Daha
yürürlüğe girmezden önce ülkemizde siyasal/sendikal dengeleri alt-üst eden Göç
Yasası hala daha yürülükte ve bu yasanın yarattığı olumsuz sonuçlar katlanarak
artıyor.
Öylesine
katmanlı bir sorunlar yumağı ki sözünü ettiğimiz; bütününü incelemek belki de
akademik bir çalışmanın konusu olabilir. Bu yazı bağlamında tartışmaya
çalışacağımız ise, Göç Yasası’nın sendikal örgütlülük bağlamında yarattığı
sıkıntılar ve bu sıkıntıların nasıl aşılabileceğine dair öngörüler olacak.
***
Sendikalar
Göç Yasası’na karşı tavırlarını yasa daha tasarı aşamasındayken net bir şekilde
koydular. Dönemin CTP-ÖRP hükümeti karşısında direngen ve sert bir tutum
sergilediler. Ardından gelen Eroğlu başbakanlığındaki UBP hükümeti döneminde de
bu kararlılıktan taviz verilmedi. Ancak UBP tarafından ülke tarihine geçen
baskı ve çatışma yöntemleri ile yasa geçirildi. Buraya kadar sendikaları takdir
etmek gerekir. Çünkü o dönemde hem yasanın olumsuzluklarının öngörülebilmesi,
hem birlikte hareket ederek yasaya direnilmesi hem de mevcut çalışanları
kapsamayacağı halde daha işe girmemiş insanların haklarının savunulması
boyutlarında sendikal tarihimize olumlu yansımaları olan örnek bir tavır
sergilenmişti.
Ancak
bu tavır yasanın geçmesinin ardından gelen süreçte ne yazık ki sürdürülemedi...
Yasanın
geçmesi ile birlikte sendikal muhalefet başka alanlardaki mücadelelere
odaklanarak bu konuda uzunca bir süre sessiz kaldı. Ta ki Göç Yasası kapsamında
işe giren insanlar birikerek azımsanmayacak bir kitle oluşturana kadar...
Kamu
emekçileri arasında ciddi bir yoğunluğa ulaşan yeni emekçilerin huzursuzluğu
sendikalara da olumsuz yansımaya başlayınca önce KTÖS ardından KTOEÖS ve son
olarak da KTAMS içerisinde Göç Yasası’na özel çalışma yapan birimler
oluşturuldu. Yasa kapsamındaki emekçilerin özel sorunlarına ilişkin diyalog
kanalları açıldı ve sendikalar bu yasanın geri alınması için mücadele
başlattılar.
İşte
Göç Yasası’na Dur De İnisisiyatifi böyle bir sürecin sonucunda hayat buldu...
***
Yasanın
yarattığı genel sorunlar arasında özellikle sendikaların yüzleştiklerinden
hızlıca söz edersek:
-
Yasa, 2011 öncesi girişli kamu emekçileri ile 2011 sonrası girişli kamu
emekçileri arasında ciddi bir eşitsizlik yaratıyor, bu da emek mücadelesini
bölüyor. Bu bölünme sadece aynı işi yapan kişilerin arasında bir eşitsizlik
olarak değil, aynı zamanda bir güvensizlik olarak da hayat buluyor. Yani 2011
sonrası giren kişi aynı işi yaptığı ancak kendisinden fazla maaş alan 2011
öncesi gireni bir tür “hazır yiyici” olarak görüp duygusal bir yakınlaşmadan,
emek kardeşliğinden uzak duruyor.
Sonuç: Gücünü “birlik”ten alan sendikal mücadele
zayıflıyor.
-
2011 sonrası işe giren Göç Yasası mağduru kamu emekileri sendikalara olan
güvenlerini de kaybediyorlar. Çünkü sendikal yönetimlerde oturanlar genellikle
2011 öncesi girişili olduklarından kendi sorunlarına yeterince önem verilmediği
duygusuna kapılıyorlar. Bu bir yandan sınıf dayanışmasını diğer yandan örgütlülüğü
sekteye uğratıyor. Kamu emekçileri sadece birbirlerine değil önce mevcut
sendikalara ardından sendikal örgütlülük fikrine giderek uzak duruyor.
Sonuç: Kamuda sendikal örgütlülük geriliyor.
-
Kamuda maaşların ortalaması düştükçe, bu durum özel sektöre de yansıyor.
Sermayedarlar daha iyi koşullarda iş bulma olasılığı bulunmayan özel sektör
çalışanlarını Göç Yasası öncesinden de düşük maaşlara mahkum edebilme şansını
buluyor. Kamuda yaşanan gerileme özel sektörde katlanarak hissediliyor. Bu da
özel sektör çalışanları arasında kamu sendikalarına ve kamu emekçilerine
yönelik büyüyen bir tepkiyi tetikliyor. Bu noktayı açmak lazım: Medya
tarafından özel sektör emekçilerine hedef olarak gösterilen 2011 öncesi girişli
kamu emekçilerinin lüks içinde yaşadığı algısı nedeniyle, aslında Göç Yasası’na
karşı samimiyetle mücadele vermiş olan bu kesim, hedef tahtasına oturtuluyor.
Sonuç: Sendikalar sadece 2011 sonrası kamu emekçilerinin
gözünde değil, özel sektör çalışanlarının gözünde de itibar kaybediyor.
***
Yukarıdaki
özet tablonun da ortaya koyduğu gibi; Göç Yasası sonrası süreç sendikal
muhalefet açısından tam bir açmaz oluşturmuş durumda. Hem kendi örgütlülüğü,
hem örgütlü olan üyeleri arası ilişkiler hem de özel sektör çalışanları ile
sınıf dayanışması imkanları giderek erozyona uğrayan bir sendikal açmazdır
bu...
Göç
Yasası’na Dur De İnisiyatifi bağlamında yürütülen bilgilendirme, uyarma, temas,
diyalog gibi araçlara dayalı mücadele de bu açmazı rahatlatamıyor; aksine
saldırgan neo-liberalizm ile uzlaşmaya çalışma girişimleri emekçilerin
öfkesinin daha da büyümesine sebep oluyor, sendikalara olan güveni daha da
zayıflatıyor.
Hayat
Pahalılığı uygulamasının dondurulması kararı ile bu durumu çok iyi kullanan
CTP-DP hükümetinin tavından, bu durumu mevcut noktada bırakmayı düşünmediğini,
neo-liberal saldırıyı daha ileri noktalara taşımak kararlılığını görebiliyoruz.
Sendikalar
ise öylesine sıkıştırılmış bir haldeler ki, mevcut tüm çalışanları ve özel
sektör çalışanlarını da etkileyecek olan bu hak gasbına karşı dişe dokunur
hiçbir çıkış yapamadılar, yapamıyorlar...
Aslında
tablo ortada; kavga her noktada açmaz yaşıyor. Genç emekçiler daha erken kamuya
girmiş olan emekçilere, özel sektör emekçileri kamu emekçilerine, genel olarak
tüm emekçiler de sendikalara güvenlerini kaybediyor. Emek cephesi geriliyor...
AKP’nin
Maliye Bakanı Zeren Mungan’ın şahsında hüküümet tarafından Hayat Pahalılığı
hakkına vurulan darbede sendikaların etkisiz kalması bu durumun bir sonucu...
Eğer fikirler alanındaki kavgayı kaybederseniz, maddi kazanımlarınızı korumanız
imkansızdır...
Son
yaşanan UBP ziyareti de sendikaların nasıl bir açmaz içinde olduğunu gösteren
bir diğer olaydır... Sendikal muhalefe bildik “diyalog” metodu ile sorununa
çözüm bulmak için “şeytan” ile bile görüşmeye hazır, ancak sorun şu ki amansız
bir saldırı altındayken, kendi saflarınız düşman tarafından bölünmüş ve
moralsizken, toplumun büyük bir kesimi sizi haksız buluyorken ne birisi ile
görüşmeniz mümkündür ne de bu görüşmede herhangi bir pazarlık kozunuzun
olması...
Yapılması
gereken ise özel sektör ve kamu emekçileri arasında yeni bir sınıf kardeşliği
ruhu yaratmaktır... Ortak düşman olan sermayedarlar ve işbirlikçi hükümetler
karşısında emekçilerin birliğini, moralini ve örgütlü mücadeleye inancını
yeniden inşa etmektir...
Kurnazlık,
açıkgözlük ve kestirmecilik değil; birlik-mücadele ve dayanışma pratiği
sergilemektir...
Mütevazi Bir
Öneri: Zorunlu Sendikalaşma Talebi
Sürecin
böyle devam etmesi halinde kamu sendikacılığının 5-10 yıl içinde esamesinin
okunmayacağını söylemek hiç de kötümserlik olmaz...
Sendikal
muhalefet kalan gücünü, elindeki son kozları; ulaşılması imkansız olan “geçmiş
güzel günlerin yeniden inşası” hedefi uğrunda çar çur etmemelidir... Böyle
ütopik, hayal ürünü ve ulaşılması mümkün olmayan maceralar emek mücadelesinin
dibe vuruşunu hızlandıracaktır...
Aksine
yapılması gereken; zor da olsa mümkünler kapsamında olan, hiç değilse
emekçileri yeniden birleştirme imkanı sunan bir karşı saldırıyı örgütlemektir.
Bunun adı ise, hükümettten “zorunlu sendika yasası” talep etmektir.
Belli
bir sayının üzerinde işçi çalıştıran tüm özel sektörün, zorunlu olarak bir
sendikada örgütlendirilmesi talebi ile bu ruh yakalanabilir. Öncelikle özel
sektörde gerileyen hakların yeniden kazanılması örgütlü mücadele dışında başka
bir yolla mümkün olamaz. Özel sektör çalışanları da bunu çok iyi
bilmektedirler. İşlerini kaybetme korkusu nedeniyle örgütlenmemekte
olabilirler. Ancak “zorunlu sendikalaşma yasası” talebi ile yürütülecek bir
kampanyaya büyük bir sempati geliştirecekleri ortadadır...
Bunun
yanında aslında kendileri zaten sendikalı olan kamu emekçilerinin; özel sektör
için böylesi bir kampanya örgütlemesi, bazı durumlarda uyarı grevi veya
eylemler yapması sınıf kardeşliğini pekiştirecek; dayanışma ruhunu tazeleyecek
ve emekçilerin gözünde sendiklara olan güveni kat kat arttıracaktır...
Ülkemizde
yıllardan beridir var olan mecut kamu sendikacılığı zamanını doldurmuş,
neo-liberal saldırılar altında hasta yatağında kıvranıyor... Mevcudu yenilemek,
eskisi gibi sürdürmek imkansız... Hastanın ölümü sadece bir zaman sorunu...
Bizim
sorunumuz ise, bu ölümden emek hareketi adına yeni bir doğum yaratıp
yaratamayacağımız...
İşte
bu çok zor, ama imkansız değil...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder