24 Nisan 2013 Çarşamba

Meeemur



Kamuda istihdam edildiği halde özelde ikinci bir iş yapan “memur” hakkında ne düşünürsünüz?
“Karşı”sınız değil mi? Belki bazılarınız, sadece “karşı” değildir, “şiddetle” karşıdır...
“Devlet”te, işlemeden kazandığı paracıklarının yanına, özelden kazandığı paracıkları da katan “doymak bilmez memur”a karşı olunmaz mı hiç?
Üstelik, bu ülkenin, gencecik pırıl pırıl çocukları işsiz dolaşırken!
“Çalışmayacaklarsa devleti bıraksınlar efendim”, ki işe ihtiyacı olan girsin...
Ya da “ikinci iş yapmasınlar” ki biraz da gençler sebeplensin...

***
Bir saniyecik ara verelim ve sözünü ettiğimiz; soyut, adı sanı belli olmayan “memur” tipini biraz ete kemiğe büründürelim...
Bu memur, muhtemelen 8-10 yıldır kamudadır... En az 3000 belki 4000 TL maaş alıyordur...
İşe girmesi ile terfilerini almaya başlaması bir olmuştur... Yükseliş merdivenlerini her 2-3 yılda bir birer ikişer tırmanmıştır. Maaşçığı tıkır tıkır artar, para sıkıntısı yoktur...
Pek işe gittiği de yoktur. Gittiği zamanlarda 8.30 gibi işte olur, en erken 9.00 gibi işe başlar...
Vatandaşa aksi davranır, tepesi attı mı izin doldurur, hastalık izinlerini bir tamam kulllanır...
Emeklilik hakkını ya elde etmiş ya da 4-5 yıla kadar elde edecektir.
En fazla kırklı yaşlarının sonuna doğru emekli olacak, geriye kalan ömründe bir iş yeri kurarak keyfine bakacaktır.
Altında en kötü ihtimalle bir kocaman jeep, muhtemelen mercedes veya BMW vardır...
***
Doğru tanımlayabildim mi acaba “memur”umuzu? İki eksik bir fazla tutturabildim sanıyorum...
Peki bir de kamudaki isdihdam yapısına bakalım, acaba bu “tip” bir memuru ne sıklıkta bulabiliyoruz?
On yıl kadar önce, “memurların” %70’inin bu rahatlığa sahip olduğunu söylemek mümkün...
Elbet her memur istismar etmiyordu bu rahatlığı.
8.00’de işinin başında olan, hasta olmadığı sürece hastalık izni kullanmayan, parası yettiği için ikinci bir işte çalışmayan memurlar vardı ve hala vardır...
Ama on yıl önceye kadar kamuda çalışanların ezici bir çoğunluğu; kadrolu, iş ve emeklilik garantili, nispeten erken bir zamanda emekli olmayı hayal edebilecek konumda, bir çok haklarla donanmış kişilerden oluşuyordu...
Kamudaki en büyük anomali ise “geçiciler” idi...
Onların da belirli aralıklarla kadrolandığını, yeterince sabredenin de elbette kadrolanacağını bilmeyen yoktu...
Yani geçici olmakla, kadrolu olmak arasında pek bir fark olduğu söylenemezdi...
Birinden diğerine geçmek ise sadece zaman meselesiydi...
***
Hala öyle mi peki? Değil...
Kamudaki istihdamın yapısı hızla değişiyor...
Kamuda çalışan personelin çoğunluğu hala o bildik “memurlar”dan oluşuyor evet...
Ama “memur”lar yavaş yavaş azalırken, “kamu emekçileri” hızla çoğalıyor... Ve oran değişiyor...
Artık sadece “kadrolular” ve “geçiciler” yok... “Sözleşmeliler” var... “Hizmet alımı” personel var...
Taşeronda çalışanlar var. “Özelleştirme yasası kapsamında” istihdam edilenler var...
Kamudaki istihdam yekpare bir bütün olmaktan çoktan çıktı: Parçalı, eşitsiz ve  dengesiz bir personel yapısı var artık...
Sizin o gönül rahatlığı ile kınadığınız, ama çocuğunuz için de umutlandığınız, kadrolu memur yok artık... Ya da şöyle diyelim; var ama yeni alımlarda sadece bir istisna...
Artık 1500-1600 TL maaş ile işe başlayan, emekliliği 60’lı yaşlarda hayal edebilecek olan, iş garantisi olmayan, izin kullanmayı bile bir mutluluk vesilesi kabul eden, bazı durumlarda kendi yatırımlarını kendisi yapmak durumunda olan, terfi diye bir şeyden haberi olmayan güvencesiz, geleceksiz ve mutsuz “kamu emekçileri” var kamuda...
Sadece maaşlardan söz etmiyorum... İzin hakkından, hastalık izninden, iş güvencesinden, emeklilikten, terfiden, ek mesaiden söz ediyorum.
Hepsi değişti...
Sadece Sözde Sosyal Güvenlik Yasası’ndan ve  Göç Yasası’ndan da söz etmiyorum... Hiçbir yasa kapsamında alınmayan, ama dairelerdeki birçok işi yapan, gelecekleri “amirlerin” iki dudağı arasındaki etiyle, kemiği ile yaşayan insanlardan bahsediyorum...
Sizin çocuklarınızdan...
***
On yılda çok şey değişti...
Söylemleri de değiştirmenin zamanı hala gelmedi mi?

Not: Bu yazıda benim ne önerdiğimi yazmadığımın farkındayım... İleriki bir yazımda bu konuya da değineceğim... Ancak bence şu an gerekli olan, hepimizin ama özellikle de “sendikaların” bu değişimi algılaması ve eski ezberlerden vazgeçmeye hazır olmasıdır... “Değişimi algılıyor muyuz?” Bunu sormalıyız kendimize...


AKINTIYA KARŞI
Münür Rahvancıoğlu
Baraka Aktvisti
munur.rahvancioglu@gmail.com
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder