25 Eylül 2013 Çarşamba

Sulh ve Sükunu Bozmak



Yaklaşık iki yıldır toplumsal muhalefetin çeşitli kesimlerine yönelik baskılar yeni bir boyut kazanmış durumda. Hemen her kişi ve örgüte yönelik gündeme getirilmiş bir dava mevcut.
Bu davalar, “polisi darp ve görevinden men”, “izinsiz pankart asmak” ve “kasti hasar” gibi başlıklar içeriyor. Ama benim en çok ilgimi çeken suçlama “sulh ve sükunu bozma”...

Son KTÖS davası da bu eksende yürütülüyor.
KTÖS’ün gericilik ve asimilasyonu eleştirerek, muhafazakar yönelimlere karşı protestosunu dile getirdiği eylemde sembolik olarak taşınan tespih ve çarşafların ülkedeki “sulh ve sükunu” bozduğunu iddia ediyor savcılık...
***
Geçmişte yapılanlardan niteliksel olarak farklı eylemler yapılmamasına rağmen davalar giderek yığılıyorsa, egemenler cephesinde ciddi bir rahatsızlık var demektir.
Bu olguyu doğru değerlendirerek siyasal davalara nasıl yanıt verileceğinin titizlikle düşünülmesi şart... Geçmişte olduğu gibi her davada o an rüzgarın nasıl estiğine bağlı bir duruş geliştirmek yerine, bütünlüklü stratejilere bütünlüklü yanıtlar vermemiz gerek.
www.yargilaniyoruz.org sitesi böyle bir yanıtın zemini olmak amacıyla tüm davaların haberlerini yayınlıyor. Hiçbir örgütsel ayrım gözetmeden toplumsal muhalefetin her kesiminin siyasal davalarını bir potada buluşturuyor. Çünkü egemenlerin amacı bizleri teker teker avlamak, yıldırmak ve bıktırmak... Oysa bizim göstermemiz gereken ise yapılanların şu veya bu siyasete değil, toplumsal muhalefetin tamamına yönelik bir saldırı olduğu...
Hala bazı dostlar başka örgütlerin de olduğu davalarda yargılanan üyeleri var diye, bütün dava kendilerine yönelikmiş gibi bildiriler yayınlıyorlar. Eskide kalmış bazı düşünce yapılarının yeni duruma adapte olamaması normal ama buna takılmamak gerek. Çünkü davalar konusunda solun geneli bir bütünlük yakalamış durumda ve bu da olumlu bir gelişme...
Egemenlerin huzurunu kaçırmak, ülkedeki “sulh ve sükunu” bozuyor olmakla itham edilmek hepimizin gururla taşımak isteyeceği ithamlar ne de olsa...
***
Peki egemenlerin “sulh ve sükunu”nu bozabiliyor muyuz gerçekten?
TOMA tartışmaları sırasında bazı CTP’li dostlar “bizi 20-30 çevik kuvvet durduruyor zaten, TOMA’ya ne gerek var” demişti. Ben de cevap olarak “ama egemenler bizde hala umut görüyor ki TOMA almak istiyorlar. Bence umudu kesme halkından” diye cevap vermiştim.
CTP’li dostların söylediği yanlış değildi elbet... Ülkemizde gerçekleşen eylemlerin bırakın çevik kuvveti, sıradan polisler için bile zorlayıcı olduğunu iddia etmemiz mümkün değil...
Ama TOMA alımı ile ilgili yorum yaparken böylesi bir kritere başvurmak bir solcu için nasıl mümkün olabilir? Yani eylemlerimiz yeterince şiddet içermiyor diye halk mı eleştiriliyor burda yoksa “eğer şiddet daha fazla olsa o zaman TOMA almak normaldir” mi deniliyor? Her iki yaklaşım da bir solcuya yakışır mı?
Baraka’nın konu ile ilgili bildirisinde de Kıbrıslı Türklerin demokrasi kültürünü özümsemiş, barışçı bir halk olduğu vurgulanmıştı. Ama “TOMA’ya gerek yok” demek için değil, dikey şiddeti kimin başlattığını ve kimin şiddetten beslendiğini hatırlatmak için...
Bazı arkadaşlar ise bu yaptığımızı “Kıbrıslı Türkleri haketmedikleri övgülere boğmak” olarak yorumladılar...
Konu sulh ve sükun olunca kafalar bayağı karışık yani...
***
Mutlak yaklaşımlar, mutlak yıkılır... Bu konu için de geçerli bir mutlak yargı aslında dile getirdiğimiz...
Hamasete dayalı, her gün şiddet ve öfke ile yıkanan bir sol eleştirilebilir...
Pasifist, silik ve yasalcı bir sol da...
Ama mutlak eleştiriler olmaması gerek bunların...
Son tahlilde biliyoruz ki; bizim hayalini kurduğumuz dünyada, bugünün egemenlerinin rahatı kaçacak, sulh ve sükunu bozulacak... Hatta sırf biz bu hayali kuruyoruz diye kaçıyor huzurları gariplerimin ve bozuluyor sulh ve sükunları...
Ama bir şeyi sırf belirli bir tarihsellikte onu yapıyoruz diye evrenselleştirerek övmek ciddi bir diyalektik hatası olur...
Barışçıl ve yasal ortamlar siyasal çalışma için en elverişli ortamlardır. İsteyen aksini düşünebilir, ama dünyanın hiçbir yerinde şiddet ve kargaşa solun özel olarak aradığı bir mücadele zemini olmamıştır...
Aynı sol, egemenler şiddete başvurduğu zamansa yanıt vermekten kaçmamıştır...
Mesele bundan ibarettir...
Yasal ve barışçıl çalışmanın imkanlarından sonuna kadar yararlanmak, siyasetin şiddete dayalı yapılmasının karşısında durmak...
Bu dünyanın her yerinde bizim görevimiz...
Ama egemenler şiddete başvurduğu zaman ise, bunun karşısında uygun ve gerekli araçlarla direnmek...
Bu da bizim karakterimiz...
***
Aslında yaşlı Engels bu tartışmaya son noktayı yüzlerce yıl önce koymuştu ya biz gene de yazalım dedik...
Komünistleri şiddete dayalı siyaset hedefi gütmekle suçlayanlara, haksız egemenliği sürdürmek amaçlı baskıcı şiddet ile meşru müdafaa arasındaki farkı özetlemişti Engels ve şöyle bitirmişti tartışmayı: “Önce siz buyrun mösyö burjuvazi”...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder