1 Nisan 2013 Pazartesi

Feminizm(ler)



Konu feminizm olunca rahatlıkla görülebilen iki yaklaşım vardır: Feminizmi redden, duymak dahi istemeyen yaklaşım ile feminizm dışında bir şey duymak, düşünmek istemeyen yaklaşım.
Bu iki yaklaşım, ilk bakışta birbirine zıt, birbiri ile çatışır gibi de görünse aslında belirli bir karşılıklılığa sahiptirler. En temel ortak noktaları ise, “ya-yada”cı durağan düşünme yöntemleri, mutlakçılıkları ve diyalektikten yoksun olmalarıdır. Oysa, hem sosyalizmi hem de feminizmi benimseyen ve bu benimseyişini mutlak kategorilerle yaşama geçirmeyen diyalektik bir algıdan da söz edebilmek mümkündür. Ne yazık ki düşman kardeşler, böyle bir şeyin olabilirliğini kabul etmemekte ısrar etmektedirler...


Geleneksel Sol
Feminizmi reddeden, duymak dahi istemeyen yaklaşım içerisinde; halk içerisinde var olan yanlış bir algıya dayalı olarak feminizmi “kadın üstünlüğü savunusu” sananlardan, geleneksel solun diyalektikten nasibini almamış, köşeli algısına dayalı olarak “kargadan başka kuş, işçiden başka özne tanımamcıları”na kadar bir çok kesim vardır... Halkın birçok kesiminin feminizmi yanlış bir şekilde “kadın üstünlüğü veya erkek düşmanlığı” olarak algılaması, herhangi bir art niyete dayalı olmayan, doğrudan doğruya ataerkil hegomonya ile ilişkili bir olgudur. Ataerkil hegomonyanın geriletilmesi oranında bu gerçeğe dayalı olmayan algı da değiştirilebilir. Diğer yandan geleneksel solun feminizm reddiyesi felsefi bir temele sahiptir.
Geleneksel solun mutlakçı ve diyalektikten nasibini almamış yaklaşımı sadece feminizm konusu için geçerli değilse de, konu feminizm olunca çok net bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Geleneksel sola göre, feminizm; Marksizm düşmanı, işçileri kadın-erkek diye bölen, sınıf temelli bir mücadeleyi reddeden, pratik politikanın uzağında, akademik ve salt kadınlara hitap eden bir burjuva akımıdır. Karşı-devrimcidir, zararlıdır. Tek ve mutlak doğruların tamamı Marksizm’de zaten vardır, bunun ekoloji, özgürlükçülük, feminizm gibi ek tanımlara, yaklaşımlara, ağırlık noktalarına ihtiyacı yoktur. Marksizm zaten kadın-erkek eşitliğini savunur. Marksizm zaten ekolojisttir. Marksizm zaten özgürlük demektir. Marksizm dururken bir de bunlardan sözetmek, Marksizm’e hakarettir! Bu arkadaşlara göre; feminizmi benimseyen herkes burjuva bir temelden Marksizme küfür etmektedir, Marksizm’de zaten var olan bir şeyi, yokmuş gibi sunmakta, böylece kapitalistlere hizmet etmektedir. Bu yüzden kendilerine anti-feminist deyenlerine dahi rastlamak mümkündür. Sosyalist Feminizm gibi, cinsiyet ve sınıf ayrımlarının her ikisini de merkeze alan bir düşünme metodunu benimseyen herhangi bir akımın var olması bu anlayışa göre mümkün değildir. İçerisinde feminizm geçen her görüş, sonuçta burjuva feminizmidir ve reddedilmelidir. Ya feministsinizdir ya da Marksistsinizdir. Bu ikisinin arası yoktur...

Postmodern Feminizm
Feminizm dışında bir şey duymak istemeyen yaklaşım da kendi içinde birçok farklı renge sahiptir. Dil temelli bir mücadeleyi kendine rehber edineninden, eğitsel-akademik süreçlerde uzmanlaşanlarına; erkeklerin mücadelenin dışında tutulmasını savunanından, “erkeklik-kadınlık” tartışmaları aracılığı ile erkeklerin de feministleşebileceğini düşünenine kadar onlarca farklı ağırlık noktaları bu akım içinde barınmaktadır. Ancak bu yaklaşımın da tüm bu çeşitliliğine rağmen geleneksel sol ile ciddi ortak noktaları vardır.
Bu yaklaşıma göre, Marksizm; cinsiyet körü, işçileri salt erkekler olarak algılayan ve kadınları ikinci plana iten, cinsiyet temelli bir mücadele perspektifinden yoksun ve salt erkek işçilere hitap eden bir 19. Yy kalıntısıdır.  Ataerkildir, erildir! Bütün Marksistler, tek ve mutlak doğruların Marksizm’de zaten var olduğunu düşünürler ve kadın-erkek eşitiliği için verilecek mücadeleyi devrimden sonraya ertelerler. Bütün Marksistler, kadınları devrim için verilecek mücadelede erkeklerin yanında yedek güç olarak görmekte ve aslında ataerkiye hizmet etmektedir. Bu yüzden kendilerine anti-marksist deyenlerine dahi rastlamak mümkündür. Sosyalist Feminizm gibi, cinsiyet ve sınıf ayrımlarının her ikisini de merkeze alan bir düşünme metodunu benimseyen herhangi bir akımın var olması bu anlayışa göre mümkün değildir. İçerisinde sosyalizm geçen her görüş, sonuçta ataerkildir ve reddedilmelidir. Ya feministsinizdir ya da Marksistsinizdir. Bu ikisinin arası yoktur...
Bu görüşler çoğu zaman açıklıkla ifade edilmese de, birçok pratik faaaliyette kendini gösterir. Ortak bir bildiride, bir eylemin pankartında, kullanılacak sloganlarda veya bir toplantının örgütlenmesi sırasında mutlakçı feminizm anlayışı görünür olacaktır. Somut olgulara ilişkin fikir ayrılıkları ya görmezden gelinir ya da görünür olduğu anda eril olmakla, ataerkil olmakla, feminist olmamakla yargılanarak dışlanır. Bu arkadaşlara göre, feministlerin zaten aynı fikirde olması, kadınların kendi aralarında tartışmaması, fikir ayrılığı içinde olmaması, birbirlerini sadece onaylaması gerekir.
Oysa farklı sosyalizm algıları olabileceği gibi, farklı feminizm algıları da olabilir. Cinsiyet temelli ayrımcılıkla mücadelenin farklı boyutlarını önemseyen benzer ideolojilere sahip bireyler kadar, farklı ideolojilere sahip ama cinsiyet temelli baskıları kendine dert etmiş kişilerin de olması mümkündür. Bu kişilerin farklılıklarına odaklanıp yollarını tamamen ayırması ne kadar yanlışsa, ortak olduğu varsayılan noktalar dışında kimliklerinin diğer asli unsurlarından arınmalarını beklemek de o kadar hatalıdır.

Mutlakçılar Elele
Bu iki monolitik görüşün en belirgin olarak kendini gösterdiği son “tartışma”, ülkemizdeki gece külüpleri ile ilgili tartışma olmuştur. Bir yanda gece külüplerinin kapatılmasını savunan daha çok ahlaki kriterler çerçevesinde konuşan geleneksel sol, diğer yanda da gece külüplerinin kapatılması talebini sadece ahlakçı bir temelden kavrayarak reddeden ve buralarda çalıştırılan kadınların örgütlenmesini savunan mutlakçı feminizm...
Sosyalist feministlerin, hem gece kulüplerinde çalıştırılan kadınlara sosyal güvenlik ve örgütlenme özgürlüğü talep edip hem de gece kulüpleri kapatılsın sloganını yükseltmesi her iki kesim için de kabul edilmez bir fikri mecraya işaret ediverdi. Geleneksel solcular örgütlenme özgürlüğü ve sosyal güvence taleplerini içeren her yaklaşımın, ülkemizde yaşanan köleliği meşrulaştırdığını ilan ederek, sosyalist feministleri burjuva yaklaşımın parçası olarak tanımladı. Zaten aynı kişilere göre “sosyalist feminizm diye bir şey yok”tu. Kişi ya feministti ya da sosyalist, “bu ikisinin arası yoktu”. Postmodern feministler de benzer bir yaklaşımla, gece kulüplerinin kapatılmasını savunmanın ahlakçı olduğunu ilan ettiler. Hem kapatmayı hem örgütlenmeyi savunmak mümkün değildi. Sosyalist feministler birini tercih etmeliydiler. Bu tercihi yapmadıkları oranda da gerçek(!) feministlerin onları geleneksel sol saflarına fırlatma hakları vardı... böylece mutlakçı yaklaşmak konusunda ortak olan iki kesim birbirini karşılıklı olarak onaylıyordu: Ya birinden ya da diğerinden olunacaktı...
Hem sosyalizmi hem de feminizmi benimseyen, hem cinsiyete hem de sınıfa dair tahlillerde bulunarak ülkesini anlamaya çalışan sosyalist feministler açısından mesele bu birbirinin onaylayıcısı iki düşman kardeşten olur almak meselesi değildir elbette. Onlar, kendi tahlillerini yaparak, ortaklaştıkları her fikri, pratik meselede birlikte iş yapabilen, sağlıklı tartışmalarda fikirlerini sunabilen bir yolun izini sürüyorlar. Ve ne marksizmi ne de feminizmi, hem marksizmi hem de feminizmi istiyorlar. Sosyalist feminizmi kurguluyorlar...

1 yorum:

  1. Feminizme dair yüzeysel bir yazı olmuş. Postmodern feminizm diye bir başlığın neden atıldığını da kimse yanıtlamasın bence.

    YanıtlaSil