Cumhurbaşkanlığı seçimleri yaklaştıkça sohbetlerin konusu
da “seçimi kim kazanacak” eksenine doğru kaymaya başlıyor.
Bir süreden beridir “anketlere” yönelik güven
zayıfladığından ve “süpriz” seçim sonuçları “olağan” hale geldiğinden dolayı da
tüm adaylar “kazanacakmış” gibi davranıyor, hissediyor.
Yunanistan’da yaşanan Syriza depremi, ülkemizde son genel
seçimlerde Toplumsal Varoluş Güçleri’nin barajı zorlamış olması ve LTB
Başkanlığı konusunda BKP-TDP-Baraka ittifakının başarısı da “mümkün”ü daha
yakın bir olasılık kılıyor...
Kısacası bir “neden olmasın” durumu hakim genel havaya...
***
1990’lı yıllarda zaferini ilan eden serbest piyasa
ekonomisinin duvara tosladığı ayan beyan ortada...
Tüm kibiri ile “tarihin sonu”nu ilan eden, “sosyalizmin
bitişini” şampanya patlatarak kutlayan, Moskova’ya Mc Donalds açıp Küba’ya
“müze” muamelesi yapan kapitalizm; yaklaşık on yıldır hem uzun hem de derin bir
krizi deneyimliyor.
Dünyanın her yerinde halklar öfke ile sokağa çıkıyor,
hemen her alandan yükselen mücadeleler egemenleri zora sokuyor ve seçim dahil
hemen her aracı kullanan yeni bir muhalefet dalgası çevremizi sarıyor.
Geçmişte “seçimler”i
savunan sol ile, “ayaklanma”yı
savunan sol, “genel grevi” savunan
sol ile, “gerilla mücadelesini”
savunan sol arasında kalın çizgiler çizilebilirdi. Bu “stratejiler”den herhangi
birini savunanlar, diğerlerini en iyi ihtimalle “teorik yetersizlikle” en kötü
ihtimalle “ihanet içinde olmakla” suçlardı...
Oysa şimdi neredeyse her coğrafyada sokak ile sandığı
birleştiren bir muhalefet hattı örülüyor. Venezuella, Yunanistan ve İspanya
bunun en somut örnekleri... Grevle, sokak eylemleri ile, seçimlerle ve
faşistlere karşı meşru müdafaa koşulları gerektirdiği oranda silahla ilişki içinde
yeni bir direniş dalgası...
En ilgi çekici olan ise; yeni bir dünya kurmak için kitleler nezdinde bir umut olmaktan
çıkmış olan sosyalizmin, kapitalist barbarığa direniş için tek çare olarak dirilişi...
Dünyamızda tam anlamıyla “bir hayalet dolaşıyor”...
***
Dünya ekseninde kitleler “radikal” ve öfkeli siyasetlere
giderek daha fazla sığınırken; bizde de durumun daha farklı olmadığının altını
çizmekte fayda var...
Olgun, “ayakları yere basan”, kravatlı, soğuk kanlı,
sağduyulu, tecrübeli ve “ne yaptığını bilen” partiler giderek daha “soğuk” bir
görünüm çizmekte...
Kitleler için; heyecanlı, öfkeli, proaktif, tepkisel,
tekinsiz, genç, şeffaf ve temiz hareketler giderek daha çekici hale gelmekte...
Burada önemli olan noktanın altını çizmek istiyorum:
Mutlak umutsuzluk koşullarında, egemenlerin muazzam ölçekli kuvvetinin
karşısında kitleler; “yeni bir sürecin inşaasını” uzak bir ihtimal gördükleri
için “olgun ve sağduyulu” bir muhalefet arayışında değiller. Tam aksine,
siyaset, hukuk, medya ve silahlı güçleri ile sarsılmaz bir blok görünümü çizen
egemenlerin yarattığı ezici ve boğucu baskı ortamında; “bir gün bir çılgınlık
edip” her şeye direnecek, sadece direnecek, yere serildikçe yeniden ayağa
kalkıp direnmeye devam edecek ve direnmekten başka bir şey istemeyecek kadar hesapsızca
direnecek bir ruh hali sarıyor her yeri...
Elbette egemenler de bunun farkında. Farkında oldukları
için de kitlelerin arzularına uygun çıkışlar yapan yeni işbirlikçilik modelleri
geliştiriyorlar...
Yemin etmeme numarası yapan milletvekilleri, polis genel
müdürünü azarlama taktiğine yatan başbakanlar, geçmişle yüzleşirmiş gibi
davranan parti genel sekreterleri hep bu sürecin ürünü...
İşbirlikçiler direnenleri taklit ederken, direnenler de
egemenleri taklit etmekten çekinmiyor elbette...
Biraz palazlanan direniş odakları “kim daha olgun”, “kim
daha tecrübeli”, “kim daha soğuk kanlı” yarışına giriyor ve direnişten koptuğu
oranda; öfkesini, heyecanını, tepkiselliğini kaybederek hızla sönümlenme
sürecine giriyor...
***
19 Nisan 2015 tarihi hızla yaklaşırken eski pozisyonunu
koruyan tek bir aday var. Yaşı el vermediği için midir, yoksa bir bildiği
olduğundan mıdır bilinmez, Derviş Eroğlu; ne işbirlikçiliğini, ne çağın
gerisinde kalmış olduğunu, ne egemen düzene karşı en ufak bir tepki bile beslemediğini,
ne de bize içinde yaşadığımız çamurdan başka bir gelecek önermediğini gizleme
ihtiyacı hissediyor... “Türkiye’ye en iyi ben hizmet ederim”den öte bir mesajı
olmayan Eroğlu ikinci tura kalacak gibi görünen seçimlerin her iki turda da
yarışacağı kesin olan yegane adayı gibi duruyor...
Son yıllarda işaret ettiği her adayın başını derde sokan,
kaybetmesine neden olan TC ise, yaşadıklarından ders çıkarmış olacak ki; Sibel
Siber’e olan sempatisini gizlemek için elinden geleni yapıyor...
Üzerinde yaşadığımız ada yarısında son zamanların en
ilginç seçim süreci yaşanıyor... Hayatımızın her alanına müdahale eden TC,
gönlünü verdiği adayın seçilmesi için sessizliğini koruyor; ancak onu temsil
ettiğini iddia eden başka adaylar ortalarda cirit atıyor... Halkta büyük bir
heyecan yaratan ittifak süreci bu seçim ortada yok; ancak o ittifakı berhava
eden bir çıkışla kendi bireysel varlığının aynı kolektiviteyi temsil ettiğini
ima eden adaylar seçimde yarışıyor...
Açıktır ki bu ülkede hem egemenler hem de direnenler
açısından ciddi bir temsiliyet krizi yaşanıyor...
Egemenlerin her zaman olduğu gibi kazanması kaçınılmaz
olan bu sürecin sonunda, bize ise tek bir şeyden umudu kesmemek kalıyor:
Direniş...
19 Nisan 2015 tarihi gündemimize yerleşmeden önce iğne
ile kuyu kazarak oluşturulmuş olan ilişkiler korunabilirse... Bu ilişkiler
sadece ilişki düzeyinde değil ifade ettikleri programatik zeminde ve egemen
kesimler karşısında “gemileri yakan çılgınlık” boyutunda korunabilirse...
Sisteme angaje olan bir “akıl”, rejime karşı gereksiz bir “sorumluluk duygusu”,
egemenler çılgınca saldırırdığı oranda komikleşen bir “olgunluk” ve ortada
hesaplanacak hiçbir şey kalmamışken anlamsız bir “hesapçı kurnazlık”; heyecanlı,
tekinsiz, hesapsız, öfkeli ve “zaten yenilmişim o zaman bari teslim olmayayım”
motivasyonlu bir direniş coşkusunun yerini almazsa...
Yani sadece ve yalnızca direniş ruhu bu ince hesapların
buzlu sularından tüm sıcaklığı ve kor alevi ile ayakta çıkabilirse...
En zor sınavı atlatmış olacağız. İşte o zaman şüphe yok
ki; biz kazanmış sayılacağız...
***
Bu seçimlerden bir şey istediğimiz yok...
Direnmek için bize gereken “çılgınlığı” kaybetmeyelim
yeter...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder