Sevdiğim bir arkadaşım var...
Açık sözlü bir insan, samimi ve dürüst...
Kendisi ile fikirlerimiz farklı olmasına rağmen, rahatça
sohbet edebiliyor ve birbirimize saygı duyabiliyoruz...
Arkadaşım UBP’li...
Herhangi bir mevki, makam sahibi değil...
Kıbrıslı Elenlerin büyük bir çoğunluğunun Kıbrıslı
Türkleri istemediğini düşünüyor...
Bu düşmanlığın bir gün değişebileceğini, daha çok
Kıbrıslı Elen liderliğinden kaynaklı olduğunu falan kabul ediyor...
Ancak kısacık ömründe bu gibi şeylerle uğraşmak
istemiyor...
“Bugün Kıbrıslı Elenlerin büyük çoğunluğu bize düşmansa,
kendimizi onlardan sakınmalıyız” diye düşünüyor...
Kuru kuruya milliyetçi değil kısacası...
Üstelik, “Türk milliyetçisi” hiç değil...
Bir kere kendisini “Türk” olarak değil, “Kıbrıslı Türk”
olarak görüyor...
Türkiye’nin tamamen kendi çıkarları için Kıbrıs’ta
olduğunun da farkında...
Ve en önemlisi de, kendi partisi de dahil olmak üzere
bütün düzen partilerinin yolsuzluklarının, düzenbazlıklarının, yalanlarının
bilincinde...
Yaptığımız sohbetlerde, durum değerlendirmelerimiz
neredeyse tamamen örtüşüyor.
Kıbrıslı Elen liderliğinin sahtekarlığı, Kıbrıslı Elen
halkının bizen bir farkı olmadığı...
Kıbrıslı Türk liderliğinin yozlaşmışlığı, Kıbrıslı Türk
halkının zayıflığı...
AKP de dahil bütün Türkiye hükümetlerinin ve bir bütün
olarak TC devletinin; Kıbrıslı Türkleri değil Kıbrıs’taki stratejik, mali ve
askeri çıkarlarını düşündüğü...
ABD’nin Türkiye’yi Kıbrıs’taki kendi çıkarlarının maşası
olarak desteklediği...
Durum değerlendirmesi olarak aklınıza gelebilecek her şey
kısacası...
Ayrıldığımız nokta ise, bu durumda ne yapılacağı oluyor
her zaman...
Ben onu fazla pragmatist, fazla teslimiyetçi ve fazla kolaycı
buluyorum...
O ise benim hayatımı zorlaştırmaktan zevk aldığımı, fazla
idealist olduğumu ve aşırı dik kafalılığımla kendime zarar verdiğimi...
Kısacası, UBP’li arkadaşım ve ben; anlaşamadığımız her
şey konusunda net bir şekilde anlaşıyoruz...
***
Geçenlerde bu arkadaşımla karşılaştım...
Gazete haberlerinin fazla etkisinde kalmış olmalıyım ki;
UBP Kurultayı’nda hangi adayı desteklediğini sordum arkadaşıma...
Ve aslında hiç şaşırmamam gereken bir yanıt aldım...
“İrsen Küçük”
Sonradan düşündüğümde, bu soruyu neden sorduğuma ben de
bir anlam veremedim aslında...
İrsen Küçük veya Ahmet Kaşif arasında herhangi bir fark
yok benim açımdan...
Ama bir UBP’li olan arkadaşımın İrsen Küçük’ü destekliyor
olmasına şaşırmadım desem yalan olur...
“Neden?” diye sormamla, “Çünkü İrsen Küçük kazanacak”
yanıtını almam hemen hemen aynı anda gerçekleşti...
Arkadaşım İrsen Küçük’ün herhangi bir vizyonu olmadığı
(tıpkı Kaşif gibi), Tayyip Erdoğan tarafından desteklendiği (tıpkı Kaşif’i
Eroğlu’nun desteklediği gibi), Tayyip karşısında onursuz bir duruş içinde
olduğu (tıpkı seçilirse Kaşif’in de olacağı gibi), etrafındaki herkesin çıkarcı
ve ikiyüzlü olduğu (tıpkı Kaşif’in etrafındakiler gibi) konularında benle
hemfikirdi... Hatta benden fazlasını söylüyordu bile diyebilirim...
Tek bir farkımız vardı, o tüm bunları soğukkanlı bir
durum tespiti olarak söylüyordu; ben ise duygusal bir tepki hissederek. Aynı
şeyleri görüyor ama farklı sonuçlara varıyorduk. Tıpkı TC – kktc ilişkilerinde
olduğu gibi...
Durum tespitlerimizi aynı, yapılacaklar listelerimiz ise
farklıydı bu arkadaşımla...
O güçlü olanı tespit etmek için durum değerlendirmesi
yapıyordu...
Ben haklı olanı tespit etmek için...
O güçlü olanın elbet haklı kabul edileceğini
söylüyordu...
Ben haklı olanın elbet bir gün kazanacağını...
***
Bugüne kadar olan hiçbir konuşmamızda sözcükler negatif
bir tonda gerilmemişti...
Sanırım, bir UBP’linin mevcut durumun tespitini olsun
düzgün bir şekilde yapması yeterli gelmişti bana hep...
Ve hiçbir zaman daha fazlasını beklememiştim ondan...
Üstelik aynı durum tespitini yapan iki insandan, ahlaki
olarak daha ilkesel bir noktada bulunanın ben olmamdan da gizli bir haz duymuş
olma olasılığım var...
Ama bu kez, UBP ile ilgili bir konuydu konuştuğumuz... Ve
en azından kendi partisi ile ilgili ilkesel bir tutum bekliyordum ondan...
O ise yaşam felsefesi haline getirdiği tavrını bu konuda
da sürdürüyordu...
İrsen Küçük ve ekibininin olumsuzluklarını, Tayyip’in
yaklaşımlarının aşağılayıcılığını, camileri, külliyeleri, eğitimdeki ve
sağlıktaki durumu sıraladım durdum arkadaşıma; sanki bunların Kaşif ile bir
ilgisi varmış gibi...
Ve kanımı donduran o yanıtı aldım: “Tecavüz kaçınılmazsa
zevk almaya bakacaksın...”
Her şeyin özetiydi bu yanıt aslında...
Sonrasında onura, insan olmanın erdemlerine ve direnmenin
kişiyi yücelttiğine dair sözlerim
aramızdaki gerilimi biraz daha arttırmaya hizmet etti sadece...
Arkadaşımın hiçbir umudu yoktu ne UBP’den, ne de Kıbrıslı
Türklerin herhangi bir kesiminden...
Olmakta olan olmaya devam edecekti!..
Ve mesele “olmakta olanı değiştirmek”le değil, kendini
“olmakta olana uydurmak”la ilgiliydi...
Durum tespitini de bu yüzden yapıyordu zaten...
***
UBP Kurultayında İrsen Küçük mü kazanacak, yoksa Ahmet
Kaşif mi?
Bilemiyorum açıkçası... Ama ikisine de ihtiyacı yok bu
halkın, onu biliyorum...
Bu halkın kendi öz saygısını yeniden kazanmaya ihtiyacı
var. Hem de acil bir şekilde...
Ve bu öz saygıyı kazandıracak olan biz solcuların
söyleyeceği veya yazacağı herhangi bir şey de değil...
Kilise papazları gibi doğruyu vaaz edip, bu halkın ahlaki
eksiklerini eleştirmemizin hiçbir faydası yok...
Olmayan bir şeyi var kabul edip abartılı bir şekilde bu
halkı övmemizin de...
Bu halkın 1960’lı yılların direnişleri gibi direnişlere
ihtiyacı var...
Kendi öz gücünü, yapabileceklerini,
değiştirebileceklerini, durdurabileceklerini görmesi gerek... Görmesi, yaşaması
ve yapması...
“Sıra kendilerine geldiği zaman mücadele edenlerden”
bahsediyor ya, bazı gazete papazları son günlerde... İşte ancak sıra kendisine
geldiği zaman mücadele edenlerin yapabileceği şeylere ihtiyacı var bu halkın...
Ciddi şeylere...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder