Kamuda mesai saatlerinin değiştirilmesi ile birlikte
verimlilikte artış olacağını iddia edenler var. Diyorlar ki; “üretken ve verimli bir yapıya yoğunlaşmadan
tartışmayı kuru gürültüye” boğuyorsunuz! Ve mesai saatleri üzerinden
gerçekleşen neo-liberal saldırıya karşı çıkanları “samimiyete” davet ediyorlar.
O halde biz de tüm samimiyetimizle konuşalım...
***
Mesai saatleri tartışması, her zaman ve her
ülkede emek ile sermaye arasındaki sınıf mücadelesinin bir parçası olmuştur.
Sermaye kural olarak mesai saatlerini arttırıp ve ücretleri düşürmeye çalışır,
emek cephesi de mesai saatlerini kısaltıp ücretleri arttırmaya...
Uzun uzun bu konudan bahsedecek değilim, ancak yukarıda
yazığımın bir istisnası var onu da belirtmek gerek: Yüksek teknoloji yoğunluğu
olan sermaye biçimleri her zaman mesai saatlerine odaklanmaz. Mesai saatlerine
odaklanan ve bu yolla “verimlilik” artışı bekleyenler daha çok “emek yoğun”,
“ilkel” sermaye sahipleridir. Amerika Birleşik Devletleri’nde kölecilik yandaşı
“güney” ve kölecilik karşıtı “kuzey” arasındaki ‘iç savaş’ bu iki sermaye
modelinin kendi “verimlilik” koşullarını birbirlerine dayatma girişimidir...
Kısacası ülkemizde yaşanan ‘kamuda mesai saatleri’
tartışmasını bu genel bağlamın içinde düşünmeden “samimi” bir tartışma
yürütmemiz mümkün değil...
Bu genel bağlamın yanında, ülkemizin özel bağlamından da
bahsetmek gerekiyor. Yaklaşık on yıldır üzerinde yaşadığımız topraklar topyekün
bir sermaye saldırısı altındadır...
Bu saldırı emeğe, doğaya, kadınlara ve gençlere yönelik
amansız bir şiddet biçiminde kendini gösteriyor. Az önceki cümleyi öylesine bir
“ezber” olarak yazmış değilim: Doğa Karpaz’dan Ercan’a kadar durmak bilmeyen
amansız bir saldırı altında; kadınlara yönelik giderek muhafazakarlaşan sosyal
ortam, benzer örneklerinde olduğu gibi (Teacher, Çiller, Merkel) bizde de
“kadın eli ile” uygulanma kıvamına gelmiş durumda; gençlerin ücretsiz eğitim
hakkından tutun da, burs, emeklilik ve sosyal güvenlik gibi tüm hakları ayaklar
altında...
Ve emek cephesi neredeyse bu saldırıda en çok yara
alanlar arasında: Emeklilik yaşını arttıran sözde Sosyal Güvenlik Yasası, bir
türlü artmayan asgari ücret, maaşları düşüren ve emekçileri bölen Göç Yasası, hızla
çoğalan “iş kazaları”, kapatılan kamu kurumları, sendikaların
itibarsızlaştırılması girişimleri, sağlık ve eğitimde piyasalaşma yolu ile
halkın cebinden sermayeye doğru akıtılan değer hep son on yılın meyveleri... Ve
“kamuda mesai saatleri” denilen “tartışma”, bu genel ve özel bağlamın doruk
noktasını oluşturmakta...
Yukarıda özetlediğimiz sermaye saldırısı; sözde solcu
hükümetler eli ile getiriliyor, gazete köşelerini zapteden sözde solcu kanaat
önderlerince savunuluyor, sermayedarların alkışları eşliğinde dayatılıyor ve
polis copu ile kafamıza vura vura uygulanıyor...
Haklarımızı savunduğumuz zaman ise “mağdura soyunduğumuz”
iddia ediliyor...
Diyorlar ki; “üretken
ve verimli bir yapıya yoğunlaşmadan tartışmayı kuru gürültüye”
boğuyorsunuz! Ve mesai saatleri üzerinden gerçekleşen neo-liberal saldırıya
karşı çıkanları “samimiyete” davet ediyorlar. O halde biz de tüm
samimiyetimizle konuşalım...
***
Bu ülkede onyıllarca 7 ay kış mesaisi (08:00-17:00) 5 ay
yaz mesaisi (08:00-14:00) uygulandı. Son UBP hükümeti döneminde bu saatler
08:00-15:30 şeklinde değiştirildi... Şimdi ise “verimlilik” adına 12 ay boyunca
08:00-17:00 şeklinde bir dayatma ile karşı karşıyayız...
Verimlilik konuşulmadan “samimiyetsiz” olacağımızı iddia
eden kanaat önderleri, hangi bilimsel veriye dayanarak konuşuyorlar? Bu ülkenin
kendi pratiğine dayalı üç değişik mesai uygulamasının verimlilik ölçütlerini
niye bizimle paylaşmıyorlar? Onyıllar boyunca her yıl 7 ay uygulanmış olan kış
mesaisinde verimliliğimiz neydi? Buna ilişkin bir veri var mı ellerinde? Yok!
Öyle bir veri yok, çünkü dertleri verimlilik değil...
Sadece “mağdura soyunuyorlar”, “veri paylaşmadan sadece bağırıyorlar” ve
verimlilik “sloganı giydirilmiş cümleler arasında” emek cephesini
“itibarsızlaştırma temelli arayışları”na yoğunlaşıyorlar...
Ve o çok önem verdikleri “verimlilik” sözünün, suyunu
vermek için ezilen üzümün, emeğin limon gibi sıkılmasının “şık bir şekilde
ifade edilmiş” biçimi olduğunu da söylemiyorlar...
Dünyada verimlilik oranında en hızlı artış gösteren
ülkenin Hitler dönemi Almanyası olduğunu da anlatmıyorlar...
Ama ne hikmetse bizi samimiyete çağırıyorlar. O halde biz
de tüm samimiyetimizle konuşalım...
***
Göç Yasası gündeme geldiği zaman, kamuda örgütlü
sendikalar bu yasaya var güçleri ile karşı çıkmıştı. Ancak özel sektör
çalışanları, konunun kendilerini ilgilendirmediğini düşünerek süreci
seyretmekle yetinmişlerdi. Seyretmekten öte, kamuda maaşların düşmesini bir
olumluluk olarak görenlerin o dönem çoğunlukta olduğunu bile söyleyebiliriz.
Hükümet, sermaye ve medyadaki kalemşörleri özel ile kamu emekçilerini birbirine
düşürerek geçirmişlerdi Göç Yasası’nı...
Sonra olanlar ise kamudan çok özel sektörü etkiledi:
Kamuda işe giriş maaşları düşünce, asgari ücret yıllarca artmadı,
arttırıldığında ise komikten de öte rakamlarla bizimle dalga geçildi...
Kamuda maaşların düşmesi en fazla özel sektördeki
maaşlara yansıdı... Çünkü sermayedarlar açısından “kendileri ile haksız rekabet
yapan kamu” örneği geriletilmiş, rahatlama yaratılmıştı. Artık maaş konusunda
tehlike yoktu...
Şimdi ise sıra, mesai saatlerine ve izinlere geldi...
Yine aynı strateji takip ediliyor... Özel sektör
çalışanlarına “bakın bu verimsiz memurlara, siz çalışırsınız ama onlar çalışmak
istemiyor”, “verimsizdirler” deniliyor... Çıkarları ortak olanlar, birbirine düşürülmeye
çalışılıyor...
Oysa kamuda mesai saatleri uzadığı zaman, mevcut durumda
17:00-19:00 bandında olan özel sektör mesai bitişleri kısa zamanda 18:00-20:00
bandına kayacaktır...
Bunu tahmin etmek için alim olmaya gerek yok... Patron
örgütlerinin kamu mesai saatleri ile nasıl yakından ilgilendiklerine bakın,
kamu emekçilerinin işten çıkınca alışveriş yapabilmesi için piyasanın açık
olması gerektiğini düşünün ve Göç Yasası örneğini hatırlayın...
Kamuda mesai saatleri uzadığı andan itibaren, bu durum özel
sektöre misliyle yansıyacak ve limonlardan daha çok su çıkacaktır, yani
“verimlilik” artacaktır!
Samimiyet mi?
Madem samimiyettir konu, o halde esas meselenin “kamudaki
mesai saatleri” olmadığını, aksine “özel sektördeki emekçilerin sömürüsünü
arttırmak gayesi” olduğunu konuşmamız gerekmez mi?
Yoksa konu samimiyet değil de, “duygusal ve naif”
görünmek mi?
***
“Biraz daha samimi olsak”
Sınıf mücadelesinden konuşsak!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder