Kıbrıs’ta Son Durum
Kıbrıs’ta
işler hiç de iç açıcı görünmüyor. Adanın bölünmüşlüğü gün geçtikçe daha da
kalıcı hale gelirken, bu bölünmüşlüğü aşacak herhangi bir hareketlenmeye dair pek
bir umut da görünmüyor ufukta...
Yaklaşık
elli yıldır sürmekte olan “toplumlararası görüşmeler” monoton ve sıkıcı bir
ritüele dönüştü, Kıbrıs’ın fiziki bölünmüşlüğü yollar, elektrik şebekesi, su,
kanalizasyon ve yerleşim planlaması anlamında giderek kalıcı hale geliyor,
bundan da öte iki halkın zihninde bölünmüşlük normal bir olgu...
Her
iki halk arasında da şöven ve milliyetçi siyasetler yükselişte, her iki halk da
birbirine güvenmiyor ve geçmişe ilişkin birbirini suçlamaya devam ediyor.
Kısacası Kıbrıs’ta bölünmüşlüğü aşmak, sadece hukuki bir prosedürden ibaret
değil...
Kıbrıs
yalnızca coğrafi olarak değil, adada bulunan iki halkın yeniden kardeşleşmesi
anlamında da tekrar birleşmeli, birleştirilmeli... Bunun da “iki liderin imzası
ile” gerçekleşmesi mümkün görünmüyor...
Barış
güçleri, uzun yıllar boyunca şuna inandı; “ada yapay bir şekilde ve dış
güçlerin zorlaması ile bölündü. O halde aynı dış güçlerin çıkarları
gerektirdiği takdirde kolayca ve bir hamlede yeniden birleşebilir.”
Oysa
bu yaklaşımda gerçeğin sadece bir boyutu mevcutken, önemli bir başka boyutu
eksik kalıyordu: Evet adanın bölünmesi dış güçlerin istek ve zorlaması ile gerçekleşmişti
ancak dış güçler, olmayan bir ayrılığı yoktan yaratmamış; var olan sıkıntıları
kaşıya kaşıya büyüterek kangren durumuna getirmişlerdi. Adanın fiziki olarak
bölünmesi ile ada halklarının birbirine düşman kılınması paralel ilerleyen
süreçler olarak yaşanmıştı. Kısacası yeniden birleşme, ancak halklar arası
güvenin yeniden tesis edilmesi ile mümkün olabilirdi...
Ancak
1974’ten bu yana geçen 38 yıl boyunca bunun için neredeyse hiçbir şey
yapılmadı... Ve şimdi Annan Planı yıkımından sonra iki halkı “yukarıdan bir
anlaşmanın sihirli gücüne” inandırmak çok daha zor görünüyor...
Kıbrıs’ın
güneyinde, yani Kıbrıslı Elen halkının kontrolü altında gibi görünen bölümünde;
AB emperyalizmi at koşturuyor... Troyka AB’ye girişten beri uygulanan
neo-liberal politikaları yetersiz bularak yeni bir önlemler paketi için
çalışmalarına başladı bile... Havayollarında, haberleşmede, enerjide, sağlık ve
eğitimde yeni bir özelleştirme, kuralsızlaştırma, taşeronlaştırma ve
sendikasızlaştırma saldırısı gözle görünür hale geldi. Şimdi Kıbrıslı Elen
halkı, bu saldırı dalgasını göğüslemek için gerekli bir siyasal önderliğin
eksikliğini çok daha acı hissedecek... AKEL yıllarca; soyut bir barış söylemi
altında büyük halk şövenizmini, biçimsel bir komünizm ritüeli altında
neo-liberalizmi ve Türkiye/ABD’ye karşı sözde anti-emperyalizm kisvesi altında
AB’ciliği siyasal nirengi noktası haline getirdi... Troyka tarafından
uygulattırılacak olan neo-liberal politikalara ise sözde ve lafta karşı çıkmak
mümkün değil... Bıçak kemiğe dayandığı zaman, bu yolun AKEL ile yürünemeyeceği
net bir şekilde ortaya çıkacak. Peki AB kurumları ile içli dışlı bir hale
gelmiş ve neo-liberalizme ideolojik olarak angaje olmuş AKEL; Kıbrıs’ın yeniden
birleştirilmesi mücadelesini hangi temelden ve kime karşı yürütecek? Yoksa,
neo-liberal politikalar karşısında siyasal önderlikten yoksun kalan Kıbrıslı
Elen halkı, yeniden birleşme noktasında da kaosa mı sürüklenecek?
Kıbrıs’ın
kuzeyinde, yani Türkiye’nin kontrolü altında gibi görünen bölümünde ise ABD
emperyalizmi tartışmasız bir hegemonya kurmuş durumda. Güneye AB aracılığı ile
ulaşan neo-liberalizm, kuzeye Türkiye aracılığı ile ulaşıyor. Diyebiliriz ki,
Türkiye kuzey Kıbrıs’ın IMF’si... Özelleştirme, kuralsızlaştırma, doğanın
talanı, sendikasızlaştırma politikaları uzun süreden beridir Türkiye’den
dayatılan paketler aracılığı ile ve işbirlikçi hükümetler eli ile uygulanıyor.
Bunlar arasında sadece sağ/şöven işbirlikçiler değil, CTP gibi “sol” ve barışçı
olanları da var. CTP’nin son hükümet
döneminde özelleştirmeden, emeklilik yaşının arttırılmasına, sağlıktan eğitime
kadar uyguladığı politikalar halkın gözünde kuşkulu hale gelmesine neden olmuş
durumda. CTP’nin sol/barışçı kampın siyasal önderliğini yitirmesi ile oluşan
boşluk ise henüz doldurulabilmiş değil.
Kısacası
Kıbrıs’ın her iki yakasında da gündemde olan konu “barış” değil, neo-liberal
politikalar... Kıbrıs’ın her iki yakasında da prestijini kaybetmiş
“sol”/barışçı yapılar var. Ve kuzeyde daha görünür olmakla birlikte Kıbrıs’ın
her iki yakasında da siyasal önderlik krizi mevcut. Her iki halk içerisinde
şövenizm yükselişte ve karşılıklı güvensizlik mevcut. Kıbrıs’ın kuzeyinde, tüm
bunlara ek olarak; Türkiye’den taşınan nüfus aracılığı ile değişen demokrafik
yapı, sol siyasetler içerisinde bile ırkçılığa varacak bir göçmen düşmanlığının
zeminini örüyor...
Birleşik Kıbrıs Hala
Mümkün mü?
Bu
koşullar altında, hala birleşik bir Kıbrıs’ın olanaklılığından söz etmek mümkün
müdür? Bu sorunun cevabına geçmeden önce başka bir zeminden farklı bir açıklama
yapmak gerekiyor...
Kıbrıs’ın
ve Kıbrıslıların birleşmesi; ada içerisinden ve emekçi sınıflar gözünden
bakıldığı zaman yalnızca bir istek, yalnızca bir arzu, yalnızca bir olanak
değil, açıkça bir zorunluluktur. Kıbrıs halklarının, bağımsız, özgür, eşit,
mutlu bir hayat için Kıbrıs’ın birleşmesinden başka şansları yoktur. Barış ve
birleşme, Kıbrıslılar için sadece “iyi bir fikir” değil, aynı zamanda “maddi
bir zorunluluk”tur. Kıbrıs, iki halkı barındıracak kadar büyük, ancak ayrı ayrı
barındıramayacak kadar küçük bir coğrafyadır. Kıbrıs, stratejik önemi nedeniyle
her dönem emperyalizmin hedefinde olacak olan bir coğrafyadır. Ve Kıbrıs
halklarının ayrı ayrı herhangi birisi emperyalizm karşısında diklenebilecek
askeri, ekonomik veya demokrafik imkanlara sahip değildir. Özellikle de Kıbrıs
bölünmüş, halkları da birbirine düşman kılındığı sürece emperyalist tahakküm
kaçınılmazdır... Kıbrıs halklarının tek şansı, birleşik ve halkları kardeş bir
Kıbrıs’ın Türkiye ve Yunanistan halkları ile enternasyonalist dayanışması
zemininde yürütülecek anti-emperyalist, anti-kapitalist bir mücadelesindedir.
Bunun dışındaki her yol, bağımlılık, düşmanlık, sömürü ve yoksulluk demektir.
Kısacası birleşik bir Kıbrıs imkansız dahi olsa, Kıbrıs halklarının varlığı
devam ettiği sürece “imkansızı istemekten” başka şansları yoktur. Ancak
birleşik bir Kıbrıs, mevcut koşullarda çok zor gibi görünüyor olsa da imkansız
değildir...
Kıbrıs
sorunu özünde Kıbrıs halklarının söz, yetki, karar, iktidar sorundur. Kıbrıs’ta
Kıbrıs halkları dışında neredeyse herkesin sözü geçmektedir. Oysa Kıbrıs
sorununu yaratan etmenler üç düzeyde değerlendirilmeli; Emperyalizm düzeyi,
taşeron devletler düzeyi ve yerli işbirlikçiler düzeyi...
Kıbrıs
sorunu, emperyalizm düzeyinde bir stratejik sömürgenin elde tutulması ve
değerli taşeronların birbirine düşmemesi
sorundur. Aynı sorunu taşeronlar temelinde incelediğimizde iki eski
imparatorluğun mirasçısı iki taşeron devletin yayılmacı arzularını göreceğiz...
Ve son olarak yerli işbirlikçiler Kıbrıslı Elen burjuvazisi ve Kıbrıslı Türk
Egemen Blok’u açısından ise anavatanlarla bütünleşmeden karşı unsura üstün
gelmeye, milliyetçi hamasetten iç pazara hakim olmaya kadar uzanan bir çıkarlar
yelpazesini karşımızda bulacağız... Her üç düzey, birbirini etkilemekte,
şekillendirmekte ve yönlendirmektedir. Bu üç düzeyin birbirleri ile diyalektik
ilişkileri söz konusudur ve aralarında salt bir dikey ilişki değil karşılıklı
etkileşim ve devingenlik vardır.
Emperyalist
ve taşeron devletler ile yerli işbirlikçilerinin el birliği ile yarattıkları
Kıbrıs sorununu çözmekte çıkarı olan ve çözebilecek tek güç ise; Kıbrıs
halklarıdır. Kıbrıslı Elen halkı ve Kıbrıslı Türk halkı ayrı ayrı ancak
koordineli bir mücadele ile yerli işbirlikçileri yenebilir, taşeronları ve
emperyalistleri kovabilir. Emperyalistlerin kötü niyetinden, taşeronların
hatalarından, yerli işbirlikçilerin ihanetinden söz etmek, sadece bunları
konuşmak bize hiçbir şey kazandırmaz. Elbettte bunları bilmeli, tahlil etmeli
ve kendi stratejimizi bu temelden geliştirmeliyiz. Ancak bilmeliyiz ki bugün
her iki halk da doğru bir siyasal önderliğin olmayışının ve geçmişte yapılan
yanlışların bedelini ödemektedir.
Bugün
bağımsız, birleşik ve halkları kardeş bir Kıbrıs’a geçmişte olduğundan daha
yakın değilsek, bunun nedenini dışarda değil kendi içimizde aramalıyız.
Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Elen solu, son otuz sekiz yılı yasalcı bir mücadele
anlayışı ile heba etti. Uluslararası hukuk hayranlığını emekçi kesimlere aşılamak
için harcanan çaba, emekçilerin ortak mücadelesi için harcansaydı elbette bugün
başka bir yerde olurduk. Birleşmiş Milletler kararları, iki toplum
temsilcilerinin görüşmeleri, seçimler, AB muktesebatı, Kıbrıs Cumhuriyeti’ndeki
“haklarımız” gibi soyut meselelerle oyalanan bir mücadele anlayışının da
bugünkünden daha farklı sonuçlar vermesi beklenemezdi.
Nasıl Bir Mücadele?
Bugün
Kıbrıs’ta iki halkın varlığının (beğensek de beğenmesek de) gerçek olduğunu
kabul etmeden herhangi bir mücadele yürütmek mümkün değildir. Kıbrıs’ta iki
halk vardır ve bu halkların kardeşleşmesi; yazılı metinler, anlaşmalar,
nutuklar aracılığı ile değil, somut mücadele, dayanışma ve kader birlikteliği
aracılığı ile gerçekleşecektir.
Kıbrıslı
Elen halkı, kendi siyasal önderliği altında AB ve Yunanistan ile
hesaplaşmalıdır. Kıbrıslı Elen siyasal önderliğinin mütemadiyen 1974’e gönderme
yapan ve Türkiye’nin adadaki varlığını eleştiren bir dilde ısrar etmesi,
Kıbrıslı Türkler arasında şövenizmi arttırmaktan başka bir sonuç vermez. Kaldı
ki, Kıbrıs’ta Türkiye’nin varlığı ile hesaplaşması gereken de Kıbrıslı
Türklerdir... Çünkü Kıbrıslı Türk solunun 1963-1970 arası süreci gündeme
getirip Yunanistan ve EOKA’yı eleştirdiği bir karşı atmosferin de farklı bir
noktaya varmayyacağı aşikardır. Kıbrıslı Türk solunun Türkiye üzerinden ABD,
Kıbrıslı Elen solunun ise Yunanistan ve AB karşısında yürüteceği mücadele hem
taşeronların hem de emperyalistlerin hedefe alınmasına, üstelik halkların da
birbirlerine çelme atmamasına hizmet edecektir. Üstelik bağımsız, birleşik bir
Kıbrıs hedefine doğru ilerlemek için gerekli güven ortamını ancak Türkiye ile
hesaplaşan Kıbrıslı Türkler ve Yunanistan ile hesaplaşa Kıbrıslı Elenler
yaratabilir. Ve bu mücadele yalnızca anti-emperyalist bir mücadele değil;
Troyka’nın ve TC’den gelen paketlerin neo-liberal içeriği düşünüldüğünde
anti-kapitalist bir mücadeledir de... Böylesi bir mücadele, ulusalcı (Kıbrıs
ulusunu yaratmak anlamında) bir mücadele olmayacaksa, Türkiye ve Yunanistan
halkları, emekçi sınıfları ile dayanışma içerisinde örülmek durumundadır.
Böylesi bir dayanışma, sadece enternasyonalizm ilkesinin gereğini yerine
getirmekten ibaret algılanmamalı; bağımsızlığın gerçekten gerçekleşebilmesi
için su gibi, ekmek gibi şart olduğu anlaşılmalıdır.
Kıbrıs
solu (Kıbrıslı Elen ve Kıbrıslı Türk) yasalcılık hastalığından kurtulmak
zorundadır. Herhangi bir iş yerinde örgütlenmek on tane Birleşmiş Milletler
kararından daha somuttur, daha hayatidir. Herhangi bir üniversitede kalıcı
ilişkiler tesis etmek; AB muktesabatının tamamından daha fazla demokrasiye
doğru atılmış bir adımdır. Herhangi bir köyde muhtarlık kazanmak, bizi barışa
bugüne kadar gerçekleşen tüm toplumlararası görüşmelerden daha fazla
yakınlaştırır... Bunun için de yasalcılık değil, meşruluğun ön planda
tutulduğu; fiili ve militan bir mücadele hattı hiç bir zaman olmadığı kadar
elzemdir.
Özellikle
Kıbrıs’ın kuzeyinde, Türkiye’den göç ederek adaya yerleşmiş göçmen kitleler ile
buluşmak, aşağıdan bir mücadele örebilmek için kaçınılmazdır. Göçmenlere
yönelik ırkçı, dışlayıcı ve yukardan bakış; elitist, yasalcı ve bürokratik
yaklaşımın doğal sonucuydu. Yeni bir siyasal önderlik, aşağıdan bir mücadele ve
militan bir anlayış ise; göçmen kitlelerin fiili varlığı olmaksızın hayat
bulamaz, yetersiz kalmaktan kurtulamaz.
Yasalcılıktan
kurtuluşun bir diğer boyutu ise, Kıbrıs Cumhuriyeti ile hesaplaşmaktan geçer.
Böyle bir hesaplaşma, güneyde Kıbrıslı Türkleri dışlayan şövenist bakışa karşı,
kuzeyde ise halkın yaşadığı haklı tedirginliğe yönelik cevap niteliğinde
olacaktır. Bugün çözüm, Kıbrıslı Elenlerin kontrolündeki büyük halk şövenizmi
ile damgalı ve emperyalist mayınlarla döşeli Kıbrıs Cumhuriyetine dönüşten
değil, halkların mücadelesi ile Kıbrıs’ı yeniden kurmaktan geçmektedir...
Seçimlere girmeyi de dışlamayan ancak geçmişin parlamentarist hatalarından
özenle sakınan yeni bir devrimci stratejinin örülmesi, bu stratejinin her iki
halkın siyasal önderliklerini bir cephe çatısı altında birleştiren taktiklerle
şekillendirilmesi ve tabandan yürütülecek mücadelelerle ilerletilmesi
mümkündür; bu da yeni bir Kıbrıs’ın, birleşik bir Kıbrıs’ın, bağımsız bir
Kıbrıs’ın tek şansıdır.
Bağımsız,
birleşik, halkları kardeş bir Kıbrıs mücadelesinin en önemli kilometre taşı ise
Kıbrıs’ta halkların demokratik iradesinin federatif bir çatı altında
örgütlenmesi ile hayat bulacaktır. Gereği yerine getirildiği takdirde bu
mümkündür...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder