8 Ağustos 2012 Çarşamba

Yengeç Sepeti



Derler ki, bir yengeç bir hasır sepetin içinden kolayca çıkabilirmiş...
Derler ki, bir hasır sepetin içine konan birden fazla yengeç asla o sepetten çıkamazmış...
Çıkmaya çalışan yengeci, diğer yangeçler bırakmazlar; ayağından kafasından tutup aşağıya çekerler, kendi yanlarına indirirlermiş...
***

Üniversite biteli, şöyle böyle 14 yıl oluyor...
Ve yaklaşık 11 yıldır da çalışma yaşamının içindeyim...
Okul yaşamında yüksek not alan, derslerinde başarılı olan kişilerin genel bir hoşnutsuzluk ile karşılandıklarını gözlemlemiştim. Sanki birisinin başarısı diğerinin başarısızlığını daha görünür kılıyordu...
Daha sonra aynı ruh halini çalışma yaşamında da gözlemleme talihsizliğine eriştim....
İşini iyi yapan, yürekten sarılan ve çabalayarak belirli sonuçlar elde eden kişiler müthiş bir psikoloji savaş ile karşı karşıya kalıyorlar...
Geride bırakılanların, kendilerini geçenlere hıncı tahmin edilemez yöntemlerle işliyor...
Dedikodu, küçümseme, kıskançlık, çarpıtma, alınganlık, küsme ve yok sayma; bu yöntemlerden bazıları...
Özellikle küçük yerlerde sözünü etttiğim duygu çok daha yoğun oluyor...
Birbirini bilen, tanıyan ve kendisi ile kıyaslayabilen insanlar; çevresindekilerin başarılarına daha bir tahammülsüz oluyorlar...
Kalabalık ortamlarda karşılıklı bilme, tanıma oranı daha düşük olduğundan belirgin olmayan bu davranış, küçük yerlerde çok daha görünür oluyor.
Kim demişti şimdi hatırlamıyorum “kimse kendi köyünden peygamber çıkamaz” diye...
Ne kadar doğru...
***
Adına rekabet denilen davranış biçimi, sadece ekonominin kuralları ile bağlantılı bir olgu değil...
Zaten adına ekonomi denilen sosyal ilişki yöntemi, sosyal hayatın tek bir yönü ile bağlantılı bir olgu değil...
Bu yüzdendir ki; ekonomik ilişkiler adı verilen altyapı ağı, yavaş yavaş tüm üst yapıyı kendine göre şekillendirmiştir tarih boyunca...
Yani ekonomiden yükselen her değerin sosyal hayatta bir karşılığı vardır. Bunun gibi rekabetin de sadece ekonomi ile sınırlı olduğunun sanılması yanlıştır...
Peki rekabet nedir?
Günümüzde bazıları rekabeti müthiş derecede olumlarken, bazıları da çarpık bir temelden eleştirmekte...
Ama her iki görüşün de ortak olan yönü; rekabeti tanımlarken vurguladıkları temelin aynı olmasından gelmekte...
Diyorlar ki, “rekabet, aynı hedefe varmaya çalışan birden fazla öznenin yarışıdır.”
Olay bundan ibaret algılanıp, öznelerin kendilerini birbirlerine göre kıyaslamaları rekabet olarak tanımlanıyor.
Sonra da bu kıyaslamayı olumlu bulanlar rekabeti de olumlu bulurken, olumsuz bulanlar rekabeti de olumsuz buluyorlar...
Oysa rekabet, bir kıyaslama pratiğinden ibaret değil...
Rekabet, bir “daha” pratiğidir...
Daha çok, daha iyi, daha yüksek, daha anlamlı, daha verimli, daha...
Yani içerisinde kıyaslama boyutu olmakla birlikte, aslında bu kıyaslama süreci “daha” sürecinden beslenmektedir.
Diyelim ki bu, çalışma yaşamında bir rekabet olsun...
Terfi, maaş artışı almanın veya patronun gözüne girmenin birçok yöntemi vardır: Rakiplerinizi gerçekten geçmek, rakiplerinizi yavaşlatmak, rakiplerinizi görünmez kılmak, rakiplerinizi yok etmek, vs. vs.
Rekabet, bunların hepsini içerir...
Gerçi “haksız rekabet” adı altında bu yöntemlerden bazıları kınanır...
Ancak bilinir ki, çoğu zaman gerçekte ne olduğu ile insanların olan şeye ilişkin düşünceleri aynı olmaz...
Sizin “haksız rekabet” uygulamalarınız eğer insanlar tarafından farkedilmez veya farkedildiği halde ispatlanamaz ise; olmamış demektir!
***
Bütün bunları neden yazdım?
Bence günlük hayatımız, kapitalist ekonomiden beslenen birçok olumsuzluk ile damgalı...
Ve bu küçücük ülkede, küçücük bir halkın içindeki küçücük bir grup olarak solcuların da bu olgulardan etkilenmemesi mümkün değil...
Daha dünkü çocukların, belirli hedefler koyup bu hedeflere ulaşan özneler haline gelmesi; 20-30 yıllık feodal ilişkilerin bunca zamandır yapamadıklarını daha da görünür hale getirmekte...
Birisinin yaptığı, diğerinin yapamadığının ispatı olmakta...
Bu yüzden de rahatsızlık yaratmakta...
Sonuçta ise okul hayatından veya çalışma yaşamından farklı bir durum oluşmamakta...
Dedikodu, küçümseme, kıskançlık, çarpıtma, alınganlık, küsme ve yok sayma mekanizmaları devreye girmekte...
***
Derler ki, bir yengeç bir hasır sepetin içinden kolayca çıkabilirmiş...
Derler ki, bir hasır sepetin içine konan birden fazla yengeç asla o sepetten çıkamazmış...
Çıkmaya çalışan yengeci, diğer yangeçler bırakmazlar; ayağından kafasından tutup aşağıya çekerler, kendi yanlarına indirirlermiş...
***
Biz bu ülkenin devrimcileri, ülkemizin bağımsızlık mücadelesini bir yarış olarak algılamıyoruz...
Varılacak yere halkımızla varmayı önümüze koyduğumuzdan dolayı da, kişisel mutluluğunu ve kendine olan saygısını maksimize etme derdindeki feodal ilişki ağlarının kendi kendini onaylayan sıfatlandırmaları ile ilgilenmiyoruz.
Bizim hedefimiz, bu ülkenin sol liberal, postmodernist ve nihilist dehlizlerinde kaybolmuş kendinden menkul entellektüelleri değil...
Bu ülkenin gerçek entelllektüellerinin, halkın bağımsızlık kavgasında halkın yanında saf tuttuğunu net bir şekilde görüyoruz.
Asıl meselenin de hiçbir sol iddiası olmayan halk kitlelerini anlamak ve kendimizi halk kitlelerine anlatmak olduğunu biliyoruz...
İşte bunun için pusulamızın üstündeki buğuyu silip, eteğimizden çekiştirenlere üstümüzdekilerin tamamını bırakarak yola çırılçıplak devam etmekten çekinmiyoruz...
Biz bu sepetten halkımızla birlikte çıkmak istiyoruz...
Ve biz bu sepetten halkımız olmadan asla çıkamayacağımızı biliyoruz.
Bizimle veya bizsiz, bu sepetten bu halkın çıkmasından başka hiçbir amacı meşru kabul etmiyoruz...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder