17 Ekim 2012 Çarşamba

Tecavüz Kaçınılmazsa



Sevdiğim bir arkadaşım var...
Açık sözlü bir insan, samimi ve dürüst...
Kendisi ile fikirlerimiz farklı olmasına rağmen, rahatça sohbet edebiliyor ve birbirimize saygı duyabiliyoruz...
Arkadaşım UBP’li...
Herhangi bir mevki, makam sahibi değil...
Kıbrıslı Elenlerin büyük bir çoğunluğunun Kıbrıslı Türkleri istemediğini düşünüyor...
Bu düşmanlığın bir gün değişebileceğini, daha çok Kıbrıslı Elen liderliğinden kaynaklı olduğunu falan kabul ediyor...

Ancak kısacık ömründe bu gibi şeylerle uğraşmak istemiyor...
“Bugün Kıbrıslı Elenlerin büyük çoğunluğu bize düşmansa, kendimizi onlardan sakınmalıyız” diye düşünüyor...
Kuru kuruya milliyetçi değil kısacası...
Üstelik, “Türk milliyetçisi” hiç değil...
Bir kere kendisini “Türk” olarak değil, “Kıbrıslı Türk” olarak görüyor...
Türkiye’nin tamamen kendi çıkarları için Kıbrıs’ta olduğunun da farkında...
Ve en önemlisi de, kendi partisi de dahil olmak üzere bütün düzen partilerinin yolsuzluklarının, düzenbazlıklarının, yalanlarının bilincinde...
Yaptığımız sohbetlerde, durum değerlendirmelerimiz neredeyse tamamen örtüşüyor.
Kıbrıslı Elen liderliğinin sahtekarlığı, Kıbrıslı Elen halkının bizen bir farkı olmadığı...
Kıbrıslı Türk liderliğinin yozlaşmışlığı, Kıbrıslı Türk halkının zayıflığı...
AKP de dahil bütün Türkiye hükümetlerinin ve bir bütün olarak TC devletinin; Kıbrıslı Türkleri değil Kıbrıs’taki stratejik, mali ve askeri çıkarlarını düşündüğü...
ABD’nin Türkiye’yi Kıbrıs’taki kendi çıkarlarının maşası olarak desteklediği...
Durum değerlendirmesi olarak aklınıza gelebilecek her şey kısacası...
Ayrıldığımız nokta ise, bu durumda ne yapılacağı oluyor her zaman...
Ben onu fazla pragmatist, fazla teslimiyetçi ve fazla kolaycı buluyorum...
O ise benim hayatımı zorlaştırmaktan zevk aldığımı, fazla idealist olduğumu ve aşırı dik kafalılığımla kendime zarar verdiğimi...
Kısacası, UBP’li arkadaşım ve ben; anlaşamadığımız her şey konusunda net bir şekilde anlaşıyoruz...
***
Geçenlerde bu arkadaşımla karşılaştım...
Gazete haberlerinin fazla etkisinde kalmış olmalıyım ki; UBP Kurultayı’nda hangi adayı desteklediğini sordum arkadaşıma...
Ve aslında hiç şaşırmamam gereken bir yanıt aldım... “İrsen Küçük”
Sonradan düşündüğümde, bu soruyu neden sorduğuma ben de bir anlam veremedim aslında...
İrsen Küçük veya Ahmet Kaşif arasında herhangi bir fark yok benim açımdan...
Ama bir UBP’li olan arkadaşımın İrsen Küçük’ü destekliyor olmasına şaşırmadım desem yalan olur...
“Neden?” diye sormamla, “Çünkü İrsen Küçük kazanacak” yanıtını almam hemen hemen aynı anda gerçekleşti...
Arkadaşım İrsen Küçük’ün herhangi bir vizyonu olmadığı (tıpkı Kaşif gibi), Tayyip Erdoğan tarafından desteklendiği (tıpkı Kaşif’i Eroğlu’nun desteklediği gibi), Tayyip karşısında onursuz bir duruş içinde olduğu (tıpkı seçilirse Kaşif’in de olacağı gibi), etrafındaki herkesin çıkarcı ve ikiyüzlü olduğu (tıpkı Kaşif’in etrafındakiler gibi) konularında benle hemfikirdi... Hatta benden fazlasını söylüyordu bile diyebilirim...
Tek bir farkımız vardı, o tüm bunları soğukkanlı bir durum tespiti olarak söylüyordu; ben ise duygusal bir tepki hissederek. Aynı şeyleri görüyor ama farklı sonuçlara varıyorduk. Tıpkı TC – kktc ilişkilerinde olduğu gibi...
Durum tespitlerimizi aynı, yapılacaklar listelerimiz ise farklıydı bu arkadaşımla...
O güçlü olanı tespit etmek için durum değerlendirmesi yapıyordu...
Ben haklı olanı tespit etmek için...
O güçlü olanın elbet haklı kabul edileceğini söylüyordu...
Ben haklı olanın elbet bir gün kazanacağını...
***
Bugüne kadar olan hiçbir konuşmamızda sözcükler negatif bir tonda gerilmemişti...
Sanırım, bir UBP’linin mevcut durumun tespitini olsun düzgün bir şekilde yapması yeterli gelmişti bana hep...
Ve hiçbir zaman daha fazlasını beklememiştim ondan...
Üstelik aynı durum tespitini yapan iki insandan, ahlaki olarak daha ilkesel bir noktada bulunanın ben olmamdan da gizli bir haz duymuş olma olasılığım var...
Ama bu kez, UBP ile ilgili bir konuydu konuştuğumuz... Ve en azından kendi partisi ile ilgili ilkesel bir tutum bekliyordum ondan...
O ise yaşam felsefesi haline getirdiği tavrını bu konuda da sürdürüyordu...
İrsen Küçük ve ekibininin olumsuzluklarını, Tayyip’in yaklaşımlarının aşağılayıcılığını, camileri, külliyeleri, eğitimdeki ve sağlıktaki durumu sıraladım durdum arkadaşıma; sanki bunların Kaşif ile bir ilgisi varmış gibi...
Ve kanımı donduran o yanıtı aldım: “Tecavüz kaçınılmazsa zevk almaya bakacaksın...”
Her şeyin özetiydi bu yanıt aslında...
Sonrasında onura, insan olmanın erdemlerine ve direnmenin kişiyi yücelttiğine dair sözlerim  aramızdaki gerilimi biraz daha arttırmaya hizmet etti sadece...
Arkadaşımın hiçbir umudu yoktu ne UBP’den, ne de Kıbrıslı Türklerin herhangi bir kesiminden...
Olmakta olan olmaya devam edecekti!..
Ve mesele “olmakta olanı değiştirmek”le değil, kendini “olmakta olana uydurmak”la ilgiliydi...
Durum tespitini de bu yüzden yapıyordu zaten...
***
UBP Kurultayında İrsen Küçük mü kazanacak, yoksa Ahmet Kaşif mi?
Bilemiyorum açıkçası... Ama ikisine de ihtiyacı yok bu halkın, onu biliyorum...
Bu halkın kendi öz saygısını yeniden kazanmaya ihtiyacı var. Hem de acil bir şekilde...
Ve bu öz saygıyı kazandıracak olan biz solcuların söyleyeceği veya yazacağı herhangi bir şey de değil...
Kilise papazları gibi doğruyu vaaz edip, bu halkın ahlaki eksiklerini eleştirmemizin hiçbir faydası yok...
Olmayan bir şeyi var kabul edip abartılı bir şekilde bu halkı övmemizin de...
Bu halkın 1960’lı yılların direnişleri gibi direnişlere ihtiyacı var...
Kendi öz gücünü, yapabileceklerini, değiştirebileceklerini, durdurabileceklerini görmesi gerek... Görmesi, yaşaması ve yapması...
“Sıra kendilerine geldiği zaman mücadele edenlerden” bahsediyor ya, bazı gazete papazları son günlerde... İşte ancak sıra kendisine geldiği zaman mücadele edenlerin yapabileceği şeylere ihtiyacı var bu halkın... Ciddi şeylere...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder