Hep mutsuz aşkların
hikayesidir anlatılan... Nereye baksak bir mutsuz aşk masalı ile
karşılaşırız... Sanki tarih boyunca gelmiş geçmiş bütün aşıklar mutsuz olmuş,
“mutlu aşk yok”(1)muş...
Kerem ile Aslı, Ferhad
ile Şirin, Tahir ile Zühre...
Mahallemizde,
köyümüzde, şehrimizde ve ülkemizde en az bir tane mutsuz aşk hikayesi vardır
bildiğimiz...
Onlar aşık
olmuşlardır. Dinlerinden, dillerinden, renklerinden, cinsiyetlerinden,
yaşlarından, kültürlerinden, sınıflarından veya çevrelerinin dayattığı herhangi
bir başka özelliklerinden dolayı kavuşamamışlardır. Mücadele etmişler ama
başaramamışlardır ve en sonunda yenilmişlerdir...
Budur bütün hikayenin
özeti... “Mutlu Aşk Yoktur.”
***
Aşıklar, çevresindeki
insanlar için bir tehlike unsurudurlar; rahatsız edici, düzen bozucu,
huzursuzluk kaynağıdır onlar...
Olagelene karşı bir
tehdit, süregiden için bir risktir aşk...
Aşk bir kez
gösterdikten sonra yüzünü, hiçbir şey eskisi gibi kalmaz, kalamaz... Ya
aşıkların, ya olagelenin, belki de her ikisinin de mahfıyla sonuçlanır her
şey...
“İmkansız” diye bir
kelimeyi tanımayan, hiçbir artniyet olmaksızın kurulu her şeyi yıkan ve yepyeni
dünyalar kuran bir tutkudur aşk...
Ve tutku ile
kurduğumuz her ilişki, tutku ile yaptığımız her iş, tutku ile sarıldığımız her
düşünce; rahatsızlık verir yaşamına huzurla devam edenlere...
***
İki insanın cinsel
aşkı değildir yalnız bu rahatsızlığın kaynağı...
Bir düşünün, birbirini
derinden anlayan iki insanın dostluğu da olabilir bu. Yaşadıkları her şeyi
paylaşan, her gün birbirini anan, akla gelebilecek her şeyi konuşan,
birbirlerini kendilerini anladıklarından daha iyi anlayan iki dostun varlığı
tedirgin etmez mi çevrelerindeki diğer arkadaşları...
Bir düşünün, gitarıyla
yatıp gitarıyla kalkan bir gencin sadece müzikle ilgilenerek tüm hayatını
notalara ve sözlere adayan bir kimsenin çevresinden alacağı tepkiyi...
Saatlerce kitap
okuyan, saatlerce yazı yazan bir kişinin dinleyeceği öğütleri düşünün bir de...
Kendini resme,
tiyatroya, doğaya, şiire, müziğe, sinemaya, dostuna, sevgilisine, ideolojisine,
takımına, işine veya ailesine adayan herkesin duyacağı bir çift laf vardır
çevresinde...
Böyle aşıkların
hikayeleri ile doludur tarih...
Çarmıha gerilirken
dahi sabırla direten İsa mı, Kerbela’da kavrulan Hüseyin mi, topların önünde
“yaşasın Komün” diyerek öldürülen Paris işçileri mi yoksa bilimsel merak için
hayatını veren Marie Curie mi daha az aşıktılar?
Hayatını müziğe adayan
Beethoven mi, yoksulluktan kırılan ama yine de resimde ısrar eden Van Gogh mu, geç
saate kadar oyun oynadığı için dayak yiyen ama oyundan vazgeçmeyen çocuk mu, yoksa
işkence odalarında canını veren ama dostlarını satmayan İbrahim mi daha az
aşıktır?
***
İşte aşk bu yüzden
yasaktır...
Normal olan her şeyi
sarsar aşk... Etrafını büyük bir tutku halesi ile çevreler, o ana kadar “güzel”
görünen her şeyi iğrenç, “imkansız” görünenleri ise olabilir kılar...
Statükoyu tehtid eden
her zaman aşktır...
Kimi zaman Gezi
isyanında olduğu gibi “üç beş ağaca” duyulan aşktır bu, kimi zaman bir
insana...
Kimi zaman birkaç nota
çakar kıvılcımı, kimi zaman borcumuz çocuklarımıza...
Ve bulaşıcıdır aşk...
Aşk ile parlayan bir çift göz, başka gözlere yayılma meyilindedir her zaman...
Tarihte aşk olmadan
gerçekleşen tek bir devrim bile yoktur...
Ve aşka karşı çıkan
her düzen yıkılmıştır eninde sonunda...
Çünkü Ahmet Telli’nin
de dediği gibi “sevdadan gayrısı duman olur, biter suları sislendiren ne varsa.”
***
Bu yüzdendir ki, hep
mutsuz aşkların hikayesi anlatılır...
Aşkın resmi tarihinde
mutlu aşklara yer yoktur...
Umuda, inanca,
bağlılığa, tutkuya, emeğe, kanımızı kaynatan, damarlarımızı sızlatan duygulara
prim vermez aşkın resmi tarihi...
Sonsuz bir şimdi içine
gömülmüş, huzurlu birer yaşayan ölü olarak göçüp gidelim ister bu tarihin
yazıcıları...
Onlar bazen kurumsal
dinin sözcüleridirler, bazen hükümetlerin başı; bazen ailemizden birileridirler
bazense “arkadaştır” adı...
Ve bu bazen biz bile
olabiliriz hatta...
Çünkü aşk ile
bağlandık mı bir şeye, tahammülümüz kalmaz aşka benzeyen başka hiçbir şeye...
Bu yüzden sevgilisinin
tutku ile yaptığı her şeyden rahatsız olur sevgililer, bu yüzden gece gündüz
devrimi düşünmek zorundaymış gibi kasılır “sosyalistler”...
Aşk yasaklanabilir
aşıklarca bile...
***
Oysa hem çok büyük bir
şeydir aşk hem de hiçbir hacim kaplamaz insan yüreğinde...
Kişi hem aşkla şiir
yazabilir hem de bağlanabilir bir insana...
Kendini kaybedebilir
yıldızlara baktığında ama yine de yüreği taşabilir müzikle ve notalarla...
Mümkündür yani taşımak
birden fazla aşkı insan yüreğinde...
Çünkü aşkın içine
alamayacağı tek şeydir “imkansız” denen kelime...
Aşk, aşmaktır...
Aklınıza gelebilecek ne varsa...
Bu yüzden
ödüllendirilir yasaklarla...
***
Aşk size yasak...
Tehlikeli oluyorsunuz
aşık olunca. Bir başka bakıyor gözleriniz, daha bir maharetli oluyor
elleriniz...
Ne zaman bir şeye
tutkuyla yaklaşsanız, görünenden ötesine bakıyor yüreğiniz...
Aşk yasak size...
Uyuşturmalısınız onu,
sahte eğlencelerle boğmalı, düşünmemeli ve unutmalısınız... Aşka ihanet edip
kendinizden utanmalı, aynaya bakamayacak noktaya kadar kaçmalısınız...
Çünkü ezerler sizi bu
yasağın bekçileri...
Her şeyi kabul
edebilirler ama tutkuya ve aşka yoktur tahammülleri...
Yenilmiş aşklar bu
yüzden anlatılır ballandıra ballandıra...
Çarmıha germekten,
direkte teşhir etmekten, kafes içinde gezdirmekten bir farkı yoktur bunun
aslında...
Ama bu değildir aşkın
en büyük düşmanı...
Teslim olmuş eski
aşıklardır onun belalısı...
Yenilmiş bir aşık hala
aşıktır aslında... Ama aşk yerini yapışkan bir karanlığa bırakır teslim
olunca...
Çünkü; aşklar esir de
düşer, yenilir de...
Seve seve yenilmiştir bir
çok aşk tarihte...
Ama en iyi aşıklar
bilir ki: “Mesele esir düşmekte değil, teslim olmamakta bütün mesele.”(2)
(1) Luis Aragon
(2) Nazım Hikmet
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder