Bugün kafamda yaşanmış bir imge ile uyandım...
İlkokul birinci sınıftaydım...
Üç arkadaş, ortadaki ben, birbirimizin beline sıkı sıkı sarılmış yürüyoruz...
Yüksek sesle bir şarkı söylüyoruz... Şarkının ne olduğunu unuttum...
Bir sağa bir sola
savrularak buluyoruz dengemizi.
Yanımdakiler avazları
çıktığı kadar bağırıyorlar şarkının sözlerini...
Diğer çocuklar
etrafımızdan akıp geçiyor...
Kimi oyun oynuyor,
kimi kantinin önünde sıra bekliyor...
Kimse bize bakmıyor...
Benim gözlerimden
sular seller gibi yaşlar akıyor...
Yüreğim ortasından
ikiye bölünmüş gibi; sivri bir acı ile derin bir mutluluk ortasındayım...
***
Sonraki hayatımın
çeşitli evrelerinde tekrar tekrar dönüp düşündüm bu anım üzerine...
Gözlerimden ilk kez
yaş akışı değildi elbet o olay... Ama sanırım ilk gerçek ağlayışımdı...
Neden ağlıyordum o
gün?
Arkadaşlarım benim
kederime mi ortak oluyorlardı, yoksa sadece birlikte şarkı söylemenin keyfini
mi çıkarıyorlardı?
Ve bir ilkokul
çocuğunun böylesine derin bir bölünmüşlük hissi yaşaması normal miydi?
Hem keder hem
mutluluk; hem ölüm hem yaşam vardı içimde...
Bunu o gün de
hissedebiliyordum...
Ve çok korkuyordum...
***
Evde olmak
istiyordum...
Nenemin yanında,
babamın keçileri ile olmak, mahallede beraber büyüdüğüm ve kendimi bildim
bileli tanıdığım iki arkadaşımla oynamak...
Babamın ve annemin
işten dönüş saatine kadar bahçede oyalanmak...
Ve zamanın hiç
akmadığı o kutsal çocukluk atmosferinden, sonsuza dek hiç çıkmamak...
Kederim bundandı... Çünkü evde olmak istiyordum...
Garip olan bu yoğun
kederden ayrı olarak derin bir mutluluk hissi ile kuşatılmış olmam...
Öğretmenimi, okulumu,
okulumun bahçesini ve kantinin yanındaki hurma ağacını çok seviyordum...
Öğrendiğim şeyler
ilgimi çekiyor, sınıf atmosferinden ve kalabalıkta erimekten keyif alıyordum...
Belimden kavramış ve
her iki kulağımın dibinde avaz avaz bağıran iki arkadaşımın yanında olmak çok
çok çok iyiydi..
Mutluluğum bundandı... Çünkü okulda olmak
istiyordum...
***
Kederim ve mutluluğum
öylesine birbirinden ayrı, öylesine birbirinden uzak, öylesine birbiri ile
alakasızlardı ki...
Sanki iki farklı
insanın hissedeceği duygular gibiydiler...
Birisi diğerinden beslenmiyor,
biri diğerini bastırmıyordu...
Gözlerimden yaşlar
akıyordu...
İsterdim ki, aynı anda
hem evde hem okulda olayım...
İsterdim ki ev okul
olsun...
İsterdim ki okul eve
gelsin...
Bir şekilde ikisi
birleşebilsin...
Sanırım ancak böyle
kapanabileceğinin farkındaydım içimdeki çatlağın...
***
Sonra zaman zaman
unuttum bu imgeyi... Zaman zaman tekrar hatırladım...
Her iki yana eşit
kuvvetle çeken bir ruh hali içinde kendimi olaylara bıraktığım da oldu...
Birini kararlılıkla
tercih edip diğerini azarlayarak kovduğum da kalbimden...
Ama ikisi de küsmedi
bana...
Şimdi ne zaman bir
kapının önünde dursam...
Çıkmakta da girmekte
de olsam o kapıdan; aynı imge gelir oturur kalbime...
Yıkılsın isterim
kapı... Birleşsin içerisi ile dışarısı...
***
Bugün kafamda yaşanmış bir imge ile uyandım...
İlkokul birinci sınıftaydım...
AKINTIYA
KARŞI
Münür
Rahvancıoğlu
Baraka
Aktivisti
munur.rahvancioglu@gmail.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder