Kamuda istihdam
edildiği halde özelde ikinci bir iş yapan “memur” hakkında ne düşünürsünüz?
“Karşı”sınız
değil mi? Belki bazılarınız, sadece “karşı” değildir, “şiddetle” karşıdır...
“Devlet”te,
işlemeden kazandığı paracıklarının yanına, özelden kazandığı paracıkları da
katan “doymak bilmez memur”a karşı olunmaz mı hiç?
Üstelik, bu
ülkenin, gencecik pırıl pırıl çocukları işsiz dolaşırken!
“Çalışmayacaklarsa
devleti bıraksınlar efendim”, ki işe ihtiyacı olan girsin...
Ya da “ikinci iş
yapmasınlar” ki biraz da gençler sebeplensin...
***
Bir saniyecik ara
verelim ve sözünü ettiğimiz; soyut, adı sanı belli olmayan “memur” tipini biraz
ete kemiğe büründürelim...
Bu memur,
muhtemelen 8-10 yıldır kamudadır... En az 3000 belki 4000 TL maaş alıyordur...
İşe girmesi ile
terfilerini almaya başlaması bir olmuştur... Yükseliş merdivenlerini her 2-3
yılda bir birer ikişer tırmanmıştır. Maaşçığı tıkır tıkır artar, para sıkıntısı
yoktur...
Pek işe gittiği de
yoktur. Gittiği zamanlarda 8.30 gibi işte olur, en erken 9.00 gibi işe
başlar...
Vatandaşa aksi
davranır, tepesi attı mı izin doldurur, hastalık izinlerini bir tamam
kulllanır...
Emeklilik hakkını
ya elde etmiş ya da 4-5 yıla kadar elde edecektir.
En fazla kırklı
yaşlarının sonuna doğru emekli olacak, geriye kalan ömründe bir iş yeri kurarak
keyfine bakacaktır.
Altında en kötü
ihtimalle bir kocaman jeep, muhtemelen mercedes veya BMW vardır...
***
Doğru tanımlayabildim
mi acaba “memur”umuzu? İki eksik bir fazla tutturabildim sanıyorum...
Peki bir de
kamudaki isdihdam yapısına bakalım, acaba bu “tip” bir memuru ne sıklıkta
bulabiliyoruz?
On yıl kadar
önce, “memurların” %70’inin bu rahatlığa sahip olduğunu söylemek mümkün...
Elbet her memur
istismar etmiyordu bu rahatlığı.
8.00’de işinin
başında olan, hasta olmadığı sürece hastalık izni kullanmayan, parası yettiği
için ikinci bir işte çalışmayan memurlar vardı ve hala vardır...
Ama on yıl önceye
kadar kamuda çalışanların ezici bir çoğunluğu; kadrolu, iş ve emeklilik
garantili, nispeten erken bir zamanda emekli olmayı hayal edebilecek konumda,
bir çok haklarla donanmış kişilerden oluşuyordu...
Kamudaki en büyük
anomali ise “geçiciler” idi...
Onların da belirli
aralıklarla kadrolandığını, yeterince sabredenin de elbette kadrolanacağını
bilmeyen yoktu...
Yani geçici
olmakla, kadrolu olmak arasında pek bir fark olduğu söylenemezdi...
Birinden diğerine
geçmek ise sadece zaman meselesiydi...
***
Hala öyle mi peki?
Değil...
Kamudaki
istihdamın yapısı hızla değişiyor...
Kamuda çalışan
personelin çoğunluğu hala o bildik “memurlar”dan oluşuyor evet...
Ama “memur”lar
yavaş yavaş azalırken, “kamu emekçileri” hızla çoğalıyor... Ve oran
değişiyor...
Artık sadece “kadrolular” ve “geçiciler” yok...
“Sözleşmeliler” var... “Hizmet alımı” personel var...
Taşeronda çalışanlar var. “Özelleştirme yasası
kapsamında” istihdam edilenler var...
Kamudaki istihdam yekpare bir bütün olmaktan
çoktan çıktı: Parçalı, eşitsiz ve dengesiz
bir personel yapısı var artık...
Sizin o gönül rahatlığı ile kınadığınız, ama
çocuğunuz için de umutlandığınız, kadrolu memur yok artık... Ya da şöyle
diyelim; var ama yeni alımlarda sadece bir istisna...
Artık 1500-1600 TL maaş ile işe başlayan, emekliliği
60’lı yaşlarda hayal edebilecek olan, iş garantisi olmayan, izin kullanmayı
bile bir mutluluk vesilesi kabul eden, bazı durumlarda kendi yatırımlarını
kendisi yapmak durumunda olan, terfi diye bir şeyden haberi olmayan güvencesiz,
geleceksiz ve mutsuz “kamu emekçileri” var kamuda...
Sadece maaşlardan söz etmiyorum... İzin
hakkından, hastalık izninden, iş güvencesinden, emeklilikten, terfiden, ek
mesaiden söz ediyorum.
Hepsi değişti...
Sadece Sözde Sosyal Güvenlik Yasası’ndan ve Göç Yasası’ndan da söz etmiyorum... Hiçbir
yasa kapsamında alınmayan, ama dairelerdeki birçok işi yapan, gelecekleri
“amirlerin” iki dudağı arasındaki etiyle, kemiği ile yaşayan insanlardan
bahsediyorum...
Sizin çocuklarınızdan...
***
On yılda çok şey değişti...
Söylemleri de değiştirmenin zamanı hala gelmedi
mi?
Not: Bu yazıda benim ne önerdiğimi yazmadığımın
farkındayım... İleriki bir yazımda bu konuya da değineceğim... Ancak bence şu
an gerekli olan, hepimizin ama özellikle de “sendikaların” bu değişimi
algılaması ve eski ezberlerden vazgeçmeye hazır olmasıdır... “Değişimi
algılıyor muyuz?” Bunu sormalıyız kendimize...
AKINTIYA KARŞI
Münür
Rahvancıoğlu
Baraka Aktvisti
munur.rahvancioglu@gmail.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder