Fazıl Say
Tweeter’de bir dörtlüğünü paylaşmış Ömer Hayyam’ın...
Bu paylaşım
sebebiyle “halkı kin ve düşmanlığa tahrik
veya dini değerleri aşağılama” suçu işlediği hükmüne varan TC Mahkemeleri,
Fazıl Say’ı 10 ay hapis cezasına mahkum etti. Daha sonra hapis cezasını beş yıl
içinde aynı tür bir suçu işlememe koşulu ile tecil etti...
Hepsini
gazetelerden okuduk, televizyonlardan dinledik...
***
Fazıl Say’ın
paylaştığı ve bunca “önemli” bir suç kabul edilen dörtlüğün yazarı Gıyaseddin Eb'ul Feth Ömer İbni İbrahim'el Hayyam veya bilinen adıyla Ömer Hayyam 1048 ile 1131 tarihleri arasında yaşamış bir İranlı şair,
filozof, matematikçi ve astronom...
Hayyam sadece bir şair değil, önemli bir bilim
insanı; günümüzde bilinen Hicri ve Miladi Takvimlerden çok daha hassas Celali
Takvimi’ni hazırlayan kişidir... Diğer yandan hepimizin Pascal Üçgeni diye
bildiği matematik kavramını da yaratan Hayyam’dır.
Farsça eserler veren Hayyam’ın savaş karşıtı
fikir ve eylemlerinin de olduğu bilinmekte, bazı kaynaklar tarafından tarihte
bilinen ilk savaş karşıtı eylemci kabul edilmektedir.
Hayyam şöyle
soruyor dörtlüğünde:
"Irmaklarından şaraplar
akacak" diyorsun,
Cennet-i ala meyhane midir?
"Her mümin'e iki huri vereceğim" diyorsun,
Cennet-i ala kerhane midir?
Yaklaşık 900 yıl
önce İran’da kaleme alınan bu dizelerden dolayı Hayyam’ın herhangi bir cezaya
çarptırıldığına dair bilgi yok elimizde.
900 yıl önce
hoşgörü ile karşılanan, aslında gayet de mantıklı sorular içeren dizeler;
bugünün “çağdaş” Türkiye’sinde “dini duyguları aşağılama” olarak algılanıyor...
Gene Tayyip
Erdoğan’ın “ileri demokrasi” Türkiye’si, dini duygularının aşağılandığını
düşündüğü zaman; “kin ve düşmanlık” beslemeye hak sahibi görüyor kendisini...
***
Tayyip Erdoğan ve
onun temsil ettiği hareket on yıldan fazladır Türkiye’de iktidarda...
Erdoğan
iktidarının hangi temelden eleştirileceğine dair ilk tartışmaları hatırlıyorum
şimdi ve o zamanlar ne kadar yanıldığımı görüyorum.
On yıl önce ben
Erdoğan’ı bir müslümandan daha çok bir neo-liberal olarak görüyordum. Hatta
şöyle bir cümle kurduğumu bile hatırlıyorum; “kökeni sosyalist olduğu için CTP ne kadar sosyalist sayılabilirse,
kökeni milli görüşçü olduğu için Tayyip de o kadar muhafazakar sayılabilir.
Bence her ikisi de geçmişleri ile ilgisi kalmamış neo-liberallerdir.”
Oysa şimdi
görüyorum ki açıkça yanılmışım...
Evet Tayyip ve
AKP; Türkiye’de neo-liberal politikaların uygulanması konusunda Özal’dan bile
daha hevesle çalışıyorlar...
Özelleştirme,
taşeronlaştırma, sendikasızlaşma, deregülasyon...
Aklınıza ne
gelirse...
Ama neo-liberal
oldukları kadar da muhafazakar olduklarını söylemek zorunlu...
Her köye cami
hatta iki cami yapan, doğum kontrolüne tepki duyan, kürtaja cinayet diyen,
dinsel gericiliği eğitim kurumlarının resmi politikası haline getiren
sistematik ve aşağıdan bir müslümanlaşmayı temsil ediyor AKP...
Hiç de öyle
tahmin edildiği gibi yukardan bir İran modeli şeriat dayatmasını değil, tam tersine
sivil toplumun içinden ve aşağıdan ilerleyen bir muhafazakar yayılmayı ifade
ediyor...
Hareket aşağıdan
ve kurumların içinden yayılıyor, AKP’nin yaptığı ise sadece bu yayılmanın
önündeki yasal engelleri kaldırmak, hareketin yatağını genişletmek...
Yani hem
neo-liberal hem de muhafazakar bir
AKP’den söz edebiliriz...
Türkiye’deki
yoldaşların deyimiyle, teo-liberalizmden...
***
Şimdi neden
saydım döktüm bunları?
Fazıl Say’ın
paylaştığı Ömer Hayyam şiiri, bilim ve felsefenin daha 900 yıl önce teokratik
akla attığı esaslı bir tokadı simgeliyor...
Öyle bir tokat ki
bu, şimdi 900 yıl sonra bile Tayyip’in yanağında şaklıyor...
Ama aklın ince
kıvrımlarında filizlenen bu güzel rubai, ne yazık ki yoksul Türkiye halklarının
günlük hayatına yansıyamıyor...
Türkiye toplumu
yoksul, ezilmiş, sömürülüyor ve çaresiz...
Kemalizm bu
sorunlara hiçbir sınıfsal yanıt üretmedi, aksine “imtiyazsız sınıfsız kaynaşmış
bir kitleyiz” teraneleri altında sınıfsal uçurumu besledi, büyüttü,
pekiştirdi...
Yüzyılların
içinden süzülerek kültürün bir parçası haline gelmiş din, şimdi halkın
acılarını afyonlayan bir enstrüman olarak iktidara yürüyor...
Ceberrut bir
laikliğin yerini, ceberrut bir teo-liberalizm alıyor...
Ve bu yürüyüşü
durdurmak için halktan kopuk, elitist laikliği bir kenara bırakarak halkın
somut sorunlarına eğilmek gerekiyor.
İşte Nazım, bu
noktada devreye giriyor:
«— Şarapla doldur tasını, tasın toprakla dolmadan,» —
dedi Hayyam.
Baktı ona gül bahçesinin yanından geçen uzun burunlu,
yırtık pabuçlu adam:
«— Ben, bu nimetleri yıldızlarından çok olan dünyada
açım,» — dedi,
«şaraba değil, ekmek almaya bile yetmiyor param...»
AKINTIYA KARŞI
Münür
Rahvancıoğlu
Baraka Aktvisti
munur.rahvancioglu@gmail.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder