1 Ocak 2015 Perşembe

“Her Şey Değişip Akmada”



“Heraklit, Heraklit; ne akıştır bu!
ne akıştır ki bu, dalgalarında
                     dağlıdır alnı en mukaddes putun
                     kızgın demir damgasıyla sukutun.
Gebedir her sukut bir yükselişe.
Ne mümkün karşı koymak
                               bu köpürmüş gelişe...
Heraklit, Heraklit!
       akar suya kabil mi vurmak kilit?
Nazım Hikmet Ran


Miletli filozof Thales bundan yaklaşık 2500 yıl önce “su maddenin ilk öğesidir” demişti... İlk filozoflardan olduğu için felsefenin kurucuları arasında adı sayılan bu önemli düşünürü, bu sözü söylemeye iten şey neydi?
Şimdi bizler biliyoruz ki su maddenin kökeni değildir, diğer maddeler gibi bir madde, yaşamın evrensel varoluşunun bir parçasıdır. Ama doğanın oluşu içerisinde “sıradan” olan bu yerine rağmen, bütün canlılar için de vazgeçilmez değerde bir maddedir su...
***
Thales’ten itibaren birçok filozof farklı anlamlar yüklemişler suya...
Yıkanmanın, arınmanın, temizlenmenin simgesi olduğu kadar; serinlemenin, ferahlamanın da; akışın ve değişimin de simgesi sayılmıştır bu yüzden...
Ancak su ile ilgili felsefi çıkarımların en unutulmaz olanı Heraklitos tarafından ifade edilendir herhalde...
Heraklitos aşağı yukarı Thales ile aynı zamanlarda “aynı ırmaklara girenlerin üzerinden farklı sular akar” veya farklı bir aktarımla “aynı suda iki kez yıkanılmaz” demiştir...
***
Sürekli değişim içerisindeki maddenin bu görünümü en saf bir şekilde suda izlenebilir...
Akıp giden nehirler, buharlaşıp bulut olan, yoğunlaşıp buz tutan göller...
Biçimden biçime girerken nitelik de değiştiren bir madde...
Değişimin coşkusunu da, hüznünü de; geri döndürülemeyenin kederini de gelmekte olanın heyecanını da bünyesinde barındırıyor olması ile bizleri kendine hayran bırakan bu maddenin; filozofları da bir hayli uğraştırmış olması tesadüf sayılmamalı... 
Uçsuz bucaksız okyanuslardan ürküp, ufacık göllere romantizmle yaklaşan; sakin akan ırmak kıyılarında rahatlayıp, çağlayanları tedirginlikle izleyen insanlarız ne de olsa...
Suya bakıp da “değişim”in sarsızı etkisini ilk hisseden insan değildir mutlaka Heraklitos...
Bunu ilk dile getiren insan olsa bile...
***
İnsanın gençlik çağında, önünde henüz sonsuz bir yaşam olduğu duygusu ile hareket ettiği dönemlerde veya Nazım’ın deyişiyle “yaşamın en değersiz şey sayıldığı” yaşlarda; yeniye doğru ilerleyen değişim coşku ile selamlanabilir, kucaklanabilir...
Ama insanda yeniye, farklı olana, daha iyiye yönelme isteği kadar; yaşamı sabitleme, değişimi durdurma, bildik ve güvenli bir huzura ulaşarak eldekini muhafaza etme eğilimi de vardır...
İnsan bünyesinde mücadele yürüten bu iki farklı eğilim; cesaret ve korku, değişim ve durağanlık, neşe ve keder, yaratıcılık ve gelenekçilik şeklinde de gösterir kendini...
Bu yüzden “daha iyi” yerine daha bilindik olanı, devrim yerine muhafazakarlığı da seçer insan; kabuğundan çıkmayı reddedip korkularına teslim olduğu zaman...
“Hey ne duruyorsun be, at kendini denize, geride bekliyenin varmış aldırma” diye çağıran şairin bir bildiği vardır elbet... “Yuvarlanan taş”, yosun tutmayacaktır... Hareketin içinde hareket eden kişi, hareket içinde kendini aşacaktır...
Çünkü esas olan değişimdir...
Fikirlerimizle, düşüncelerimizle, yasalarımızla, kurumlarımızla, duygularımızla, geleneklerimiz, kurumlarımızla ne kadar direnirsek direnelim; madde değişmektedir...
Madde değişirken bizim korkularımıza aldırmadan, geriye kalan her şeyi ve herkesi ve bu değişimi durdurmak için yarattığımız tüm o “açıklamaları” da anlamsız kılacaktır...
Korkularımız bizi bu değişimden koruyamayacaktır...
Ne kadar barajlar, setler, engeller çekersek çekelim; yaşamın çağıldayan ırmağını yalnızca bir anlığına durdurabilecektir korkularımız...
Oysa akışın coşkusuna katılmak gibi bir seçeneğimiz de vardır...
Bu yapabilmek için korkularımızı, endişelerimizi değil, yaşamın yaratcı cesaret çağrısını dinlememiz gerekir...
Çünkü yaşam hüzün değil neşedir, korku değil cesarettir, durağanlık değil harekettir...
***
Elbette “su” yalnızca özgürlüğün ve değişimin yönünde bir simge olmayabiliyor bazen...
Su yaşamın temeliyse eğer, egemenler tarafından halkın esareti için de kullanılması mümkün...
Bir yerlerde barajlar kurup köyleri silip süpürmek, denizlerden borular döşeyip ekolojik yaşamı tahrip etmek, ucuna bir sayaç takıp tüm bir halkı kontrol altında tutmak için de kullanılabilir su...
Ama en karanlık geceler ufacık bir ışıkla aydınlanır, en sağlam zinciler bir gün gelir yıpranır, en aşılmaz setler bir küçük delikle ufalanır...
Önümüze aşılmaz gibi görünen barajlar dikdikleri doğru!
Ama su bulur akacağı yolu...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder