18 Ocak 2012 Çarşamba

Ölüm



Ölüm hakkında düşünmeyi sevmem...
Bunun nedeni, ölümün bana çağrıştırdığı şeylerden ürküyor olmam olabilir belki...
Bahsettiğim sadece kendi ölümüm değil elbet...
Bir başkasının, hatta hiç sevmediğim veya politik anlamda düşmanım olan birisinin ölümü de dahil buna...

***
Düşünmüşümdür bir çok kez; acaba birisini öldürmek zorunda kalsam ne yapardım diye...
Tarihte böylesi bir çok an var...
Fransız Devrimi, Paris Komünü, İspanya İç Savaşı, çeşitli bağımsızlık savaşları, Filistin Direnişi vs. vs.
Adı geçen coğrafyalarda, adı geçen tarihlerde yaşasa insan, ölmekten veya öldürmekten nasıl kaçabilir?
Veya bizim ülkemiz bir gün o coğrafyaların yaşadığı kırılma anlarını yaşadığında nasıl kaçabiliriz ölmekten veya öldürmekten?
Kaçmak mümkün değil...
Ne ölmek isterim ne de öldürmek aslında...
Böyle bir durumda, ölmek benim kararım olmayacaktır elbet...
Ama birisini öldürmek durumunda kalırsa insan, hangi gerekçe ile izah ederse etsin gene de onun kararıdır öldürülen kişinin ölümü...
Bu yüzden de birisini öldüreceksem eğer, göğüs göğüse bir çarpışmada olsun isterim bu...
Hangi sebeple ve hangi durumda olursa olsun, ölüm cezasına, esirlerin veya “suçluların” infaz edilmesine karşıyım...
Suikastler ise tamamen kabul edilmez benim için...
***
Denktaş ile yapılmış bir röportajı dinliyordum geçenlerde...
Sunucu soruyor: “Ölümden korkar mısınız?”
Denktaş ise cevap veriyor: “Korkmam, çünkü ölümün hiçlik demek olmadığını düşünüyorum”
Ölümden sonra bir yaşamın varlığına inanıyordu kısacası Denktaş...
Bu herhalde rahatlatıcı bir şeydir... Hem ölürken hem de öldürürken...
Bense inanmıyorum ölümden sonraki herhangi bir şeye...
Bu yüzden ölmek de zor öldürmek de benim için...
Ölümün hiçlik demek olduğunu düşünse, ölümden korkacaktı Denktaş...
Demek ki, bilinç çok önemli onun için... Son ana kadar da açık kalmış bilinci, kendini bilerek ölmüş diye okudum gazetelerde...
Bilinç benim için de önemli çok...
Kendini bilen bilincin ölümden sonra yok olacağını düşünmesi de elbette korkutucu bir şey...
***
Bir insanın öldüğüne sevinemem ben...
“Sevinç” duygusunu hissetmeye fırsat bulamadan, onlarca başka duygu doluşur yüreğime...
Elimde değil, bir türlü ulaşamam o duyguya kadar...
Eli kanlı bir katildir belki ölen, belki de birçok insana zarar vermiş, verebilecek olan tehlikeli birisidir...
Gerekliliğine ikna olabilirim, rahatlama hissedebilirim veya derin bir üzüntü ile kahrolmaya bilirim ama sevinemem işte...
Bu böyledir diye, “ölünün arkasından konuşulmaz” söylemini benimsediğimi sanmayın...
Konuşulur tabii ki ölünün arkasından...
Konuşulmalıdır da...
İzin verilmemelidir ölüm tarafından sünger çekilmesine yaşarken yapılanlara...
***
Ama yapılmaması gereken bir şey daha var bence...
Ölenin ölmesi sevinilecek bir şey değil tabii... Ama üzülecek bir şey de olmayabilir...
Üzülmediğinizi bilirken dünya alem, “olgunluk” kisvesi altında günlerce manşet yapmamanız da gerek öleni...
Televizyonunuzda, radyonuzda mütemadiyen öleni konuşmamalısınız...
Yaşarken tek derdiniz olan ölen, ölünce de tek gündeminiz olmamalı...
Kendi işinize bakmalısınız kısacası...
Ölen ile ilgili söylecek şeyleri söylemeyi de engellememeli ölüm, söylenmeyecek şeyleri söylemeye de neden olmamalı...
Kişisel olarak bulunmak istemediğiniz bir cenazede sırf mevkiniz gereği bulunmamalısınız örneğin...
***
Denktaş öldü...
Bir insan olarak sevinemem buna, ama üzülemem de gene bir nsan olarak...
Onlarca ilerici, devrimci, demokrat, aydın kişinin karanlık ölümleri ile itham edilen...
Bu ülkenin ve halklarının bölünmesinde açık çabası olan...
İngiltere’den başlayarak Türkiye’ye kadar tüm dış güçler ile iyi ilişkiyer sahip bir kişi idi ölen...
Yaşarken yargılayamadı halkımız kendisini...
Sadece buna üzülürüm ben...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder