15 Aralık 2012 Cumartesi

“Birleşik Kıbrıs” Hala Mümkün Mü?



Kıbrıs’ta Son Durum
Kıbrıs’ta işler hiç de iç açıcı görünmüyor. Adanın bölünmüşlüğü gün geçtikçe daha da kalıcı hale gelirken, bu bölünmüşlüğü aşacak herhangi bir hareketlenmeye dair pek bir umut da görünmüyor ufukta...
Yaklaşık elli yıldır sürmekte olan “toplumlararası görüşmeler” monoton ve sıkıcı bir ritüele dönüştü, Kıbrıs’ın fiziki bölünmüşlüğü yollar, elektrik şebekesi, su, kanalizasyon ve yerleşim planlaması anlamında giderek kalıcı hale geliyor, bundan da öte iki halkın zihninde bölünmüşlük normal bir olgu...
Her iki halk arasında da şöven ve milliyetçi siyasetler yükselişte, her iki halk da birbirine güvenmiyor ve geçmişe ilişkin birbirini suçlamaya devam ediyor. Kısacası Kıbrıs’ta bölünmüşlüğü aşmak, sadece hukuki bir prosedürden ibaret değil...

Kıbrıs yalnızca coğrafi olarak değil, adada bulunan iki halkın yeniden kardeşleşmesi anlamında da tekrar birleşmeli, birleştirilmeli... Bunun da “iki liderin imzası ile” gerçekleşmesi mümkün görünmüyor...
Barış güçleri, uzun yıllar boyunca şuna inandı; “ada yapay bir şekilde ve dış güçlerin zorlaması ile bölündü. O halde aynı dış güçlerin çıkarları gerektirdiği takdirde kolayca ve bir hamlede yeniden birleşebilir.”
Oysa bu yaklaşımda gerçeğin sadece bir boyutu mevcutken, önemli bir başka boyutu eksik kalıyordu: Evet adanın bölünmesi dış güçlerin istek ve zorlaması ile gerçekleşmişti ancak dış güçler, olmayan bir ayrılığı yoktan yaratmamış; var olan sıkıntıları kaşıya kaşıya büyüterek kangren durumuna getirmişlerdi. Adanın fiziki olarak bölünmesi ile ada halklarının birbirine düşman kılınması paralel ilerleyen süreçler olarak yaşanmıştı. Kısacası yeniden birleşme, ancak halklar arası güvenin yeniden tesis edilmesi ile mümkün olabilirdi...
Ancak 1974’ten bu yana geçen 38 yıl boyunca bunun için neredeyse hiçbir şey yapılmadı... Ve şimdi Annan Planı yıkımından sonra iki halkı “yukarıdan bir anlaşmanın sihirli gücüne” inandırmak çok daha zor görünüyor...
Kıbrıs’ın güneyinde, yani Kıbrıslı Elen halkının kontrolü altında gibi görünen bölümünde; AB emperyalizmi at koşturuyor... Troyka AB’ye girişten beri uygulanan neo-liberal politikaları yetersiz bularak yeni bir önlemler paketi için çalışmalarına başladı bile... Havayollarında, haberleşmede, enerjide, sağlık ve eğitimde yeni bir özelleştirme, kuralsızlaştırma, taşeronlaştırma ve sendikasızlaştırma saldırısı gözle görünür hale geldi. Şimdi Kıbrıslı Elen halkı, bu saldırı dalgasını göğüslemek için gerekli bir siyasal önderliğin eksikliğini çok daha acı hissedecek... AKEL yıllarca; soyut bir barış söylemi altında büyük halk şövenizmini, biçimsel bir komünizm ritüeli altında neo-liberalizmi ve Türkiye/ABD’ye karşı sözde anti-emperyalizm kisvesi altında AB’ciliği siyasal nirengi noktası haline getirdi... Troyka tarafından uygulattırılacak olan neo-liberal politikalara ise sözde ve lafta karşı çıkmak mümkün değil... Bıçak kemiğe dayandığı zaman, bu yolun AKEL ile yürünemeyeceği net bir şekilde ortaya çıkacak. Peki AB kurumları ile içli dışlı bir hale gelmiş ve neo-liberalizme ideolojik olarak angaje olmuş AKEL; Kıbrıs’ın yeniden birleştirilmesi mücadelesini hangi temelden ve kime karşı yürütecek? Yoksa, neo-liberal politikalar karşısında siyasal önderlikten yoksun kalan Kıbrıslı Elen halkı, yeniden birleşme noktasında da kaosa mı sürüklenecek?
Kıbrıs’ın kuzeyinde, yani Türkiye’nin kontrolü altında gibi görünen bölümünde ise ABD emperyalizmi tartışmasız bir hegemonya kurmuş durumda. Güneye AB aracılığı ile ulaşan neo-liberalizm, kuzeye Türkiye aracılığı ile ulaşıyor. Diyebiliriz ki, Türkiye kuzey Kıbrıs’ın IMF’si... Özelleştirme, kuralsızlaştırma, doğanın talanı, sendikasızlaştırma politikaları uzun süreden beridir Türkiye’den dayatılan paketler aracılığı ile ve işbirlikçi hükümetler eli ile uygulanıyor. Bunlar arasında sadece sağ/şöven işbirlikçiler değil, CTP gibi “sol” ve barışçı olanları da var.  CTP’nin son hükümet döneminde özelleştirmeden, emeklilik yaşının arttırılmasına, sağlıktan eğitime kadar uyguladığı politikalar halkın gözünde kuşkulu hale gelmesine neden olmuş durumda. CTP’nin sol/barışçı kampın siyasal önderliğini yitirmesi ile oluşan boşluk ise henüz doldurulabilmiş değil.
Kısacası Kıbrıs’ın her iki yakasında da gündemde olan konu “barış” değil, neo-liberal politikalar... Kıbrıs’ın her iki yakasında da prestijini kaybetmiş “sol”/barışçı yapılar var. Ve kuzeyde daha görünür olmakla birlikte Kıbrıs’ın her iki yakasında da siyasal önderlik krizi mevcut. Her iki halk içerisinde şövenizm yükselişte ve karşılıklı güvensizlik mevcut. Kıbrıs’ın kuzeyinde, tüm bunlara ek olarak; Türkiye’den taşınan nüfus aracılığı ile değişen demokrafik yapı, sol siyasetler içerisinde bile ırkçılığa varacak bir göçmen düşmanlığının zeminini örüyor...

Birleşik Kıbrıs Hala Mümkün mü?
Bu koşullar altında, hala birleşik bir Kıbrıs’ın olanaklılığından söz etmek mümkün müdür? Bu sorunun cevabına geçmeden önce başka bir zeminden farklı bir açıklama yapmak gerekiyor...
Kıbrıs’ın ve Kıbrıslıların birleşmesi; ada içerisinden ve emekçi sınıflar gözünden bakıldığı zaman yalnızca bir istek, yalnızca bir arzu, yalnızca bir olanak değil, açıkça bir zorunluluktur. Kıbrıs halklarının, bağımsız, özgür, eşit, mutlu bir hayat için Kıbrıs’ın birleşmesinden başka şansları yoktur. Barış ve birleşme, Kıbrıslılar için sadece “iyi bir fikir” değil, aynı zamanda “maddi bir zorunluluk”tur. Kıbrıs, iki halkı barındıracak kadar büyük, ancak ayrı ayrı barındıramayacak kadar küçük bir coğrafyadır. Kıbrıs, stratejik önemi nedeniyle her dönem emperyalizmin hedefinde olacak olan bir coğrafyadır. Ve Kıbrıs halklarının ayrı ayrı herhangi birisi emperyalizm karşısında diklenebilecek askeri, ekonomik veya demokrafik imkanlara sahip değildir. Özellikle de Kıbrıs bölünmüş, halkları da birbirine düşman kılındığı sürece emperyalist tahakküm kaçınılmazdır... Kıbrıs halklarının tek şansı, birleşik ve halkları kardeş bir Kıbrıs’ın Türkiye ve Yunanistan halkları ile enternasyonalist dayanışması zemininde yürütülecek anti-emperyalist, anti-kapitalist bir mücadelesindedir. Bunun dışındaki her yol, bağımlılık, düşmanlık, sömürü ve yoksulluk demektir. Kısacası birleşik bir Kıbrıs imkansız dahi olsa, Kıbrıs halklarının varlığı devam ettiği sürece “imkansızı istemekten” başka şansları yoktur. Ancak birleşik bir Kıbrıs, mevcut koşullarda çok zor gibi görünüyor olsa da imkansız değildir...  
Kıbrıs sorunu özünde Kıbrıs halklarının söz, yetki, karar, iktidar sorundur. Kıbrıs’ta Kıbrıs halkları dışında neredeyse herkesin sözü geçmektedir. Oysa Kıbrıs sorununu yaratan etmenler üç düzeyde değerlendirilmeli; Emperyalizm düzeyi, taşeron devletler düzeyi ve yerli işbirlikçiler düzeyi... 
Kıbrıs sorunu, emperyalizm düzeyinde bir stratejik sömürgenin elde tutulması ve değerli taşeronların birbirine düşmemesi  sorundur. Aynı sorunu taşeronlar temelinde incelediğimizde iki eski imparatorluğun mirasçısı iki taşeron devletin yayılmacı arzularını göreceğiz... Ve son olarak yerli işbirlikçiler Kıbrıslı Elen burjuvazisi ve Kıbrıslı Türk Egemen Blok’u açısından ise anavatanlarla bütünleşmeden karşı unsura üstün gelmeye, milliyetçi hamasetten iç pazara hakim olmaya kadar uzanan bir çıkarlar yelpazesini karşımızda bulacağız... Her üç düzey, birbirini etkilemekte, şekillendirmekte ve yönlendirmektedir. Bu üç düzeyin birbirleri ile diyalektik ilişkileri söz konusudur ve aralarında salt bir dikey ilişki değil karşılıklı etkileşim ve devingenlik vardır.
Emperyalist ve taşeron devletler ile yerli işbirlikçilerinin el birliği ile yarattıkları Kıbrıs sorununu çözmekte çıkarı olan ve çözebilecek tek güç ise; Kıbrıs halklarıdır. Kıbrıslı Elen halkı ve Kıbrıslı Türk halkı ayrı ayrı ancak koordineli bir mücadele ile yerli işbirlikçileri yenebilir, taşeronları ve emperyalistleri kovabilir. Emperyalistlerin kötü niyetinden, taşeronların hatalarından, yerli işbirlikçilerin ihanetinden söz etmek, sadece bunları konuşmak bize hiçbir şey kazandırmaz. Elbettte bunları bilmeli, tahlil etmeli ve kendi stratejimizi bu temelden geliştirmeliyiz. Ancak bilmeliyiz ki bugün her iki halk da doğru bir siyasal önderliğin olmayışının ve geçmişte yapılan yanlışların bedelini ödemektedir.
Bugün bağımsız, birleşik ve halkları kardeş bir Kıbrıs’a geçmişte olduğundan daha yakın değilsek, bunun nedenini dışarda değil kendi içimizde aramalıyız. Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Elen solu, son otuz sekiz yılı yasalcı bir mücadele anlayışı ile heba etti. Uluslararası hukuk hayranlığını emekçi kesimlere aşılamak için harcanan çaba, emekçilerin ortak mücadelesi için harcansaydı elbette bugün başka bir yerde olurduk. Birleşmiş Milletler kararları, iki toplum temsilcilerinin görüşmeleri, seçimler, AB muktesebatı, Kıbrıs Cumhuriyeti’ndeki “haklarımız” gibi soyut meselelerle oyalanan bir mücadele anlayışının da bugünkünden daha farklı sonuçlar vermesi beklenemezdi.

Nasıl Bir Mücadele?
Bugün Kıbrıs’ta iki halkın varlığının (beğensek de beğenmesek de) gerçek olduğunu kabul etmeden herhangi bir mücadele yürütmek mümkün değildir. Kıbrıs’ta iki halk vardır ve bu halkların kardeşleşmesi; yazılı metinler, anlaşmalar, nutuklar aracılığı ile değil, somut mücadele, dayanışma ve kader birlikteliği aracılığı ile gerçekleşecektir.
Kıbrıslı Elen halkı, kendi siyasal önderliği altında AB ve Yunanistan ile hesaplaşmalıdır. Kıbrıslı Elen siyasal önderliğinin mütemadiyen 1974’e gönderme yapan ve Türkiye’nin adadaki varlığını eleştiren bir dilde ısrar etmesi, Kıbrıslı Türkler arasında şövenizmi arttırmaktan başka bir sonuç vermez. Kaldı ki, Kıbrıs’ta Türkiye’nin varlığı ile hesaplaşması gereken de Kıbrıslı Türklerdir... Çünkü Kıbrıslı Türk solunun 1963-1970 arası süreci gündeme getirip Yunanistan ve EOKA’yı eleştirdiği bir karşı atmosferin de farklı bir noktaya varmayyacağı aşikardır. Kıbrıslı Türk solunun Türkiye üzerinden ABD, Kıbrıslı Elen solunun ise Yunanistan ve AB karşısında yürüteceği mücadele hem taşeronların hem de emperyalistlerin hedefe alınmasına, üstelik halkların da birbirlerine çelme atmamasına hizmet edecektir. Üstelik bağımsız, birleşik bir Kıbrıs hedefine doğru ilerlemek için gerekli güven ortamını ancak Türkiye ile hesaplaşan Kıbrıslı Türkler ve Yunanistan ile hesaplaşa Kıbrıslı Elenler yaratabilir. Ve bu mücadele yalnızca anti-emperyalist bir mücadele değil; Troyka’nın ve TC’den gelen paketlerin neo-liberal içeriği düşünüldüğünde anti-kapitalist bir mücadeledir de... Böylesi bir mücadele, ulusalcı (Kıbrıs ulusunu yaratmak anlamında) bir mücadele olmayacaksa, Türkiye ve Yunanistan halkları, emekçi sınıfları ile dayanışma içerisinde örülmek durumundadır. Böylesi bir dayanışma, sadece enternasyonalizm ilkesinin gereğini yerine getirmekten ibaret algılanmamalı; bağımsızlığın gerçekten gerçekleşebilmesi için su gibi, ekmek gibi şart olduğu anlaşılmalıdır.
Kıbrıs solu (Kıbrıslı Elen ve Kıbrıslı Türk) yasalcılık hastalığından kurtulmak zorundadır. Herhangi bir iş yerinde örgütlenmek on tane Birleşmiş Milletler kararından daha somuttur, daha hayatidir. Herhangi bir üniversitede kalıcı ilişkiler tesis etmek; AB muktesabatının tamamından daha fazla demokrasiye doğru atılmış bir adımdır. Herhangi bir köyde muhtarlık kazanmak, bizi barışa bugüne kadar gerçekleşen tüm toplumlararası görüşmelerden daha fazla yakınlaştırır... Bunun için de yasalcılık değil, meşruluğun ön planda tutulduğu; fiili ve militan bir mücadele hattı hiç bir zaman olmadığı kadar elzemdir.
Özellikle Kıbrıs’ın kuzeyinde, Türkiye’den göç ederek adaya yerleşmiş göçmen kitleler ile buluşmak, aşağıdan bir mücadele örebilmek için kaçınılmazdır. Göçmenlere yönelik ırkçı, dışlayıcı ve yukardan bakış; elitist, yasalcı ve bürokratik yaklaşımın doğal sonucuydu. Yeni bir siyasal önderlik, aşağıdan bir mücadele ve militan bir anlayış ise; göçmen kitlelerin fiili varlığı olmaksızın hayat bulamaz, yetersiz kalmaktan kurtulamaz.
Yasalcılıktan kurtuluşun bir diğer boyutu ise, Kıbrıs Cumhuriyeti ile hesaplaşmaktan geçer. Böyle bir hesaplaşma, güneyde Kıbrıslı Türkleri dışlayan şövenist bakışa karşı, kuzeyde ise halkın yaşadığı haklı tedirginliğe yönelik cevap niteliğinde olacaktır. Bugün çözüm, Kıbrıslı Elenlerin kontrolündeki büyük halk şövenizmi ile damgalı ve emperyalist mayınlarla döşeli Kıbrıs Cumhuriyetine dönüşten değil, halkların mücadelesi ile Kıbrıs’ı yeniden kurmaktan geçmektedir... Seçimlere girmeyi de dışlamayan ancak geçmişin parlamentarist hatalarından özenle sakınan yeni bir devrimci stratejinin örülmesi, bu stratejinin her iki halkın siyasal önderliklerini bir cephe çatısı altında birleştiren taktiklerle şekillendirilmesi ve tabandan yürütülecek mücadelelerle ilerletilmesi mümkündür; bu da yeni bir Kıbrıs’ın, birleşik bir Kıbrıs’ın, bağımsız bir Kıbrıs’ın tek şansıdır.
Bağımsız, birleşik, halkları kardeş bir Kıbrıs mücadelesinin en önemli kilometre taşı ise Kıbrıs’ta halkların demokratik iradesinin federatif bir çatı altında örgütlenmesi ile hayat bulacaktır. Gereği yerine getirildiği takdirde bu mümkündür...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder