Şöyle kolaycacık, kendiliğinden ve hiç zahmet harcamadan
oluveren...
Uğraştırmayan, düşündürmeyen, sıkıntı vermeyen bir iş...
Hani “iş” dedikse aldanmayın...
“İş”ten kastım, maaş için yapılan mesai değil...
“İş” derken kasıt, gerçekleşmesini istediğimiz herhangi
bir “şey”...
Sevdiğiniz tarafından sevilmek mesela, çocuğunuzun
büyümesi yada...
Yemek yapmak, ayakkabı bağlamak veya çamaşır asmak...
Aklınıza gelebilecek her şey yani...
Kolay yoldan çözülebileni var mı bunların?
***
Alemdağ’lı bir Hüseyin abim var...
Yıllar önce bahçesinde çalışmış, yorulmuştuk... Sonra da
kuru fasulye pilava talim etmiştik aynı sofrada...
Yaptığımız işin ağırlığından, zorluğundan şikayet
ediyordum, fasulyeyi kaşıklarken...
Ve Hüseyin abi demişti ki; “Hayatta kolay elde edilen
hiçbir şey yok. Bu yediğin fasulye bile öyle. Düşün ki başkası hazırlayıp
tabağı önüne dahi koysa, kaşığı eline almak, ağzına götürmek, çiğnemek ve
yutmak senin işin... Üstelik hiç de kolay işler değil bunlar, yakından bakıldığında...”
O günden aklımda bu cümleler kaldı, bir de o fasulyenin
muhteşem tadı...
Zaman geçtikçe farkına vardım ki; fasulyeye tadını veren
şey, o gün bizi yoran şeydi...
Yaptığımız ve benim şikayet ettiğim iş...
O iş ki, bizi yormuş ama birbirimize yakınlaştırmıştı...
O iş ki, dostluğumuzu pekiştirmiş, yemeğimize lezzet
katmıştı...
O iş olmasaydı, fasulyenin tadı hala damağımda olmazdı...
***
Günlük işlerini başkaların üzerine yıkan veya para
kuvveti ile çözenlerin hayattan alamadığı lezzet, işte o fasulyenin lezzetidir.
Aynı fasulye, farklı lezzet...
Mümkün müdür bu? Mümkündür...
Ama mesele bu kadarla bitmiyor aslında. Konu “fasulyenin
faydalarından” ibaret değil kısaca...
Her zaman birisini bulamayız işlerimizi üzerine
yıkacağımız...
Ve olması mümkün değil her işimizi çözecek kadar
paramız...
Bu yüzden kestirmeye sapma, kolay koldan sonuca varma
hevesine kapılır bazılarımız...
Oysa birçoğumuz bilir bunu; “kestirme yol, en uzun
yoldur”...
Hakkıyla yapılmayan, üzerine düşünülmeyen, emek
harcanmayan ve başkalarına havale edilen bütün işler; misliyle geri döner,
zorluk çıkarır sonunda...
Kolay yoldan elde edilen hiçbir şeyin tadı yoktur ama
aslında çoğu zaman kolay yol diye bir şey de yoktur...
Kolaycılık adına sadece biçimsel olarak çözülen
sorunların, özü çözülmediği sürece tekarlanmasından ibarettir bazılarının
yaşamı...
Sonsuz bir döngü, tatsız bir tekrar...
***
Bizler de bu kolay yollara pek bir aşinayız Kıbrıs’ta...
Elen faşistlerinden kaçıp Türkiye’ye sığınmaya, Türk
milliyetçilerinden bıkıp AB’yi çağırmaya, AB gelmeyince Kıbrıs Cumhuriyeti’ni
geri istemeye meyilimiz var...
Sağcılarımız TC’den, solcularımız AB’den bekler, bizim
işimizi başkası görsün ister...
İsteriz ki hem yemeği hazırlasın, hem de kaşık kaşık
yedirsin bizlere birileri
Bunun için de “belayı satın almaya” meraklıyız...
“Sin da gulle geçsin”, milli atasözümüzdür...
“Dereyi geçene kadar ayıya dayı” deriz de, sık söylenince
gerçek haline gelebileceğini hesaba katmayız bunun...
Suyumuz mu kirlendi; Türkiye’den boru çekin...
Doğamız mı bozuldu; UNDP’ye proje yapın...
Barış mı istiyoruz; AB Komisyonu’ndan dilenin...
Bandabuliya mı yıkılıyor; UNOPS’a havale edin...
Ekonomi mi aksıyor; USAID’e başvurun...
Ve tüm bunlar olsun diye, dünyanın bütün “ayılarına
sürekli dayı” deyin...
Eli kanlı dışişleri bakanları ile el sıkışırken
fotoğraflar, AB Komisyonu üyelerinden ödül alırken gülümseyen pozlar, dünyanın
yoksullarını sömürenlerden gelecek proje paraları için atılan taklalar...
***
Hayvanat bahçesinde iki aslan sohbet ediyormuş...
Bir tanesi ballandıra balandıra anlatıyormuş yakınlarda
kurulan sirki...
“Burada, demir parmaklıklar ardında hayat çok zor”
diyormuş... “Oysa sahne hayatı öyle mi...”
“Alkışlar, ışıklar, şöhret... Keşke yapsalardı sirk
aslanı bizi...”
Dinlemiş, dinlemiş, dinlemiş diğer aslan arkadaşını...
Ve yüzünü buruşturarak vermiş cevabını...
“Dostum, üzgünüm ama seni dinledikçe atıyor tepem...
Zaten esarete zor dayanıyorum, soytarılığa hiç
gelemem...”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder