Konu feminizm olunca rahatlıkla
görülebilen iki yaklaşım vardır: Feminizmi redden, duymak dahi istemeyen
yaklaşım ile feminizm dışında bir şey duymak, düşünmek istemeyen yaklaşım.
Bu iki yaklaşım, ilk bakışta birbirine
zıt, birbiri ile çatışır gibi de görünse aslında belirli bir karşılıklılığa
sahiptirler. En temel ortak noktaları ise, “ya-yada”cı durağan düşünme
yöntemleri, mutlakçılıkları ve diyalektikten yoksun olmalarıdır. Oysa, hem sosyalizmi
hem de feminizmi benimseyen ve bu benimseyişini mutlak kategorilerle yaşama
geçirmeyen diyalektik bir algıdan da söz edebilmek mümkündür. Ne yazık ki
düşman kardeşler, böyle bir şeyin olabilirliğini kabul etmemekte ısrar
etmektedirler...
Geleneksel
Sol
Feminizmi reddeden, duymak dahi
istemeyen yaklaşım içerisinde; halk içerisinde var olan yanlış bir algıya
dayalı olarak feminizmi “kadın üstünlüğü savunusu” sananlardan, geleneksel
solun diyalektikten nasibini almamış, köşeli algısına dayalı olarak “kargadan
başka kuş, işçiden başka özne tanımamcıları”na kadar bir çok kesim vardır...
Halkın birçok kesiminin feminizmi yanlış bir şekilde “kadın üstünlüğü veya
erkek düşmanlığı” olarak algılaması, herhangi bir art niyete dayalı olmayan,
doğrudan doğruya ataerkil hegomonya ile ilişkili bir olgudur. Ataerkil
hegomonyanın geriletilmesi oranında bu gerçeğe dayalı olmayan algı da
değiştirilebilir. Diğer yandan geleneksel solun feminizm reddiyesi felsefi bir
temele sahiptir.
Geleneksel solun mutlakçı ve
diyalektikten nasibini almamış yaklaşımı sadece feminizm konusu için geçerli
değilse de, konu feminizm olunca çok net bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Geleneksel
sola göre, feminizm; Marksizm düşmanı, işçileri kadın-erkek diye bölen, sınıf
temelli bir mücadeleyi reddeden, pratik politikanın uzağında, akademik ve salt
kadınlara hitap eden bir burjuva akımıdır. Karşı-devrimcidir, zararlıdır. Tek
ve mutlak doğruların tamamı Marksizm’de zaten vardır, bunun ekoloji,
özgürlükçülük, feminizm gibi ek tanımlara, yaklaşımlara, ağırlık noktalarına
ihtiyacı yoktur. Marksizm zaten kadın-erkek eşitliğini savunur. Marksizm zaten
ekolojisttir. Marksizm zaten özgürlük demektir. Marksizm dururken bir de
bunlardan sözetmek, Marksizm’e hakarettir! Bu arkadaşlara göre; feminizmi
benimseyen herkes burjuva bir temelden Marksizme küfür etmektedir, Marksizm’de
zaten var olan bir şeyi, yokmuş gibi sunmakta, böylece kapitalistlere hizmet
etmektedir. Bu yüzden kendilerine anti-feminist deyenlerine dahi rastlamak
mümkündür. Sosyalist Feminizm gibi, cinsiyet ve sınıf ayrımlarının her ikisini
de merkeze alan bir düşünme metodunu benimseyen herhangi bir akımın var olması
bu anlayışa göre mümkün değildir. İçerisinde feminizm geçen her görüş, sonuçta
burjuva feminizmidir ve reddedilmelidir. Ya feministsinizdir ya da
Marksistsinizdir. Bu ikisinin arası yoktur...
Postmodern
Feminizm
Feminizm dışında bir şey duymak
istemeyen yaklaşım da kendi içinde birçok farklı renge sahiptir. Dil temelli
bir mücadeleyi kendine rehber edineninden, eğitsel-akademik süreçlerde
uzmanlaşanlarına; erkeklerin mücadelenin dışında tutulmasını savunanından,
“erkeklik-kadınlık” tartışmaları aracılığı ile erkeklerin de
feministleşebileceğini düşünenine kadar onlarca farklı ağırlık noktaları bu akım
içinde barınmaktadır. Ancak bu yaklaşımın da tüm bu çeşitliliğine rağmen
geleneksel sol ile ciddi ortak noktaları vardır.
Bu yaklaşıma göre, Marksizm; cinsiyet
körü, işçileri salt erkekler olarak algılayan ve kadınları ikinci plana iten,
cinsiyet temelli bir mücadele perspektifinden yoksun ve salt erkek işçilere
hitap eden bir 19. Yy kalıntısıdır.
Ataerkildir, erildir! Bütün Marksistler, tek ve mutlak doğruların
Marksizm’de zaten var olduğunu düşünürler ve kadın-erkek eşitiliği için
verilecek mücadeleyi devrimden sonraya ertelerler. Bütün Marksistler, kadınları
devrim için verilecek mücadelede erkeklerin yanında yedek güç olarak görmekte
ve aslında ataerkiye hizmet etmektedir. Bu yüzden kendilerine anti-marksist
deyenlerine dahi rastlamak mümkündür. Sosyalist Feminizm gibi, cinsiyet ve
sınıf ayrımlarının her ikisini de merkeze alan bir düşünme metodunu benimseyen
herhangi bir akımın var olması bu anlayışa göre mümkün değildir. İçerisinde
sosyalizm geçen her görüş, sonuçta ataerkildir ve reddedilmelidir. Ya
feministsinizdir ya da Marksistsinizdir. Bu ikisinin arası yoktur...
Bu görüşler çoğu zaman açıklıkla ifade
edilmese de, birçok pratik faaaliyette kendini gösterir. Ortak bir bildiride,
bir eylemin pankartında, kullanılacak sloganlarda veya bir toplantının
örgütlenmesi sırasında mutlakçı feminizm anlayışı görünür olacaktır. Somut
olgulara ilişkin fikir ayrılıkları ya görmezden gelinir ya da görünür olduğu
anda eril olmakla, ataerkil olmakla, feminist olmamakla yargılanarak dışlanır.
Bu arkadaşlara göre, feministlerin zaten aynı fikirde olması, kadınların kendi
aralarında tartışmaması, fikir ayrılığı içinde olmaması, birbirlerini sadece
onaylaması gerekir.
Oysa farklı sosyalizm algıları
olabileceği gibi, farklı feminizm algıları da olabilir. Cinsiyet temelli
ayrımcılıkla mücadelenin farklı boyutlarını önemseyen benzer ideolojilere sahip
bireyler kadar, farklı ideolojilere sahip ama cinsiyet temelli baskıları
kendine dert etmiş kişilerin de olması mümkündür. Bu kişilerin farklılıklarına
odaklanıp yollarını tamamen ayırması ne kadar yanlışsa, ortak olduğu varsayılan
noktalar dışında kimliklerinin diğer asli unsurlarından arınmalarını beklemek
de o kadar hatalıdır.
Mutlakçılar
Elele
Bu iki monolitik görüşün en belirgin
olarak kendini gösterdiği son “tartışma”, ülkemizdeki gece külüpleri ile ilgili
tartışma olmuştur. Bir yanda gece külüplerinin kapatılmasını savunan daha çok
ahlaki kriterler çerçevesinde konuşan geleneksel sol, diğer yanda da gece
külüplerinin kapatılması talebini sadece ahlakçı bir temelden kavrayarak
reddeden ve buralarda çalıştırılan kadınların örgütlenmesini savunan mutlakçı
feminizm...
Sosyalist feministlerin, hem gece
kulüplerinde çalıştırılan kadınlara sosyal güvenlik ve örgütlenme özgürlüğü
talep edip hem de gece kulüpleri kapatılsın sloganını yükseltmesi her iki kesim
için de kabul edilmez bir fikri mecraya işaret ediverdi. Geleneksel solcular
örgütlenme özgürlüğü ve sosyal güvence taleplerini içeren her yaklaşımın,
ülkemizde yaşanan köleliği meşrulaştırdığını ilan ederek, sosyalist feministleri
burjuva yaklaşımın parçası olarak tanımladı. Zaten aynı kişilere göre
“sosyalist feminizm diye bir şey yok”tu. Kişi ya feministti ya da sosyalist,
“bu ikisinin arası yoktu”. Postmodern feministler de benzer bir yaklaşımla,
gece kulüplerinin kapatılmasını savunmanın ahlakçı olduğunu ilan ettiler. Hem
kapatmayı hem örgütlenmeyi savunmak mümkün değildi. Sosyalist feministler
birini tercih etmeliydiler. Bu tercihi yapmadıkları oranda da gerçek(!)
feministlerin onları geleneksel sol saflarına fırlatma hakları vardı... böylece
mutlakçı yaklaşmak konusunda ortak olan iki kesim birbirini karşılıklı olarak
onaylıyordu: Ya birinden ya da diğerinden olunacaktı...
Hem sosyalizmi hem de feminizmi
benimseyen, hem cinsiyete hem de sınıfa dair tahlillerde bulunarak ülkesini
anlamaya çalışan sosyalist feministler açısından mesele bu birbirinin
onaylayıcısı iki düşman kardeşten olur almak meselesi değildir elbette. Onlar,
kendi tahlillerini yaparak, ortaklaştıkları her fikri, pratik meselede birlikte
iş yapabilen, sağlıklı tartışmalarda fikirlerini sunabilen bir yolun izini
sürüyorlar. Ve ne marksizmi ne de feminizmi, hem marksizmi hem de feminizmi
istiyorlar. Sosyalist feminizmi kurguluyorlar...
Feminizme dair yüzeysel bir yazı olmuş. Postmodern feminizm diye bir başlığın neden atıldığını da kimse yanıtlamasın bence.
YanıtlaSil