-'SYRİZA benzeri bir ittifak Kıbrıs’ta
neden mümkün olamıyor? Sol niye iş birliği yapamıyor?
Her
ülkenin kendine özgü koşulları ve mücadele eden örgütlerinin de yıllar içinde
oluşmuş bir davranış kültürü vardır. Bu sebeple de farklı ülkelerde ortaya
çıkmış deneyimlerin bire bir taklit edilmesi mümkün değil. Mümkün olsa da
yaşamda aynı karşılığı bulmayacaktır.
Syriza
deneyimini uzunca bir süreden beridir takip ediyoruz. Yunanistan’da faaliyet
yürüten ve Syriza’nın da bileşenlerinden birisi olan DİKTİO ile 2006’da
Atina’da gerçekleşen Avrupa Sosyal Formu’ndan beridir yakın ilişkilerimiz var.
Bileşenlerinin kendi süreçlerini örgütleyip sürüklerken aynı zamanda da ortak
bir çatıda buluşarak hareket edebildiği Syriza modeli örgütlenmeler gerçekten
de özgün örgütlenmeler. Çünkü genel olarak sol içinde bugüne kadar bilinen
“birlik” örnekleri; ya salt iş/güç birliği temelli ya da ideolojik/örgütsel
birlik eksenli olmuştur. Hem örgütsel birliğe dayalı hem de bileşenlerinin güç
birliği süreçlerindeki kadar serbest olabildiği bir model olarak Syriza
farklılıklar içeriyor. Uzunca bir süreden beridir de bu model ciddi bir sorunla
karşılaşmadan ilerledi. Bu durumun oluşmasında çeşitli faktörler sayılabilir:
Yunanistan’ın çok uzun bir süreden beridir küresel krizin merkezinde olması,
geçmişinde derin izler bırakmış bir anti-faşist direniş ve uzun bir iç savaş
deneyiminin bulunması, Yunanistan Komünist Partisi’nin sekter çizgisi nedeniyle
salt ideolojik katılığın yetersizliğinin pratikte görülmüş olması ve Avrupa
Birliği gibi emperyalist bir kuruluşun doğrudan boyunduruğunun toplumsal
muhalefeti baskılaması bunlardan bazıları...
Syriza
modelinde ideolojik farklarını koruyan çeşitli sol yapılar ortak bir çatı
etrafında hareket ederken kendi eylemsel bağımsızlıklarını da koruyabiliyorlar.
Bu tür bir modeli Kıbrıs’a uyarlamak neredeyse imkânsızdır. Hem farklı
ideolojiler/programlar/öncelikler benimsenecek hem de ortak bir çatı
oluşturulacak. Kıbrıslı Türk solu açısından böyle bir ihtiyaç söz konusu değil.
İhtiyacı ortaya konmamış bir sonucun ortaya çıkması da mümkün olamaz.
Kıbrıslı
Türk solu içerisinde bazı çatı birlikteliği denemeleri geçmişte yapıldı. DMP
(Demokratik Mücadele Platformu), YBH (Yurtsever Birlik Hareketi), BDH (Barış ve
Demokrasi Hareketi) bunlardan bazıları. Olgular gösteriyor ki; Kıbrıslı Türk
solu ortak bir çatı oluşturduğu andan itibaren yönetim için kendi içinde
kapışmaya başlıyor. Bu kapışmanın sonucunda da çatı dağılıyor ve herkes kendi
yoluna gidiyor. Biraz önce sözünü ettiğim örneklerden epeyce farklı da olsa “Bu
Memleket Bizim Platformu” deneyiminde de meselelerin ortak hedefin nasıl daha
iyi uygulamaya sokulacağından çok, sürece kimin önderlik edeceği noktasında
kilitlendiğini yaşayarak gördük. Kısacası örgütsel birlik bizim bünyemize iyi
gelmiyor. Herkes kendi alanından yürüdüğünde toplamda çok daha olumlu işler
başarıyoruz, birbirimizle daha az çatışıyoruz...
Diğer
yandan örgütsel birlik olarak kabul edilmeyecek birlik türleri Kıbrıslı Türk
soluna daha uygun gibi görünüyor. Bunlar da iş/güç/eylem birliktelikleri. Hemen
hemen her alanda bu tür birlikler mevcut ve çok da iyi işler yapılıyor. Bir dönem
etkili eylemler yapan Sendikal Platform şimdilerde “Göç Yasasına Dur De
İnisiyatifi”, Çevre Platformu, Nükleere Hayır Platformu, çeşitli somut
meselelerde oluşturulan toplumsal cinsiyet eşitliği, gençlik, ekoloji, hayvan
özgürleşmesi vb. temalı platformlar bu noktada sayılabilir. Bu örneklerin tek
eksiğinin siyasal iktidarı hedefleyen bir biçim alamamaları olduğu söylenebilir
ki aslında o da pek doğru sayılmaz...
Başta
sorduğunuz soruya şimdi cevap verirsem: Kıbrıs’ın kendine özgü koşullarında
Syriza benzeri bir işbirliği süreci Kıbrıslı Türk solu içerisinde rüşeym
halinde de olsa vardır. Baraka olarak siyasal hedefleri olan bir işbirliği
sürecinin hem halkımızın hem de solun temel bir ihtiyacı olduğunu 2011’den
beridir dile getiriyoruz. 2013 Lefkoşa Türk Belediyesi erken seçimlerinde
Belediye Meclisi’ne bağımsız bir aday göstermemizin nedeni de buydu.
Hatırlarsanız, adayımız vasıtasıyla Lefkoşalılara yaptığımız çağrı: “Bir türlü
biraraya gelemeyen sola mesaj vermek istiyorsanız, mühürünüzü kırın ve Baraka
adayına bir tercih kullanın” şeklindeydi. Çünkü Cemal Bulutoğluları döneminde
BES ile yakın temas halinde hemen her gün eylemlilik içinde olan sol, erken
seçim süreci ile birlikte iş birliğini bırakmış ve ortak bir aday belirlemekten
uzak durmuştu. Bu da hem Lefkoşalılarda hem de bizde hayal kırıklığına neden
olmuştu. O seçim süreci sonunda halkımızın radikal bir işbirliği sürecine
sempati ile yaklaşacağı net olarak görüldü. Bunun tek göstereni Baraka adayının
seçmenin %6’sının tercihini alması değildi, hemen ardından gelen Parlamento
seçimlerinde sol örgütlerinin tavrındaki değişiklik de gösterenler arasındadır.
2013
Milletvekilliği seçimlerinde farklı ideolojik noktaları olan sol örgütlerimizin
Toplumsal Varoluş Güçleri ismi ile bir araya gelebildiğini gördük. Üstelik bu
seçimlerde, TVG barajı zorlayıp, radikal solun tarihinde aldığı en yüksek oya
ulaştı... Hemen herkesin alışkın olduğu “önce birleşirler sonra kavga edip
ayrılırlar” ezberi de TVG sürecinde bozuldu. Çünkü TVG bileşenleri herhangi bir
polemik yaşamadıkları gibi 2014 LTB Belediye Başkanlığı seçimlerinde bu süreç
yeni gelişmelere neden oldu.
Baraka,
BKP ve TDP’nin ortak hedefler temelinde oluşturdukları bir ittifakla 2014
seçimlerini karşılaması; bizim açımızdan 2011’den beridir yürüttüğümüz siyasal
hedefli iş-güç-eylem birlikteliği mücadelesinin doruk noktasıdır. LTB Belediye
Başkanlığı’nı kazanan sayın Mehmet Harmancı’nın kişisel olumlulukları bu
noktada elbette önemlidir. Ancak bu sürecin sinerjisini de ittifakın
oluşturduğunu kimse inkâr etmiyor. Ve bugün halâ bu ittifak devam etmektedir.
Yani Kıbrıs’ın kuzeyinde rüşeym halinde de olsa bir siyasal iş birliği süreci
vardır, devam etmektedir.
Bu
süreci 2015 cumhurbaşkanlığı seçimlerine taşıyamamış olmamız başka bir
tartışmanın konusudur. Bunun çeşitli nedenleri var. Ancak burada da olumlu olan
noktaya odaklanarak konuşmak gerekiyor ki; ittifak tarafından ve ittifak adına
bir aday belirlenememiş olsa da ittifakın kendisi bundan zarar görmemiştir.
İttifakın ilerleyişinde zorunlu ve geçici bir parantez açılmıştır, kısa süre
sonra da kapanacaktır. Önemli olan ortak belirlenmiş ilkelere bağlı örgütlerin
birlikte durma kaygısını taşımalarıdır ki bu her üç örgütte de halen devam eden
bir yaklaşımdır.
Sorunuza
tekrar cevap vermem gerekirse: Kıbrıslı Türk devrimci, ilerici, sol örgütleri
arasında bir yılı aşkın süreden beridir devam eden bir siyasal iş birliği
süreci zaten vardır. Bu süreç Kıbrıslı Türk halkından olumlu tepki almış ve
heyecan yaratmıştır. Neo-liberal karşısında direniş, Ankara karşısında onurlu
duruş ve barış hedefinden ayrılmama gibi noktalarda tam anlamıyla paralel
hareket eden; kimilerince marjinal, kimilerince radikal, kimilerince ise umut
niteliğindeki bu ittifak halen devam ediyor gelecekte de büyüyeceğine
inanıyoruz. Ancak tekrar altını çizmek isterim ki; nasıl ki Syriza Yunanistan
koşullarına uygun bir oluşum olduğu için başarılı olmuşsa, bizim yürütmekte
olduğumuz süreç de Kıbrıslı Türk halkının koşullarına göre
değerlendirilmelidir. İki süreci birbiri ile kıyaslamak ve şeklen
benzerlikler/farklılıklar aramak doğru bir yöntem olmayacaktır. Her süreç kendi
koşullarında değerlendirilmelidir.
-Siyasetimizde ‘ideolojik’ farklar icraatlarda
ortaya çıkıyor mu?
Cevaba
Lenin’den iki farklı cümle ile başlamak isterim. Lenin bir yerde şöyle der:
“Devrimci teori olmadan devrimci pratik olmaz.” Aynı Lenin başka bir yerde ise
şöyle der: “Teori gridir hayat ağacı ise yeşil.” Bu bazı kişilere birbiri ile
çelişen iki cümle gibi görünebilir. Ne de olsa ilk cümlede teorinin pratiğe
göre önceliğinden bahsedilirken, ikinci cümlede yaşamın canlı teorinin ise
cansız olduğuna işaret ediliyor. Oysa bu cümleler birbiri ile çelişmemekte
aksine birbirini tamamlamaktadırlar. Çünkü teori ile pratik arasında kopmaz bir
bağ, sürekli kendini yenileyen bir öğrenme/değiştirme/öğrenme/değiştirme süreci
vardır. Bu zincir bir yerinden koparsa (neresinden koparsa kopsun) tüm
halkaları zarar görür...
Bunları
neden söyledim? Çünkü siyasetimizde ideoloji denebilecek nitelikte olgular
yoktur ki bunları icraatlar ile kıyaslayabilelim. Ya da gerçekten farklı
icraatlar yok ki, bunların ideolojik temellerini sorgulama şansımız olsun.
Kıbrıslı Türk solu ne yazık ki uzunca bir süredir basın üzerinden yürütülen
reklam/propaganda ile ideolojik mücadeleyi birbirinden ayıramaz hale geldi yada
şöyle demek daha doğru olacaktır sanırım: “Kıbrıslı Türk solu içerisinde
ideolojinin de pratiğin de yerini medyada görünür olmak için yarış aldı.”
İdeoloji ile icraatın el ele yürüdüğünü az önce söyledim. Bunlardan hangisinin
daha önce gerilediği önemli değil. Bir tanesi gerileyince diğeri de beraber
gidiyor. Geriye ise içi boş bir reklam-pazarlama harikası kalıyor. Bu durum
önce “sol” örgütleri birbirine benzetti, şimdi ise “sol” ile “sağ”ı birbirine
benzetiyor.
-Kıbrıs’ta ezber bozmak için ilk
atılması gereken adımlar nelerdir?
Ezber
bozmak için önce kendi ezberlerimizi bozmalıyız. Biz kendi ezberlerimizi huşu
içinde tekrarlarken, genel bir ezber bozma sürecine girişemeyiz. İnkara dayalı,
hatalarını gizlemeye odaklı, özeleştiriden kaçınan ve yalan ile flört eden bir
sol, yaşamın gerçekliğine tutunamaz. Korkularımızla motive olduğumuz sürece de
bu böyle yaşanmaya devam edecek. Hata yapabilmekten korkmadan ve cesaretler
davranmazsak, istesek de istemezsek de korku ve çekingenlikle davranacağız. Bu
da bizi kendi kapalı çevremize, bizim dışımızda kimsenin anlamadığı bir dilde
konuşmak yazgısı ile baş başa bırakacaktır.
Yanlış
yapmadan doğrunun bulunamayacağını, hatayı gizlemektense onunla yüzleşmenin
daha öğretici olduğunu, halkın hata yapana değil hatasını inkâr edene mesafeli
durduğunu, en iyi niyetli yalanın en adi gerçekten bile daha olumsuz sonuçları
olduğunu kabul etmeli ve bunların tam tersi reflekslerle döşenmiş ezberlerimizi
bir yana bırakmalıyız.
-İşsizler ve fakirlik için politikalar
geliştirilmeye nereden başlanmalı?
İşsizlik
sorununu çözmenin birçok mesele ile bağlantılı bütünlüklü bir süreç
gerektirdiği ortadadır. Ancak böylesi bir konudan konuşabiliyor olmak dahi
ülkenizde üretim olmasını gerektirir. Yani, sorunuzun cevabı üretimdir. Gene de
şunu vurgulamama izin verin, üretim olmadan ne işsizliğe çare bulabilirsiniz ne
de herhangi bir sosyal politika geliştirebilirsiniz. Ancak sırf üretimin
varlığı da bu sorunları çözmez. Üretim “gerek şart”tır. Ancak “yeter şart”
değildir. Yeter şart; sosyalist perspektifi olan, emekçi sınıflara dayalı bir
kitleye hesap veren siyasal bir önderliktir.
-SYRİZA örneğinde görme özürlü bir
bakan dikkat çekti. Ülkemizde engelliler ya da pozitif ayrımcılığa ihtiyaç
duyan kesimlerin temsiliyeti niçin sağlanmıyor?
Bu
sorunun iki boyutlu bir cevabı var. Öncelikle siyasal yapıların böyle bir
sorunu olmadığı için engelli insanların temsiliyetini önemsemiyorlar.
“Gerekirse biz onların haklarını da savunuruz” psikolojisi siyasal örgütlerde
çok yaygın. Oysa siyasal örgütlenme bir avukatlık bürosu değildir ve kimse
kimsenin hakkını savunamaz. Her sorunu bizzat o sorunu yaşayan özneyi dahil
ederek çözebilirsiniz. Siyasal örgütlenme de işte bu öznelerin ortak örgütüdür,
öyle olmalıdır. Bu noktada siyasal özneler kendisilerine “aday gösterecek
engelli” bulmalı ve vitrin düzenlemesi yapmalı demiyorum, aksine “her kesimi
olduğu gibi, engellilerin oluşturduğu kesimi de toplum içerisinde özne kılmalı,
öne çıkan taleplerini destekleyerek güçlendirmeliyiz” diyorum. Yaşam zaten
gerisini halledecektir. Bu Yunanistan’da da böyle olmuştur.
-Köylerin isimlerinin iadesi,
militarist törenlerin kaldırılması, genel sağlık sigortası, işsizlik ödeneği
(bu örnekler çoğaltılabilir) gibi uygulamalar hayal mi?
Soruda
örnek olarak belirtilen noktalara teker teker cevap vermeyeceğim. Bunların
arasında karşı olduğum da var, bizde zaten yetersiz de olsa uygulanmakta olan
da... Daha çok sorunun ruhuna cevap vermek istiyorum, yani “bizde emekten,
emekçiden, barıştan, halktan yana sosyal politikaların uygulandığını görmemiz
mümkün mü yoksa hayal midir?” sorusuna...
İçinde
yaşadığımız mevcut koşullarda böylesi politikaların uygulanmasını beklemek
hayaldir. Mevcut koordinatlarla belirlenmiş “gerçekçi” partilerimizin,
realiteleri sorgusuz sualsiz benimseyen, benimsemeyene de benimsetmek için
elinden geleni yapan pratiği ile hangi parti hükümet olursa olsun emekten yana
bir dönüşüm mümkün değildir.
Ama kendi
halkına, özgücüne ve pratiğine güvenen, ittifaklara, diyaloğa, hayattan
öğrenmeye açık, hata yapmaktan, hatası ile yüzleşmekten korkmayan, yalana, inkâra,
gizlemeye kaçmayan, korku ve çekingenlikle değil neşe ve atılganlıkla motive
olan samimi bir örgütlenme ile bu mümkün... Zor ama mümkün... Üstellik bu
“zor”un zorluk derecesi de giderek azalmakta. Yunanistan’da yaşananları
günlerdir konuşuyoruz. Türkiye’de AKP’nin ve Tayyip Erdoğan’ın tüm zulmüne
rağmen yükselen Gezi süreci de yeni gelişmelere gebe...
Yani hem Yunanistan hem de Türkiye’de umulmadık şeyler oluyor, bu da Kıbrıs’ta
artık akvaryumun suyunun değişmekte olduğunun bir göstergesi. Yakın geçmişte
“radikal”sayılan fikirlerin yakın gelecekte halkımız tarafından yaygınlıkla
benimsendiğini görmek birçoğunu şaşırtabilir. İşte o zaman, bugün “hayal”
sayılanların “realite” haline geldiğini yaşayarak görebiliriz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder