7 Kasım 2012 Çarşamba

Yalancının Mumu Yada Sol Liberalizme Farklı Bir Tanım



Yalan siyasette bir araç olarak kullanılabilir mi?
Yani pratik olarak kullanılıyor onu biliyoruz da, kullanılmalı mı?
Kullanıldığı takdirde, sonuçları her zaman olumsuz mu olur?
Yalan söyleyen her daim zararlı mı çıkar?
Ya da şöyle soralım, “yalancının mumu” atasözünde de söylendiği gibi en fazla “yatsıya kadar” mı “yanar”?
Biliyoruz siyasal mücadelenin türlü çeşitli araçları vardır...
Belli bir hedefe doğru hareket eden insanlar da, bu hedeflerine varmak için siyasal araçlardan faydalanırlar...
Peki yalan söylemek, eksik bilgi vermek, muhatabının söylemlerini çarpıtmak, cımbızlamak, bağlamından koparmak ve saptırarak farklı anlamlar yüklemek bu araçlardan sayılabilir mi?
***
Kıbrıs siyasal hayatında yalan ile ilgili epey birikimimiz var...
UBP’nin son seçim öncesi sendikalara verdiği yazılı söz hepimizin malumu...
Ya da Eroğlu Cumhurbaşkanı olunca, ‘emanetçi başkan’ olarak koltuğa oturmak için İrsen Küçük tarafından “kurultayda aday olmayacağına” dair delegelere verilen yazılı söz de öyle...
Bunlar yazılı olanlar...
KTHY, DAÜ-DAK, AÖA, Elektrik ve Telefon  süreçlerinde ne yalanlar söyledi UBP yetkilileri...
Sözlü yalanlar bakımından UBP’nin icraatlarının dökümünü çıkarmak mümkün değil...
Ve bu konuda UBP ile belki de sadece Tayyip Erdoğan yarışabilir...
Biliyorsunuz, açlık grevcileri için “yiyorlar içiyorlar, açlık grevi yok” dedi, hemen ardından da “Kıbrıs diye bir yer yok” açıklaması geldi.
Sanırım yalan konusunda da bazı bilimsel yaklaşımlar geliştirmek mümkün...
Ne kadar büyük yalan söylerseniz, o kadar inandırıcı oluyor...
İnsanlar, “yahu bu kadar da yalan olmaz, herhalde doğrudur” diye apışıp kalıyor...
Tayyip Bey için söylenen güzel bir söze değinip ülkemize dönelim biz: “Atma Recep din kardeşiyiz...”
***
Ama sadece sağcı siyasetçiler yalan söylemiyor ki...
Solda da bol bol yalan var...
Mesela CTP, BDH ve ÇAP arasında imzalanan protokolü hatırlıyor musunuz?
Hani 26 milletvekilini bulurlarsa koalisyonu beraber kuracaklar ve asla UBP veya DP ile hükümet kurmayacaklardı...
Hemen ardından, CTP-BDH koalisyonu mümkünken; CTP-DP koalisyonu kurulmuştu...
O zaman da imzalı protokol metni gazetelerde yayınlanmıştı...
Sonra emeklilik yaşını arttırıp, kadınların yıpranma payını kaldıran, Göç Yasası’nın altyapısını hazırlayan Sosyal Güvenlik Yasası’nı getirdi CTP... Ve buna Tek Sosyal Güvenlik adını verdi...
Yasa 2007’de geçti... Memlekette tek sosyal güvenlik var mı sizce?
Karpaza elektrik götürülmesi sürecinde de CTP’den türlü çeşitli yalanlar dinledik...
Ama en son ve en güzel yalanları: “Biz Göç Yasası’nı geçirmemek için seçime gittik” şeklinde olandır...
Ne güzel bir yalandır o...
Göç Yasası’nı ‘geçirmemek için seçime giden’ CTP, nedense bunu seçim sürecinde bir kez bile söylememiş; seçimler bitip de hükümet dışında kaldıktan 6 ay sonra birden bire söylemeye başlamıştır...
Yalan denen şeyin en kötü tarafı da sanırım budur...
Yalan söyleyen, lafı ortaya atar...
Yalanın doğrusunu anlatmak isteyen de vır vır vır konuşmak zorunda kalır...
İnsanlar da haklı olarak tepki gösterir...
Çünkü belirli mantık zincirlerini, olguları, belgeleri takip edip hafiyecilik oynamak istemez çoğu kişi...
***
Yalanı söyleyenin inandırıcı bulunmasının bir nedeni de sanırım şu “yalan da olsa hoşuma gidiyor” sözünde gizlidir...
Michael Shermer “İnsanlar Neden Saçma Şeylere İnanırlar” isimli kitabında, yalanın alıcısı ile satıcısı arasındaki bir ilişkiye dikkat çekmiştir: Yalan söyleyen, genelde insanlara duymak istediklerini söyleyen pozitif kişi olarak görülür. Yalanın peşinde koşup onu ortaya çıkaran ise, mutlu tabloyu yıkan negatif kişi...
Bir kınama cümlesi bile var bu konuda; “Doğrucu Davut!”
İyi bir yalancı, kime ne yalan söyleyeceğini, kimden hangi bilgiyi gizleyeceğini ve kimin lafını nasıl saptıracağını bilen kişidir.  Ve sanmayın ki, kişinin (örgütün) yalanının ortaya çıkması ile sorun çözülür...
İş hiç de öyle değildir.
İnsanlar bilir ki, kimse mükemmel değildir. Ve ortada bir yalan olsa dahi, sevdikleri kişileri (bazen onları sevmelerine neden olan olaylar aslında gerçek olmasa dahi) sarıp sarmalamak eğilimindedirler.
İşte tarih boyunca bütün yalancıların en iyi bildiği ve arkasına saklandığı altın kural budur...
*** 
Ama iş siyasetle bağlantılı olunca yalan üç düzeyde söylenir; halka, parti kitlesine ve kendi kendine...
Sağcılar için halka ve parti kitlesine yalan söylemek siyasetin şartıdır. Ancak “kendi kendine yalan” uygulanamazdır...
Kısacası halka ve partisine yalan söyleyen sağcı siyasetçi, kendine doğruyu söyler...
İrsen Küçük, aday olmayacağına dair metni imzalarken aday olacağını bilmektedir.
Tayyip Erdoğan “açlık grevindekiler yiyorlar” derken, aslında yemediklerini bilmektedir.
Ama sol söz konusu olunca; iş değişir...
Halka ve partisine yalan söyleyen solcu siyasetçi; yalanına kendisi de inanmak zorundadır...
Çünkü inanmazsa, gerçekçi olmayacak, adalet duygusu ile etik anlayışı zarar görecektir.
Bazı sol siyasetçiler yalanı söyledikten bir süre sonra, bazıları da yalanı söylerken inanırlar yalanlarına...
Ama zamanı farketmez... Hepsi yürekten inanır...
Mesela CTP yöneticileri erken seçime gitme nedenlerinin Göç Yasası’nı geçirmemek olduğuna gerçekten inanmaktadırlar. Veya Sosyal Güvenlik Yasası’nın, İTEM’in, Bileşik Faiz’in faydalarına en başta kendileri ikna olmuşlardır...
Bu yüzden de, yalan söyleyen sol siyasetçi halka sağlıksız görünür, ki zaten sağlıksızdır...
“Ben heykeli dikilecek adamım” diyebilen solcular vardır mesela, sizce bunlar sağlıklı sözler mi?
Ama sağ siyasetçi yalan da söylese, hiç de sağlıksız davranmaz, çünkü yalanına en başta kendisi inanmaz...
***
Yalan siyasette bir araç olarak kullanılmaktadır...
Ama sağa fayda sağlarken, sola zarar verir yalan...
Çünkü sağ aynı zamanda güç siyaseti yapar...
Halkı kendisine yalan üzerinden değil güç üzerinden bağlar... Var olan sistemin devam edeceğini, gücünün buna yettiğini ispatlaması yeterlidir sağın, siyasetinin devamı için...
Oysa sol için güç siyaseti mümkün değildir. Sol insanları bilinmeyene yelken açmaya, varolanın dışına çıkabilme riskini almaya ikna etmeye çalışır. Bunun için ise inandırıcılık gerekir...
Yalan ile inandırıcılık yanyana yürümez...
İşte bu yüzden soldan sağa doğru kayış; halka söylenen yalanlarla başlar, parti içine söylenenlerle devam eder ve kendi kendini kandırmakla son bulur...
İşte o zaman ne sağa ne de sola ait olmayan bir duruş çıkar ortaya...
Siz isterseniz buna sol liberalizm de diyebilirsiniz...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder