Yakın geçmişe kadar
arada kalmışlık duygusundan hiç hoşlanmadığımı hatırlıyorum…
İslamcı bir
gazetenin “Taraf olmayan bertaraf olur” sloganını da gizliden gizliye
beğenmişliğim olduğunu itiraf etmeliyim…
Yani kararsız
tavırlar, muallak fikirler ve ikilemler hiçbir zaman cezbetmedi beni…
Mücadele edenler
vardı bir, bir de izleyenler…
Bir iyiler vardı
bir de kötüler…
Şimdi kendime
haksızlık etmeyeyim; öyle dedimse iyinin içindeki kötüyü, kötünün içindeki iyiyi
inkar etttiğim anlamında değildi bu…
“Bizimkilerin” de
zaman zaman hata, yanlış, art niyet yoluna sapabildiği ortada…
Veya “onlar”dan da
çok tatlı insanlarla tanışmadım değil hani…
Ama gel gör ki
“bizim” tarafımızla “onların” tarafı netti…
Bu yüzden de “araf”
en büyük cehennemdi…
***
Oysa “taraf”lar
sizin seçiminizle oluşmayabiliyor ve “araf”ta olmanın kendisi bir taraf
olabiliyormuş bazen…
Bunu yeni yeni
farketmeye başladım son bir kaç yıldır…
Kendinizi içinde
bulduğunuz koşullar bir arafta kalma haline neden olabiliyormuş meğer…
Ve mesele var olan
taraflardan birini seçmeye indirgenemeyecek kadar karmaşıkmış aslında…
***
“Ne Türk’e rehin,
ne Rum’a yama” sloganını benimseyen bir halkız…
Türkiye’nin AB
projesinde bir giriş kozu sayılmak, entegrasyon politikalarının mağduru olmak
veya uluslararası pazarlıklarda kullanılmak istemiyoruz…
Ama mevcut hali ile
Kıbrıs Cumhuriyeti’ne tabi olmak ve yok sayılarak hesaba katılmamak da
istemiyoruz…
TC ile KC
arasındayız, araftayız…
Kendimize göre bir
inanç sistemimiz var.
Sorarlarsa
“müslümanız” ama başka cami istemiyoruz…
Fanatik Kilise
siyasetinden de bize Sunni İslamı dayatan AKP’den de alerji oluyoruz…
Hristiyanlık ile
siyasal İslam arasında araftayız…
Ülkemizi çok
seviyor, Beşparmaklar ile Trodos arasında bulunmadığımız sürece huzursuz
oluyoruz…
Denize, güneşe ve
kebaba bayılıyoruz, ama bu koşullarda da yaşayamıyoruz…
Ya biz yada
ailemizin yarısı Kıbrıs dışında…
Gitmekle kalmak
arasında araftayız…
Kimseye düşman
değiliz, insanları seviyoruz…
Yabancılara karşı
özel bir husumetimiz yok ancak çevremizde daha çok “Kıbrıslı” görmek istiyoruz…
Irkçılık ile
hümanizm arasında araftayız…
***
Bizim bu
hallerimizi yansıtan bir müzik albümünü dinliyorum yaklaşık iki aydır…
Sırf meraktan
aldığım ve baştan sona muhtemelen sadece bir kez dinleyeceğimi tahmin ettiğim
albümü hala çıkaramıyorum CD çalarımdan…
Mete Hatay’ın
“Araf’ta”isimli albümü, arafta olmanın hassaslığına uygun bir üslupla anlatıyor
bu durumumuzu…
İkilemlerimizi,
kararsızlıklarımızı, gidememe, kalamama, dönememelerimizi…
Bir başka biz olma
isteğimizi, biz olarak kalma ısrarımızı…
Karamsarlıklarımızı,
hüzünlerimizi ve neşemizi…
Bitmeyen ama hiçbir
yere de gitmeyen bir yolu yürümelerimizi…
Aşka benzemeyen
aşklarımızı, kara sevdalarımızı…
***
Khora’da oturduğum
bir gün, yanımda arabası ile durdu Mete Hatay. Ve “atla” dedi, “sana kayıttan
yeni çıkan bir parçamı dinleteceğim.”
Geri döndüğümüzde
hem parçayı ne kadar beğendiğimi anlattım hem de neden beni seçtiğini sordum
merakla…
“Bir süredir aşık
gibisin sen, bütün algıların açık” dedi bana…
“Aşk algıların tek
kişiye açık olduğu bir kapalı olma halidir” diyenlere nispet; “herkesin aşkı da
kendi meşrebince olurmuş” diye düşündüm…
Tıpkı her toplumun
“araf”ının da kendi meşrebince olacağı gibi…
***
Evet araftayız…
Ve bu ne yaşanası
bir cennet ne de kaçılası bir cehennem…
Dinleyin Mete
Hatay’ın albümünü…
Ben dinleyince anladım ki, o hem bir kaçılası cennet
hem de yaşanası bir cehennem…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder