6 Haziran 2012 Çarşamba

Toparlanıyorlar



Son zamanların popüler konusu ya toparlanmak ya da toparlanmakta olanlar ile ilgili yazılar yazmak...
***
Toparlananlar duyuruyorlar tüm topluma; “toparlanıyoruz” diye...
Eh,  bize de “kolay gelsin” demek düşer bu durumda...
Toparlanıyorlar...
Kimler olarak toparlanmakta olduklarını zaten kendileri söylemiş durumda...
Kişilerin kendi kendilerine biçtikleri sıfatların doğruluğu yanlışlığı pek de üzerinde konuşulacak bir konu değildir.
Doğru olsa ne yazar, yanlış olsa ne yazar...
Değil mi ki bu arkadaşlar kendileri ile ilgili böyle düşünüyorlar ve değil mi ki bize fikrimizi soran yok...
Toparlanıyorlar...

Kim kiminle, nerede nasıl ve ne zaman toparlanacağına kendisi karar verir...
Karar da vermişler zaten...
Bize bir çağrı yok...
Sadece duyuruyorlar... Bilgimiz olsun diye herhalde...
Toparlanıyorlar...
***
Gazetelerin köşelerinden yükselen eleştiriler ise, toparlanmakta olanlara yöneliyor...
Yok yok, toparlanmayı kötü bir şey olarak eleştireni görmedim henüz...
Herkes toparlanmaktan yana...
Sorun kimin kiminle, nerede nasıl ve ne zaman toparlanacağı ile ilgili...
Onunla toparlanma bununla toparlan, orada toparlanma burada toparlan, şimdi toparlanma sonra toparlan...
Orta sınıf ve üzerinde bir heyecan: Toparlanıyoruz...
Siyasal öznelerde bir panik: Toparlanıyorlar...
Neden bunca tantana anlamadım gitti...
İsteyen istediği yerde toparlanır, istemeyen hiç toparlanmaz...
Bugüne kadar toparlanmış olanlar nasıl toparlandıysa, bugün toparlanmakta olanlar da öyle toparlanacak... Bundan daha doğal ne olabilir ki?
Hem bugün toparlanmakta olan tek odak “toparlanıyoruzcular” mıdır?
Bir tek onlar mı toparlanıyor?
Yerel gazetelerimizden birinde, toparlanan başkaları da olduğunu, onların da toparlanmakta olduğunu okuduk daha geçenlerde...
Haftalardır toplantılar yapılıyor, metinler çıkarılıyor, kararlar alınıyor ve aynı kelimelerle ifade edilmese de birileri daha toparlanıyor...
Bir toparlanmadır aldı başını gitmekte...
Derlendik, toplandık, büzüldük, katlandık...
Tortop olduk bugünlerde...
***
Ülkede yaşanan ekonomik/yapısal kriz ile siyasal önderlik krizi içiçe geçtiğinde böyle olur genelde...
Ülkedeki krize müdahale edecek siyasal önderlik yoksa, toplumda bir devimim başlar...
Siyasal alanda oluşan boşluğu doldurmak üzere birçok özne haarekete geçer...
Bu boşluk doldurulamadığı sürece de tartışma sürer gider...
Ama doğa boşluk kabul etmez...
Egemenler meşruluklarını yitirebilir ama eğer sol bu boşluğu dolduramazsa, orta sınıfların ideolojisinden beslenen popüler yaklaşımlar sarar ortalığı...
Bu tür popüler, ideolojiler “üstü”, örgütlenme karşıtı, ama gene de örgütlü eğilimler “kaybolup gitmekte olan fırsatları kaçırmamak için” acele etme ve harekete geçme ısrarı ile damgalıdır çoğu kez...
Derin tartışmalara girmeye, felsefi sorunları çözmeye, ideolojik nirengi noktaları tesis etmeye vakit yoktur.
Ya “uçurumun kenarında”yızdır, ya “tren kaçma üzere”dir, ya da “son şansımızı yaşıyoruz”dur.
Bir an önce birleşmeli, toparlanmalı, gereksiz ve uzun tatışmalara girmemeli, hemen pratik adımlar atmalıyızdır!..
Bu tür aceleci ve yüzeysel “birlik”ler; tekrar ve tekrar hayal kırıklıkları oluştururken (YBH, BDH, BMBP, CTP-BG vs. vs.)solcular o “birlik”ten bu “birliğe” koşuşturup durur...
Ve bir gün orta sınıf solculardan umudu keser...
Kendi işini kendi görmeye karar verir...
Bir de karizmatik öner bulur arkasında dizilecek...
Ve toparlanır...
Öyle bir toparlanır ki...
Felsefi derinliği en yüksek toplumlardan birisi, dünya sosyalist hareketinin en büyük örgütüne barınak olan, sendikal örgütlülük oranının tavan yaptığı Almanya’da bile naziler iktidara gelir...
Kimse istememiştir, kimse savunmamıştır, kimse arzu etmemiştir... Ama oluvermiştir...
İdeolojiye vakti olmayanların, felsefeyi zaman kaybı görenlerin, acelesi olanların varacağı yer hep faşizm olmak zorunda değildir belki... Belki de öyledir...
***
Doğa boşuk kabul etmez...
Sol kendi işini kendisi yapamazsa, solun işini yapacak olan bulunur...
Ve kimse, başkasının işini yapış şeklinden dolayı eleştirilemez...
O an bir tek şarkılar kalır ideolojiye, ilkeye, felsefeye vakti olmayan “pratik” sol için:
“Kimseye etmem şikayet ağlarım ben halime
Titrerim mücrim gibi baktıkca istikbalime”
***
Oysa uçurumun kenarında değil dibindeyiz...
Tren kaçmak üzere değil çoktan kaçmıştır...
Ve son şansımızı da tüketmiş durumdayız...
Bu böyleyken var mısınız hala mücadele etmeye?
Varsanız, düşünmemiz gereken uçurumun dibinden nasıl çıkacağımız, kaçan trenin yerine nasıl bir araç inşa edeceğimiz ve kendi şansımızı nasıl kendimizin yaratacağımızdır...
Acele ile değil düşünerek, ideolojilerden kaçarak değil tam da ideolojik meseleleri önümüze koyarak, pratik değil ilkeli olarak hareket edecek miyiz etmeyecek miyiz...
Aritmetik toplamlar yaratmaya çalışan kelle sayısı birlikleri değil, aynıları aynı yere farklıları farklı yere koyan düşünsel birliklere yönelecek miyiz yönelmeyecek miyiz?
Çünkü ondan sonra söylemedi demeyin...
Toparlanıyorlar!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder