“İşte: Şu güneşten düşen ateşte milyonlarla kırmızı yürek yanıyor! / Sen de çıkar göğsünün
kafesinden yüreğini; / Şu
güneşten düşen ateşe fırlat; / Yüreğini yüreklerimizin yanına at!”
Oturmuş kahvemi
içerken gördüm onu...
Bir süreden beridir
selamlaşmalarımızın sıcaklığını kaybettiği, hayatın bizi farklı yerlere
savurduğu eski bir dosttu...
Memleketin durumu
üzerine bir iki sözden sonra, “1 Mayıs’a katılmayacağım
galiba ben” dedi, günah çıkarır gibi... Ve gerekçesini de ekledi, “size lafım yok ama, inandırıcı gelmiyor
hiçbir örgüt bana...”
“Başkaları için değil, kendin için yürümelisin” dedim ona...
Gözlerimizi
kaçırdık...
***
1990 yılların 100-150 kişilik
1 Mayıslarında, omuz omuza yürümüştük...
Tüm dünya “sosyalizm
bitti” derken, biz Marx’ı yanağından öpmüştük...
Pankart yazmış, slogan
atmış, hem sağa, hem “sol”a, hem de dünyaya kafa tutmuştuk birlikte...
Bazı kişiler yüreğiyle
sever, bazı kişilerse aklıyla...
Yüreğidir sürüleyen
bazı kişileri, bazı kişilerse sürer aklının izini...
Solcu olmak mesela,
böyle bir şeydir...
Aşık olmak da öyle...
O, aklıyla seçmişti
tarafını... Bense sanırım yüreğimle...
***
15-16 yıl kadar
önceydi... “Bir gün şömine başında
torunlarımıza anlatacağız bu yaptığımız eylemleri” demişti bana... Çok
şaşırmıştım...
Aslında bana kalırsa 40’larımızı
görmeden ölmemiz daha muhtemeldi...
Mantıklı olan onun
dediğiydi tabii... Çünkü hayal edebileceği en makul geleceği dile getiriyordu...
Benim kurduğum
gelecekte ise hedeflediğim değil, göze aldıklarım ifade buluyordu.
***
Bazı kişiler yüreğiyle
sever, bazı kişilerse aklıyla...
Yüreğidir sürüleyen
bazı kişileri, bazı kişilerse sürer aklının izini...
Ekonomi biliminin
yasaları, diyalektiğin kanunları, işçi sınıfının stratejik konumu ve felsefenin
sarsılmaz mantığına dayanarak; haklı ve güçlü bir davanın yanında duruyordu O...
Pürüzsüz mantığı ile “zaten
gelmekte olanın bilgisine” sahipti...
Bendeki ise delice bir
adanmışlıktı sadece. Yalın bir saf tutma, gönüllü bir taraf olma...
“Yenilsen de yensen de taraftarın seninle” durumu kısacası...
Daha sonra felsefeye,
mantığa, siyasete ve tarihe dair öğrendiğim her şey; hep ikincil kaldı bu
duygunun yanında...
Belki biraz da bu
yüzden zayıf kaldım hep ekonomi konusunda...
Bana şiir de, bana
tarih de, felsefe de bana...
Ama soğuk arz-talep
eğrileri ile Para-Meta-Para döngüsü hitap edemedi hiçbir zaman ruhuma...
İkilemler yaşadım
aklımı beslemekle yüreğimden beslenmek arasında...
***
Bazı kişiler yüreğiyle
sever, bazı kişilerse aklıyla...
Yüreğidir sürüleyen
bazı kişileri, bazı kişilerse sürer aklının izini...
Mantık konuşuyorsa
eğer, 1 Mayıs sadece bir ritüel...
O gün yürümüşsün,
yürümemişsin ne farkeder?
Ama “bu yürek, o dilden anlamaz pek...”
Sevdasını dağlara,
denizlere haykırmadan duramayan bir aşık gibi; sokaklara vurur 1 Mayıs’ta yürek
kendini...
***
“1 Mayıs’a katılmayacağım galiba ben” dedi...
Belli ki bu “görev” gereksiz
geliyordu artık ona...
Belli ki artık onsuz
devam edecektik yola...
Belli ki buraya kadar
gelebilmişti ruhu olmayan bilim, yüreği olmayan akıl ve heyecanı olmayan bir
felsefeyle...
O aklıyla sevmişti
bizi... Ve aklı daha “mantıklı” yönleri gösteriyordu şimdi...
Bizse yüreği öne
almakla aptal aşıklar gibi davranıyoruz belki...
Bu kötücül, bencil, kurnaz
dünyada; iyi ki aptalız, aşığız ne mutlu ki...
Çünkü hala, Nazım’ın
dediğidir hitap eden benim yüreğimin mantığına;
“Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da...
Hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil...
Bütün iş, Tahirle Zühre olabilmekte.
Yani yürekte...”
* Bütün şiirler usta şair Nazım Hikmet’tendir...
AKINTIYA
KARŞI
Münür
Rahvancıoğlu
Baraka
Aktivisti
munur.rahvancioglu@gmail.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder