Yaklaşık iki yıldır toplumsal muhalefetin çeşitli kesimlerine yönelik
baskılar yeni bir boyut kazanmış durumda. Hemen her kişi ve örgüte yönelik gündeme
getirilmiş bir dava mevcut.
Bu davalar, “polisi darp ve görevinden men”, “izinsiz pankart asmak” ve
“kasti hasar” gibi başlıklar içeriyor. Ama benim en çok ilgimi çeken suçlama
“sulh ve sükunu bozma”...
Son KTÖS davası da bu eksende yürütülüyor.
KTÖS’ün gericilik ve asimilasyonu eleştirerek, muhafazakar yönelimlere
karşı protestosunu dile getirdiği eylemde sembolik olarak taşınan tespih ve
çarşafların ülkedeki “sulh ve sükunu” bozduğunu iddia ediyor savcılık...
***
Geçmişte yapılanlardan niteliksel olarak farklı eylemler yapılmamasına
rağmen davalar giderek yığılıyorsa, egemenler cephesinde ciddi bir rahatsızlık
var demektir.
Bu olguyu doğru değerlendirerek siyasal davalara nasıl yanıt verileceğinin
titizlikle düşünülmesi şart... Geçmişte olduğu gibi her davada o an rüzgarın
nasıl estiğine bağlı bir duruş geliştirmek yerine, bütünlüklü stratejilere
bütünlüklü yanıtlar vermemiz gerek.
www.yargilaniyoruz.org sitesi böyle bir yanıtın zemini olmak amacıyla tüm davaların haberlerini
yayınlıyor. Hiçbir örgütsel ayrım gözetmeden toplumsal muhalefetin her
kesiminin siyasal davalarını bir potada buluşturuyor. Çünkü egemenlerin amacı
bizleri teker teker avlamak, yıldırmak ve bıktırmak... Oysa bizim göstermemiz
gereken ise yapılanların şu veya bu siyasete değil, toplumsal muhalefetin
tamamına yönelik bir saldırı olduğu...
Hala bazı dostlar başka örgütlerin de olduğu davalarda yargılanan üyeleri
var diye, bütün dava kendilerine yönelikmiş gibi bildiriler yayınlıyorlar.
Eskide kalmış bazı düşünce yapılarının yeni duruma adapte olamaması normal ama buna
takılmamak gerek. Çünkü davalar konusunda solun geneli bir bütünlük yakalamış
durumda ve bu da olumlu bir gelişme...
Egemenlerin huzurunu kaçırmak, ülkedeki “sulh ve sükunu” bozuyor olmakla
itham edilmek hepimizin gururla taşımak isteyeceği ithamlar ne de olsa...
***
Peki egemenlerin “sulh ve sükunu”nu bozabiliyor muyuz gerçekten?
TOMA tartışmaları sırasında bazı CTP’li dostlar “bizi 20-30 çevik kuvvet
durduruyor zaten, TOMA’ya ne gerek var” demişti. Ben de cevap olarak “ama
egemenler bizde hala umut görüyor ki TOMA almak istiyorlar. Bence umudu kesme
halkından” diye cevap vermiştim.
CTP’li dostların söylediği yanlış değildi elbet... Ülkemizde gerçekleşen eylemlerin
bırakın çevik kuvveti, sıradan polisler için bile zorlayıcı olduğunu iddia
etmemiz mümkün değil...
Ama TOMA alımı ile ilgili yorum yaparken böylesi bir kritere başvurmak bir
solcu için nasıl mümkün olabilir? Yani eylemlerimiz yeterince şiddet içermiyor
diye halk mı eleştiriliyor burda yoksa “eğer şiddet daha fazla olsa o zaman
TOMA almak normaldir” mi deniliyor? Her iki yaklaşım da bir solcuya yakışır mı?
Baraka’nın konu ile ilgili bildirisinde de Kıbrıslı Türklerin demokrasi
kültürünü özümsemiş, barışçı bir halk olduğu vurgulanmıştı. Ama “TOMA’ya gerek
yok” demek için değil, dikey şiddeti kimin başlattığını ve kimin şiddetten
beslendiğini hatırlatmak için...
Bazı arkadaşlar ise bu yaptığımızı “Kıbrıslı Türkleri haketmedikleri
övgülere boğmak” olarak yorumladılar...
Konu sulh ve sükun olunca kafalar bayağı karışık yani...
***
Mutlak yaklaşımlar, mutlak yıkılır... Bu konu için de geçerli bir mutlak
yargı aslında dile getirdiğimiz...
Hamasete dayalı, her gün şiddet ve öfke ile yıkanan bir sol
eleştirilebilir...
Pasifist, silik ve yasalcı bir sol da...
Ama mutlak eleştiriler olmaması gerek bunların...
Son tahlilde biliyoruz ki; bizim hayalini kurduğumuz dünyada, bugünün
egemenlerinin rahatı kaçacak, sulh ve sükunu bozulacak... Hatta sırf biz bu
hayali kuruyoruz diye kaçıyor huzurları gariplerimin ve bozuluyor sulh ve
sükunları...
Ama bir şeyi sırf belirli bir tarihsellikte onu yapıyoruz diye
evrenselleştirerek övmek ciddi bir diyalektik hatası olur...
Barışçıl ve yasal ortamlar siyasal çalışma için en elverişli ortamlardır.
İsteyen aksini düşünebilir, ama dünyanın hiçbir yerinde şiddet ve kargaşa solun
özel olarak aradığı bir mücadele zemini olmamıştır...
Aynı sol, egemenler şiddete başvurduğu zamansa yanıt vermekten
kaçmamıştır...
Mesele bundan ibarettir...
Yasal ve barışçıl çalışmanın imkanlarından sonuna kadar yararlanmak,
siyasetin şiddete dayalı yapılmasının karşısında durmak...
Bu dünyanın her yerinde bizim görevimiz...
Ama egemenler şiddete başvurduğu zaman ise, bunun karşısında uygun ve
gerekli araçlarla direnmek...
Bu da bizim karakterimiz...
***
Aslında yaşlı Engels bu tartışmaya son noktayı yüzlerce yıl önce koymuştu
ya biz gene de yazalım dedik...
Komünistleri şiddete dayalı siyaset hedefi gütmekle suçlayanlara, haksız
egemenliği sürdürmek amaçlı baskıcı şiddet ile meşru müdafaa arasındaki farkı
özetlemişti Engels ve şöyle bitirmişti tartışmayı: “Önce siz buyrun mösyö
burjuvazi”...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder