1 Haziran 2009 Pazartesi

Buyrun Protokole

UBP’li Maliye Bakanı Ersin Tatar’ın kamuda yetkili beş sendikayı makamına davet ederek fikir alışverişinde bulunması, 2007 yılından beridir kurulamayan protokol masasının yeniden kurulacağına dair fikirlerin ortada dolaşmaya başlamasına neden oldu.
2007 yılında yaşananlar ülkemizde “bağımsız sendikacılık” sloganının daha da yükselmesine neden olmuştu. Kendine yakın tüm sendikaları sunduğu protokolü imzalmamak konusunda sıkıştıran CTP, KTAMS’da umduğunu bulurken KTÖS’de bulamamıştı.
Kendi içinde sıkıntılı bir dönem geçiren KTÖS, hükümete uyumlu sendikacılık yapmak isteyenlerin üyeler tarafından görevden alınması ile bağımsız duruşunu pekiştirerek kendi krizini hükümetin baş ağrısı yapmayı başarmıştı. İşte o günlerde yaşananlardan sonra bir daha protokol masası kurulmadı.
Gerçekleşen uyarı grevlerine rağmen iki yıldır kamu emekçilerine artış verilmedi. Üstelik geçtiğimiz yıl Eşel Mobil sisteminin kaldırılması ve hayat pahalılığının maaşlara yansımasının son bulması konusu CTP tarafından gündeme getirildi. Çalışanların direnişi sonucunda geri adım atan CTP, bu konuyu tartışmak gerektiğini ısrarla yineledi ve ilk fırsatta tekrar gündeme getireceğini vurguladı. Diğer yandan kamu emekçilerinin kazanılmış bir hakkı olan 13. maaş da sürekli tartıştırılan konular arasında. Bilindiği gibi bir önceki UBP hükümeti döneminde peşin maaş uygulamasına son verilmiş ve uygulamada bir yıl 13. maaş ödemesi yapılmamıştı.
Dünya Bankası raporlarında ülkemizdeki kamu emekçilerinin çok fazla hakka sahip olduğu, gereğinden fazla maaş aldığı, sendikaların çok güçlü olduğu gibi birçok ifade geçiyor. Dünya Bankası AB’ye, AB TC’ye, TC de ülkemizdeki hükümetlere; başındaki kamu emekçisi kamburunu atması için talimat üstüne talimat gönderiyor.
Üstelik ya hükümetlerin ya da sermayenin sesi olan birçok basın kuruluşu da, “memurların” az çalışıp çok kazandığına dair efsaneyi büyüttükçe büyütüyorlar. Böylece özel sektör çalışanları ile kamu emekçileri karşı karşıya getirilmeye çalışılıyor. Geçtiğimiz yıl kamuda örgütlü sendikalar bu duruma karşı yerinde bir çıkış yaparak, asgari ücretin iki katına çıkarılması halinde artış istemeyeceklerini hükümete bildirmiş ve samimiyetsizliğini gözler önüne sermişti.
Peki eğer biz kamu emekçileri gerçekten de “az çalışıp çok kazanıyor”sak, o zaman neden hala ay sonunu zor getiriyor, çocuklarımızın geleceğini kara kara düşünüyor, bankalara tonlarca borç ödüyoruz? Aslında bu sorunun cevabı basittir: Çünkü Dünya Bankası da, AB’si de, TC’si de, onların kuklası olan hükümetler de, boyalı sermaye basını da yalan söylüyor. Kamu emekçileri bu ülkenin koşullarında insanca yaşamaya zar zor yetecek maaşlar alıyorlar.
Hastanelerin kullanılmaz halde olduğu, eğitimin devlet teşviki ile özele kaydırıldığı ve kamu okullarında dahi parası olmayanın okuyamadığı, elektrik ücretlerinin fahiş olduğu, toplu taşımacılık namına hiçbir şeyin olmadığı bir ülkede yaşamın pahalı olması biz kamu emekçilerinin suçu değildir. Üretimin bilinçli olarak yok edilmesi ve üretmeden tüketen bir toplum yapısının yaratılması da biz kamu emekçilerinin suçu değildir. Bu yapıyı yaratanlar, ki baş mimar yıllarca bu ülkeyi “yöneten” UBP’dir, bizleri suçlama hakkına sahip değildir.
Şimdi yeni hükümet olan UBP, herkesi memnun edecek bir şeyler söyleme faslını bırakıp da icraata başladığında haklarımıza karşı geçmiş hükümetten daha insaflı olacak değildir. O kurulması çok ümit edilen protokol masası kurulursa, karşımızda bulacağımız öneriler 13. Maaşın kaldırılmasından, Eşel Mobil’in durudurulmasına kadar geçmiş hükümetin önerileri ile aynı öneriler olacaktır. Böylesi saldırılar özel sektör çalışanlarının da üzerimize kışkırtıldığı koşullarda gerçekleştirilecektir. O zaman bizim taleplerimiz de toplumsal talepler olmalıdır. Hayatı pahalılaştıran tüm uygulamalara karşı kamusal projeler talep etmeliyiz. Eğitime ve sağlığa daha çok bütçe ayrılmasını ve bu hizmetlerin herkese eşit, parasız ve kaliteli bir biçimde sunulmasını talep etmeliyiz. Böylece sağlık ve eğitim için yaptığımız harcamalar azaldığı gibi halkın geneli bunlardan faydalanacaktır.
Protokol masası sadece maaş artışlarının değil,  kamusal hakların ilerletilmesinin de zemini kılınmalıdır.  Sendikalar ücret sendikacılığını bırakıp üyelerine bu bilinci aşılamalıdır. İşte o zaman karşımızdaki hangi hükümet olursa olsun,  gönül rahatlığı ile şu çağrıyı yapabiliriz: Buyrun Protokole!

Masada Kim Var?
Protokol masasının kurulup kurulmayacağı belirsizliğini koruyor. Gerçi yılın ortasına gelindikten sonra böyle bir olasılık çok düşük. Üstelik bütçede maaşlardan tutun da eğitim ve sağlık gibi biz emekçileri en çok ilgilendiren alanlara ayrılan bütçe belli olduktan sonra protokol masası hak almanın değil ancak hükümetin sızlanmalarını dinlemenin yeri olur. Ayrıca “yetkisiz” sendika denilerek birçok sendikanın da bu masanın dışında bırakılması da ciddi bir eksikliktir. “Yetkili” sendikalar hükümetlerin bu ayıbın paylaşmamalı ve sendikal dayanışma örneği göstererek “yetkisiz” sendikaların taleplerini de protokol masasına taşımalıdırlar.
Gene de sendikal taleplerin kamuoyunda gündeme gelmesi, sendikaların hükümetin niyetlerini üyeleri önünde teşhir etmesi anlamında böylesi bir masanın kurulmasında hiçbir sakınca yoktur. Ancak sendikalar gerek protokol masasına taşıyacakları talepleri gerekse de protokol görüşmeleri süreci ile ilgili ciddi bir demokrasi sınavı ile karşı karşıyadırlar. Bu süreci üyeleri ve işyeri temsilcileri ile el ele mi götürecekler yoksa kapalı kapılar ardında mı bırakacaklar? Üyeler kendi sendikalarının taleplerini gazetelerden mi okuyacak yoksa daha görüşmeler başlamadan şekillendirme şansına mı sahip olacak? Kısacası kamu emekçileri bu sürecin seyircisi mi olacak yoksa şekillendiren öznesi mi? Bizce kamu emekçileri taleplerin şekillendirilmesinden elde edilmesi için verilecek mücadeleye kadar her aşamada özne olmalıdır. Sendikal bürokrasi buna izin verecek mi?
Bu sürecin bir diğer boyutu ise taleplerin kuru ücret artışı ile mi yoksa toplumsal bir içerikle mi şekillendirileceğidir. Hizmet alımı ve geçici kamu emekçileri için iş güvencesi talep edilecek mi? Kadın emekçiler için özel talepler olacak mı? Kamusal eğitim ve sağlık politikaları istenecek mi? Yoksa maaş artışının %’liği mi tartışılacak. Bizce esas soru budur

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder