“Başı kesik tavuk gibi” deyimini duymuşsunuzdur da, hiç
gerçekten başı yeni kesilmiş tavuk gördünüz mü?
Ben daha deyimi öğrenmeden, tavuğu görmüştüm... Bu yüzden
de deyimi ilk kez duyduğum zaman anlamını kavramam zor olmadı...
Başı yeni kesilmiş, yani gövdesinin üzerinde herhangi bir
baş olmayan tavuk; koşar...
Oradan oraya, çarpa çarpa, düşe kalka ve nereye gittiğini
görmeden, bilmeden koşar...
Bir süre sonra da yığılıp kalır...
Bu olaya bir kez şahit oldum, küçüktüm ve hiç aklımdan
çıkmadı... Hiç hoş bir deneyim değildi açıkçası ve bir süre tavuk yemeyi
reddetmemle sonuçlandı...
Ama şimdi konumuz bu değil.
Konu şu ki; baş olmadan da organlar hareket edebiliyorlar
bir süre...
Ama amaçsız, faydasız ve sonuçsuz hareketler olarak
kalıyor bunlar...
***
“Kilise ilk defa 74
yılında kürtajı serbest bıraktı. O kadar çok Kıbrıslı Rum kadın vardı ki
tecavüze uğrayan...”
Bu cümleleri hatırlayacaksınızdır...
Daha bir ay olmadı Meclis kürsüsünden dile getirileli...
Ve leyhte/aleyhte açıklamalarla memleket gündemine bomba
gibi düşeli...
Nasıl da tutkuyla sarıldık bu cümlelere, toplumlararası
barışa giden samimiyet taşları ile örülmüş bir yoldu o cümleler...
Üstelik o cümleler karşısında yerli ve yabancı faşistler
dişlerini gösteriyor; tehditler, küfürler ve hakaretlerle köpürüyorlardı...
O cümlelere sarıldık, faşistlere karşı birleştik..
Böylece geçmişimizle yüzleşme, ötekinin acısını görme ve gerçek barış yolunda
ilk adımı attığımızı sandık...
Sonra?
Sonra gündem değişti...
Duygusal ve samimi tavrımızı başka başka meseleler
doğrultusunda göstermemiz gereği hasıl oldu... Biz de bu gereği yerine
getirdik, duygusal ve samimi bir şekilde...
***
Deyim tam yerinde, “burnumuzun dibine” nükleer santral
yapıyorlardı... Karşıydık, tepkiliydik!
Sonra Hayat Pahalılığı ödeneği donduruldu... Nükleer
biraz bekleyebilirdi, gündem değişmişti...
KTÖS Zeren Mungan’a don hediye etti... Nedeni ‘Hayat
Pahalılığı’ konusuydu ama ilgimiz “eylem nasıl yapılır” temasına kayıverdi...
Buna noktayı koyan bir başka eylem oldu: Çiftçiler
Meclis’in kapısını kırdı, hayvancılar Tayyip’i imdata çağırdı... Yoksa tam
tersi miydi!?
Ve şimdi de Charlie Hebdo dergisinde katliam yaşandı...
Artık hepimiz Charlie’yiz...
Ne zamana kadar?
Medya bize konuşacak başka bir konu verene kadar...
Emin olun ki o konuya da gayet duygusal ve samimi bir
şekilde yaklaşacağız...
Ne de olsa duygusal ve samimi insanlarız...
***
Doğuş Derya Meclis kürsüsünde o cümleleri söylemeden önce
ne konuşuyorduk peki?
Hemen öncesinde Göç Yasası idi gündemimiz...
Ondan önce ise Vicdani Ret eksenli bir süreç
yaşamıştık...
Hani bir vicdani retçi tutuklanmış, ardından pankart
savaşları yaşanmış ve polis de tarafını açıkça belli etmişti...
Duygusal ve samimi tepkimizi göstermiştik biz de... Çok
ağır gelmişti bize yaşananlar, hazmedemiyorduk...
Bunun üzerine Pervin Gürler “artık hiçbir pankarta izin
yok” demiş, Başbakan ise Polisi kınamış, yazı ile açıklama istemişti...
Sahi ne oldu Başbakanın mektubu, polis bir cevap verdi mi
kendisine, haberi olan var mı?
Yok mu? Peki!
Ama, Je Suis Charlie!
***
Evet “Kilise ilk
defa 74 yılında kürtajı serbest bıraktı. O kadar çok Kıbrıslı Rum kadın vardı
ki tecavüze uğrayan...”... Peki, bunu 2015 yılında dile getiren hükümet
partisi ne yapıyor şimdi?
Meclis’e “savaş suçlarını araştırma komisyonu” kurulması
için önerge verildi mi mesela?
Toplumun farklı kesimlerinin bildiklerini aktaracağı açık
veya kapalı kanallar tesis edildi mi?
Bu konuda hukuki adım atılması için var olan yasal
mevzuat araştırıldı mı? Uygun bir mevzuat yoksa yaratılması için çalışma
yapıldı mı?
Toplum içerisinde bu konuda farkındalık ve bilinç
oluşturulması için gerekli tartışma ortamları yaratıldı mı?
Bunların herhangi birisi için herhangi bir somut adım
atıldı mı?
***
Biz samimi ve duygusal tepkilerimizle yetiniyoruz,
rahatlıyoruz, kendimizi sağaltıyoruz ya...
Ve daha derin, daha kalıcı, daha kurumsal, daha örgütlü
bir süreç yerine “an”lık duygulanımlarımızın sarhoşluğu ile yetiniyoruz ya...
İşte bunu çok iyi kavramış birileri...
Birileri bunu çok iyi yönetmeye başlamış...
Hükümetin başı polisi kınayacak, ama polis genel müdür
vekili o koltukta hala oturacak ve bu konuda başka bir şey konuşulmayacak...
Anayasal haklarını kullanan eylemciler pankart açtıkları
için tartaklanacak ve konu bir iki hafta sonra kapanacak...
Hükümet partisine mensup bir milletvekili “geçmiş ile
yüzleşme” çağrısı yapacak, partisinin genel sekreteri de sağlam bir şekilde
arkasında duracak ama o yüzleşme için hiçbir adım atılmayacak...
Samimi ve duygusal olabilir tüm bunlar, ama asla
inandırıcı değil...
***
Konu şu ki; örgütlü ve kurumsal stratejiler olmadan da
halklar hareket edebiliyorlar bir süre...
Ama amaçsız, faydasız ve sonuçsuz hareketler olarak
kalıyor bunlar...
Tıpkı başı yeni kesilmiş tavukta olduğu gibi...
Sahi, siz hiç başı yeni kesilmiş tavuk gördünüz mü?
Son birkaç ayın gazete manşetlerine bakın: Göreceksiniz!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder