“Sizi çok beğeniyorum çocuklar” dedi... Ve ekledi, “ama, sizin de bu
çarkın dişlileri arasına girip bozulmanızı istemiyorum. En iyisi hiç oy
vermemek bence...”
Yılların
yıprattığı yüz hatlarına baktım...
O yaşlanmış yüzün
ardından ışıl ışıl bakan gencecik gözlerine...
İçeride “hadi beni umutlandırın, hadi beni
inandırın” diye çırpınan gencecik bir kalbin pıtırtılarını
duyabiliyordum...
Önce, ona istediği
gibi konuşmayı düşündüm; mücadeleden, kararlılıktan ve onurdan bahsetmeyi...
Sonra onun
bunları benim kadar, hatta benden çok daha iyi bildiği geldi aklıma...
Üstelik, her ne
kadar ben inanarak da söyleyecek olsam bütün o cümleleri; biliyordum ki tercihini
almak için kurulan seçim cümleleri olarak duyulacaktı ona...
Ve, her ne kadar
inanmak isteyerek de dinleyecek olsa beni; sonunda sadece bizim de “oy
avcılarına” dönüştüğümüze ikna olacaktı...
Bu yüzden,
içimden geçen ilk cümleyi kurmayı tercih ettim...
“Haklısınız” dedim, “haklısın, çok tehlikeli bir yol bu...”
“Öğüdün kulağımıza küpe olacak... Bu uyarın bize
yapılacak tüm tercihlerden daha anlamlı, sağolasın...”
***
Baraka, bir
yaramaz çocuk, bir baş belası, ayak altında dolanan bir sıkıntı kaynağı oldu
hep egemenlere...
Pek fazla ciddiye
alınmayan ama zaman zaman mide bulandıran...
Çağlayan
Parkı’ndan Kumsal Parkı’na; Köpek Yarışları’na Hayır Kampanyası’ndan Hayvan
Refahı Yasası’na; Karpaz’a Elektirik karşıtlığından Sözde Tek Sosyal Güvenlik
Yasası’na; Göç Yasası’ndan Toplumsal Varoluş Mitinglerine; Ankara Elini
Yakamızdan Çek’ten Bağımsız Kıbrıs çağrısına...
Kapımızın önünde
pankartlar da açıldı, eylemlerde pankartlarımıza da saldırıldı...
Arkadaşlarımız
gözaltına alındı, tehtit mesajları yağmur gibi yağdı...
Egemenlerle
aramız pek hoş olmadı yani bugüne kadar...
Klasik olmayan
tepkilerimiz, beklenmeyen çıkışlarımız ezberini bozdu birçoğunun...
“Yapacağız”
dediğimizi yaptık, “yapmayacağız” dediğimizi yapmadık...
Yapamayacağımızın
sözünü vermedik...
Gücümüz oranında,
haddimizi bilerek ve meşruluğa özen göstererek hareket ettik...
Ne yazık ki,
şaşırtıcıydı bu tarzımız egemenler açısından...
“Şaşırtıcıydı”
diyorum, çünkü büyük büyük konuşmalardan sonra evine gidip ayaklarını uzatan
bir muhalefete alışkındı egemenler...
Manşet
muhalefeti, basın bildirisi muhalefeti, laf kalabalığı muhalefetine
alıştırılmışlardı...
Ve insanımız
belki de asıl bunun için sevdi bizi...
Sözümüzü,
yapacağımız işin kantarına vurarak konuştuğumuz için...
Biliyoruz sadece
egemenlerin değil, muhaliflerin de statükosunu bozuk, rahatını kaçırdık...
Hiçbir zaman
yaratmak içi çaba harcamadığımız bir gizem halesi dolaştı hep etrafımızda...
Bazıları bizden
daha cesur, bazıları bizden daha keskin, bazıları bizden daha samimi, bazıları
bizden daha şu, bu vs. olduklarını göstermek için çırpındılar...
Psikolojik savaş
yürütmeye çalışanından tutun da, bire bir taklit etmeye çalışanına kadar...
Ama bizim
gezimiz, gözümüz ve arpacığımız hep aynı üçlü oldu:
Halkımız,
örgütülü gücümüz ve teorik çözümlemelerimiz...
Başka da bir
rehber bilmedik yürüdüğümüz yolda...
***
Baraka, bir
yaramaz çocuk, bir baş belası, ayak altında dolanan bir sıkıntı kaynağı oldu
hep egemenlere...
Hadi itiraf
edelim, biraz da muhaliflere...
“Sizin de bu çarkın dişlileri arasına girip
bozulmanızı istemiyorum” diyen dayı...
Öğüdün
kulağımızda küpe...
AKINTIYA KARŞI
Münür
Rahvancıoğlu
Baraka Aktvisti
munur.rahvancioglu@gmail.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder