Bu
coğrafyada bağımsız ve halkları kardeş bir Kıbrıs yaratma mücadelesi Baraka ile
başlamadı. “Bağımsız Kıbrıs Bütün Halklar Kardeştir” sloganı çerçevesinde bir
siyasal mücadele hattı ören yüzlerce devrimci ve birçok örgüt vardır Kıbrıs’ın
tarihinde. 1970’li yıllarda Devrimci Grup ve Halk-Der; 1980’li yıllarda
Özgürlük, Kıbrıs Devrimci Yüksek Öğrenim Gençliği, Kıbrıs Halk-Der ve 1990’lı
yıllarda Demokratik Gençlik Hareketi, Bağımsız Gençlik Platformu gibi yapılar
Kıbrıs’ın bağğımsızlık bayrağını hep yükseklerde tuttular. Ancak geçmiş dönemin
siyasal sorunları, ideolojik atmosferi ve kültürel imkanları ile bugünküler bir
ve aynı değildir. Aynı siyasal hattı devam ettiriyor olmamız, geçmişin
ezberleri ile yola devam edebileceğimiz ve bugünün koşullarını tahlil
etmeyeceğimiz anlamına gelmez.
“Değişim”
diyalektiğin temel kuralıdır. Her şey değişir, dönüşür, farklılaşır... Ancak
bizler, toplumsal yaşamı sadece “diyalektik” yöntem aracılığı ile değil
“materyalist” bir felsefe temelinden de yorumlamalıyız. Bu yüzden ortaya çıkan
değişimin maddi temelinin tahlil edilmesi bizim yöntemimizin esasını
oluşturmalıdır. Buna bizden çok önceleri “somut koşulların somut tahlili” ismi
verildi. Ve değişimin somut bir temelden tahlil edilmesi gerektiği vurgulandı.
“Değişim”
yaşamın her alanına dair bir olgudur. Sınıflı toplumların ortaya çıktığı günden
bugüne içinde yaşadığımız bir sömürü çağıdır. Ancak biz, gene de sınıflı
toplumların kendi içinde geçirmekte olduğu değişimi tahlil etmekteyiz. Köleci
sistemi, feodal sistemi veya kapitalizmi; “nasıl olsa hepsi de sınıflı toplum”
diyerek aynı kefeye koymuyoruz. Her bir sistemin kendi içinde barındırdığı
ilerici ve gerici unsurları, sistemin devamlılığını nasıl sağladığını, siyasal,
kültürel, ekonomik, sosyal dinamiklerini tahlil ediyoruz ve her birine farklı
isimler verme gereği duyuyoruz. Tıpkı bunun gibi kapitalist üretim ilişkilerini
de değerlendirmeye tabi tutuyor, merkantil dönem, serbest rekabet dönemi,
emperyalist dönem gibi olguları birbirinden ayrıyoruz. Bunu yapmaktaki amacımız;
sınıfsız, ordusuz, devletsiz, parasız bir toplumsal yaşamın nasıl
kurulabileceğini anlayabilmek, dönüşümün maddi temellerini çözümleyebilmek ve
tarihin uygun anında olayların gidişine müdahele edebilmektir. İşte 1900’lü
yılların başından beridir dünyamızın içerisinde bulunduğu emperyalist dönemin
de niteliksel anlamda hiç değişmeden kaldığını söylemememizin nedeni budur.
Kapitalizmin emperyalist bunalım dönemlerinin tahlil edilebilmesi bizim
yöntemimizin esasını oluşturuyor.
Emperyalizmin
Neo-liberal IV. Bunalım Dönemi, diğer hiçbir döneminde olmadığı gibi sadece
ekonomik anlamda yansımaları olan bir dönem değildir. Son on yılda adını
herkesin diline doladığı ve “öğrendiği” neo-liberalizm’in küresel ekonomininin
farklı bir örgütlenme biçiminden ibaret olmadığını anlamak gerekiyor. Nasıl ki
emperyalist aşamaya geçiş kapitalistlerin bireysel tercihlerine kalmış bir şey
değilse ve nasıl ki emperyalist aşamaya geçişle felsefe, siyaset, kültür,
ekonomi vb. yaşamın her alanına yansımalar gerçekleşirse; neo-liberal dördüncü
bunalım dönemi de bu şekilde kavranmalıdır. Bugün neo-liberalizm solun büyük
bir bölümü tarafından sadece ekonomiye olan yansımaları ile tartışılmaktadır.
Oysa ekonomik alanda yaşanan değişimler kadar toplumsal yaşamı etkileyen
kültüre, felsefi ve siyasal yansımaları ihmal edilmemelidir. Neo-liberalizmin
kültürel, felsefi alanda yansıması post-modernizm, siyasal alandaki yansıması
ise sol liberalizm’dir.
Sol
liberalizm, temel olarak bir yenilgi ideolojisi olarak ortaya çıkmış ve geçmiş
dönemin revizyonist siyasetlerinden, yıpranmış devrimci örgütlerine kadar çok
geniş bir kesimi etkilemiştir. Bunun yanında sendikal, gençlik, kadın, ekoloji
vb. alanlara yuvalanarak alan yabancılaşmasına dayalı, kimlik siyaseti eksenli
bir kitleselleşme dinamiğine sahiptir. Bugün bizim ülkemiz Kıbrıs’ta sol
siyasal yaşamın kutuplaştığı üç ana eksenden en hacimlisi, en kitleseli sol
liberalizmdir. Sol siyasal yelpazede
kabaca sınıflandırıldığında sol liberal, devrimci ve gelenekselci sol yapıların
olduğu söylenebilir. Gelenekselci sol yapılar sürekli olarak geçmiş ezberleri
tekraralayan, slogancı, biçimci ve sekter karakterleri ile herhangi bir varlık
gösterememektedirler. Ama bunun tam tersine, sol liberalizim neredeyse Kıbrıslı
Türk solunun tamamına hakimdir.
Sol
liberal yapıların en sağında bulunan CTP’den, en solunda bulunan YKP’ye kadar
her birinin farklı öncelikleri, güdülenmeleri ve dinamikleri vardır. Bu
yapıların kendi aralarındaki farklılıkları görmek, bilmek, tahlil etmek
önemlidir. Ancak bunların hepsine sol liberal denebilmesinin nedenleri de
önemlidir.
Sol
liberal siyasetler; (neo-liberal görünmez el yaklaşımına benzer bir şekilde)
siyasette özne fikrine karşı alerjiktirler, irade fikrine antipatik
yaklaşırlar, avrupa merkezcidirler, ideoloji yerine söylem terminolojisini
kullanırlar ve “büyük anlatı” adını vererek bütünsel her türlü yaklaşımı
reddederler. Kimlik temelli politikalar üretmelerine rağmen kimlik siyaseti
eleştirisi yaparlar; modernizm eleştirisi adı altında insanlık tarihinin
biriktirdiği akla, mantığa, felsefeye dair tüm çıkarımları totaliter bulup
reddederler, bazı açılardan felsefi anarşizme benzeseler de esasında Strinerci
(bireysel) anarşizme yakındırlar. Ezme ezilme ilişkisinde ezilenlerden yana
tavır aldıklarını ilan ederler ancak eleştirilerini daha çok ezilenlere ve
onlarla birlikte mücadele edenlere yöneltirler. Faşizm ile sosyalizmi, dinsel
gericilik ile Marxsizmi bir tutarlar. Bireyi toplumun karşısına koyarlar. Her
fikri, her örgütlenmeyi, her duruşu atomize edecek kadar bireylere bölerler ve
siyasal hiçbir tavır alınamayacak derecede parçalarlar. Felsefi örnekleri
Marks’tan çok Focault’tan, siyasal örnekleri Marxsistlerden çok anarşistlerden
seçerler; aşırı akademik, hayattan kopuk ve kavram fetişizmi yaratacak kadar
ağdalı bir dil kullanırlar. Bu aslında sol liberallerin devrimci sol için
hazırlanmış en cidddi tuzağıdır. Çünkü sol liberallerin kendi dillerini
oluştururken, halk kitleleri ile diyalog kurmak gibi bir dertleri olmadığından,
sol liberallerin terminolojisini kullanan sol da halktan kopar...
Bağımsız
bir Kıbrıs, sınırsız bir dünya ve halkları kardeş bir insanlık için yani
sosyalizm için yürüttüğümüz mücadelede, sol liberalizmin veya post modernizmin
bize sağlayacağı hiçbir aracı, işimizi kolaylaştıracak hiçbir yöntemi, algımızı
açacak hiçbir fikri yoktur. Tam aksine varlık nedeni, kendisine kapıldığımız
oranda araçlarımızı ellimizden almak, fikirlerimizi bulanıklaştırmaktır.
Üstelik bu öylesine sofistike bir biçimde yapılmaktadır ki, postmodern, sol
liberal yaklaşımlar herkesten önce postmodernizm, sol liberalizm eleştirisi
yapmak amacıyla sıraya girmektedir.
Marksistlerin
yapması gereken ise çok da karmaşık değildir. Ezbere düşmeden temellere bağlı
kalmak, pratikten kopmamak, halk ile sürekli diyalog içinde olmak, derdini anlamak ve derdimizi
anlatmak istediğimiz insanların emekçiler, ezilenler, kısacası bizim gibi
sıradan insanlar olduğunu unutmamak ve akademik terminolojilerin aslında bir
şey anlatmak, anlamak üzere değil tam aksine bir şeyleri gizlemek ve kavranamaz
hale getirmek için kurgulandığını bilerek hareket etmektir...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder