kendi gönüllü uysallığı olduğunu bilmek mümkün değil. Ancak Tüzük karşıtı cephe
CTP ile TDP’nin kavgasına mesafeli durunca, her iki parti de fırsatçı ve komik
duruma düştüğünü fark ederek susmak zorunda kaldı!
Şimdilerde karşılıklı dans ederek
“görürsünüz ne gadar gıbrıslıyık” mesajları verip olan biteni unutturmaya
çalışan her iki parti de, bir sonraki oy kavgasına kadar “çocuk hakları ve
laiklik saflarına” geri döndü. Zaten hiçkimsenin onların ardından seçim
kavgasına gireceği de yoktu!
***
Tüm bu sayılan girişimlerden
sonra AKP “iş başa düştü” diyerek, mücadeleyi ekseninden çıkarmak için bizzat
kolları sıvamak zorunda kaldı.
Tayyip Erdoğan’ın baş danışmanı,
Ünal Üstel’in “başbakan değil boşbakan” olduğunu söyleyerek Kıbrıs’ı Rumluktan
kurtaramadıklarından yakındığında; herkes bunun yine, yeniden ve tekrar
meseleyi çocuk hakları ve laiklikten saptırmak için yaratılan yapay bir gündem
olduğunu biliyordu!
Bazı seçim takıntılı komplo teorisyenleri
“yoksa tüm bu tüzük konusu Tatar yerine Üstel’i aday yapmak için bir senaryo
mu” sorusunu sormuşsa da, bu soru geniş kitlelerde hiçbir yankı uyandırmadı.
Türkiye ve Kıbrıslı Türkler
ilişkisi bir iki gün gündem olmuşsa da; AKP’ye verilecek en iyi yanıtın “Bu
Tüzüğe Geçit Yok” pratiğini örgütlemekten geçtiğini artık herkes anlamıştı.
Kısacası bu gündem saptırma girişimi de etkisiz kaldı. Konu çocuk hakları ve
laiklikti. Bu tüzük gitmeliydi!
***
Başörtüsü Tüzüğü için koç başı
yapılan çocuğun, İstiklal Marşı’nda ayağa kalkmaması ile yaratılmaya çalışılan
yeni provokasyona tüm bu safhalardan geçerek geldik.
Çocuk istismarında her defasında
kendi rekorunu zorlamakta olanlar, önce çocuğa töreni protesto ettirdiler,
sonra da polis aracılığı ile çocuğa soruşturma başlattılar!
Çocuğu kullanarak bu provokasyonun
tertiplenmesini eleştirenlerin üzerine de, Kemalizme dair ezberlerini anlatarak
onları sıkıntıdan patlatmak için, hala elde kalmış liberalleri saldılar!
Belli ki hareket bu girişimi de savuşturacak.
Çünkü gövde çok büyüdü ve bu tür ufak tefek müdahalelerle rayından
çıkartılamıyor. Egemenler bir sonraki adımda ne yapar bilinmez ama direniş
ateşi bölgeleri de dolaşarak çığ gibi büyüyor, eş zamanlı olarak Anayasa
Mahkemesinde dava dosyalanmış bulunuyor ve bir genel grev her geçen gün
yaklaşmakta.
Egemenler ne yaparsa yapsın
olmuyor. Halk biliyor ki konumuz çocuk hakları, bayrağımız laiklik, çıkışımız
siyasal irade, muhatabımız siyasal İslam ve cevabımız “Bu Tüzüğe Geçit Yok!”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder