8 Mayıs 2013 Çarşamba

Yaşanmış Bir İmge



Bugün kafamda yaşanmış bir imge ile uyandım...
İlkokul birinci sınıftaydım...
Üç arkadaş, ortadaki ben, birbirimizin beline sıkı sıkı sarılmış yürüyoruz...
Yüksek sesle bir şarkı söylüyoruz... Şarkının ne olduğunu unuttum...
Bir sağa bir sola savrularak buluyoruz dengemizi.
Yanımdakiler avazları çıktığı kadar bağırıyorlar şarkının sözlerini...
Diğer çocuklar etrafımızdan akıp geçiyor...
Kimi oyun oynuyor, kimi kantinin önünde sıra bekliyor...
Kimse bize bakmıyor...
Benim gözlerimden sular seller gibi yaşlar akıyor...
Yüreğim ortasından ikiye bölünmüş gibi; sivri bir acı ile derin bir mutluluk ortasındayım...

***
Sonraki hayatımın çeşitli evrelerinde tekrar tekrar dönüp düşündüm bu anım üzerine...
Gözlerimden ilk kez yaş akışı değildi elbet o olay... Ama sanırım ilk gerçek ağlayışımdı...
Neden ağlıyordum o gün?
Arkadaşlarım benim kederime mi ortak oluyorlardı, yoksa sadece birlikte şarkı söylemenin keyfini mi çıkarıyorlardı?
Ve bir ilkokul çocuğunun böylesine derin bir bölünmüşlük hissi yaşaması normal miydi?
Hem keder hem mutluluk; hem ölüm hem yaşam vardı içimde...
Bunu o gün de hissedebiliyordum...
Ve çok korkuyordum...
***
Evde olmak istiyordum...
Nenemin yanında, babamın keçileri ile olmak, mahallede beraber büyüdüğüm ve kendimi bildim bileli tanıdığım iki arkadaşımla oynamak...
Babamın ve annemin işten dönüş saatine kadar bahçede oyalanmak...
Ve zamanın hiç akmadığı o kutsal çocukluk atmosferinden, sonsuza dek hiç çıkmamak...
Kederim bundandı... Çünkü evde olmak istiyordum...
Garip olan bu yoğun kederden ayrı olarak derin bir mutluluk hissi ile kuşatılmış olmam...
Öğretmenimi, okulumu, okulumun bahçesini ve kantinin yanındaki hurma ağacını çok seviyordum...
Öğrendiğim şeyler ilgimi çekiyor, sınıf atmosferinden ve kalabalıkta erimekten keyif alıyordum...
Belimden kavramış ve her iki kulağımın dibinde avaz avaz bağıran iki arkadaşımın yanında olmak çok çok çok iyiydi..
Mutluluğum bundandı... Çünkü okulda olmak istiyordum...
***
Kederim ve mutluluğum öylesine birbirinden ayrı, öylesine birbirinden uzak, öylesine birbiri ile alakasızlardı ki...
Sanki iki farklı insanın hissedeceği duygular gibiydiler...
Birisi diğerinden beslenmiyor, biri diğerini bastırmıyordu...
Gözlerimden yaşlar akıyordu...
İsterdim ki, aynı anda hem evde hem okulda olayım...
İsterdim ki ev okul olsun...
İsterdim ki okul eve gelsin...
Bir şekilde ikisi birleşebilsin...
Sanırım ancak böyle kapanabileceğinin farkındaydım içimdeki çatlağın...
***
Sonra zaman zaman unuttum bu imgeyi... Zaman zaman tekrar hatırladım...
Her iki yana eşit kuvvetle çeken bir ruh hali içinde kendimi olaylara bıraktığım da oldu...
Birini kararlılıkla tercih edip diğerini azarlayarak kovduğum da kalbimden...
Ama ikisi de küsmedi bana...
Şimdi ne zaman bir kapının önünde dursam...
Çıkmakta da girmekte de olsam o kapıdan; aynı imge gelir oturur kalbime...
Yıkılsın isterim kapı... Birleşsin içerisi ile dışarısı...
***
Bugün kafamda yaşanmış bir imge ile uyandım...
İlkokul birinci sınıftaydım... 


AKINTIYA KARŞI

Münür Rahvancıoğlu
Baraka Aktivisti
munur.rahvancioglu@gmail.com
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder