“Geçmiş bitti, ‘dün’ geçti... Gelecek meçhul, ‘yarın’
yok!”
O halde, “Carpe Diem!”, “Gününü gün et, anı yaşa, bugünün
tadını çıkar!”
Çünkü; “Ömür
dediğin üç gündür, dün geldi geçti yarın meçhuldür... O halde ömür dediğin bir
gündür, o da bugündür...”(1)
Geçmiş, bugün ve gelecek...
Birbirlerinden bu kadar uzak olduğu iddia edilen ve
aralarındaki ilişki inkâr edilen bu üçlü, zaman “algımızda” çok önemli bir yere
sahiptir...
Hasan el Basri’nin şiirindeki motivasyonu bir yana,
çağımızın kanaat önderleri açısından bu yaklaşımın ifade ettiği düşünce nedir?
“Geçmiş bitti, ‘dün’ geçti...” denilirken; herhangi bir
geçmişin hiçbir zaman var olmadığı mı iddia edilmektedir, yoksa bugün için
geçmişte yaşananların herhangi bir öneminin olmadığı mı?
“Gelecek meçhul, ‘yarın’ yok...” denildiğinde; hiçbir
şekilde herhangi bir geleceğimizin olmayacağından mı söz ediliyor, yoksa bir
gelecek kurgusunun bugünümüz açısından yararsızlığından mı?
Bunca yüceltilen, bunca önemsenen “bugün”; hiçbir yerden
gelmemekte ve hiçbir yere gitmemekte midir? Burada, böylece ve kendiliğinden
belirivermiş, öncesiz ve sonrasız, zamansız ve bağlamsız bir uzamda mı
yaşamaktayız?
***
“Egemen sınıfın
düşünceleri, bütün çağlarda, egemen düşüncelerdir, başka bir deyişle, toplumun
egemen maddi gücü olan sınıf, aynı zamanda egemen zihinsel güçtür.”(2) diyor
Marx ve Engels... Bugünden geleceğe doğru baktıklarında, kendileri için
herhangi bir gelişim dinamiği göremeyen; tam aksine ezilen sınıflar tarafından
alaşağı edilecekleri, kendi aralarında yürüttükleri çekişmelerle karşılıklı
yıkıma maruz kalacakları veya dünyanın kaynaklarının tükenmesi sonucu ortaya
çıkacak bir felaketle yüzleşeceklerini sezinleyen egemenler, kendilerini
“bugün” ile avutmaktadırlar: “Carpe Diem”...
Fransız Devrimi’nden 75 yıl önce Fransa Kralı 15. Louis
“apres moi le deluge” (benden sonrası tufan) demişti... 300 yılda neredeyse tüm
dillerde yaygın bir deyim olarak kullanılmaya başlayan bu cümle, egemen
sınıfların “geleceğe” dair korkularını ve “bugüne” ilişkin yaklaşımlarını gayet
güzel özetlemektedir...
Bütün çağlarda egemen sınıflar, “gelecek”te gerçekleşecek
kendi yıkımlarının korkusuyla titremişler, tatlı ve sarhoş edici “bugün”ün
heybetli iktidarına tutunmuşlar ve ezilenleri de; bütün hayatın öncesiz ve
sonrasız, sonsuzca uzayan bir “şimdi”den ibaret olduğuna ikna etmek için çaba
harcamışlardır. Bu yüzden, egemenlerin dilinde muhafazakâr bir çağrıdır “carpe
diem”...
Egemenlerin hoş yaşamlarının yarına taşınabilmesi için,
geçmiş ve geleceğin ezilenler tarafından inkâr edilmesi yaşamsal bir
gerekliliktir...
Ezilenler “geçmiş”e baktıklarında, bugün egemen olanların
her zaman egemen olmadıklarını yani iktidarın tarihselliğini, geçiciliğini
görürler... Ve “geçmişin” ışığında düşünülen “gelecek”, “bugün”e itiraz için
bir dayanak noktası haline gelir...
İşte bu yüzden, içinde yaşadığımız çağ bize seslenir:
“Carpe Diem!”
***
Roma-Latin edebiyatının en önemli şairlerinden Horatius’a
ait olan “Carpe Diem” dizesinin Türkçe karşılığı “günü yaşa” şeklindedir...
Günü yaşamak, bugün içinde bulunduğumuz anın ifade ettiği
gerçeklik zemininden kopmamak anlamına geliyor. Bunun için ise geçmişi unutmaya
veya geleceği inkar etmeye gerek yoktur. Günü yaşama çağrısının “gününü gün et”
şeklinde yorumlanması ise egemen sınıfların ihtiyaçları doğrultusunda ortaya
çıkan “egemen bir düşüncedir.”
Hazcılığın (Hedonizm) mottosu haline getirilen ‘carpe
diem’, bireylerin kendilerinden başka hiçkimseyi önemsemeyen, umarsız, zevk
peşinde koşan bir yaşamı yüceltmesi için bir mutluluk formülü olarak sürekli
tekrarlanıyor. Ve yukarıda da söylendiği gibi, aslında herhangi bir geleceği
kalmayan egemen sınıfların tatlı yaşamlarının devamına, ezilenlerin ise bu
yaşamın bedelini ödeyen bir yarış içinde birbirlerini boğazlamasına hizmet
ediyor...
Peki ezilenler için ne demektir ‘carpe diem’?
***
“İnsanın insanın kurdu olduğu”, “altta kalanın canının
çıktığı”, “her koyunun kendi bacağından asıldığı” bir dünyada; kaybedenler için
bir kâbustur “bugün”...
Eğer “günümüzü gün” edemiyor, bugünün keyfini çıkaramıyor, fiziksel ve maddi zevklerin peşinde kendimizden
geçemiyorsak, yani insanlığın çok büyük bir çoğunluğunun “kader”ini
paylaşıyorsak; geçmişe veya geleceğe kaçmaktan başka bir çıkar yolumuz da
kalmıyor demektir...
Oysa “carpe diem”in devrimci anlamı işte tam da bu
noktada ortaya çıkar... “Bugün”e itirazda “bugün”den kopmak, “geçmişe” veya
“geleceğe” kaçmak; bugünün gerçekliğini (ve aslında geçmiş ve geleceği de)
egemenlere teslim etmek değil midir?
Yüceltilmiş, idealize edilmiş bir geçmişin nostaljik anılarını
tekrarlayıp duran (eskiden kapılarımızı kilitlemeden uyurduk!) bir itirazın
bugün için ne anlamı olabilir ki? Geçmişe dönmek mümkün müdür? İmkânsız bir
“geçmişe özlem” pratiğinin yerine, “gelecek hayalleri ile avunan” bir
ütopyacılığı koymak (bu yıl barış olacak!) çözüm müdür peki? Salt gelecek
hayallerine dayalı, gerçeklikten kopuk bir avuntu nesnesi olmanın ötesinde ne
ifade eder “bugün”den bağımsız bir “yarın”?
Hasan el Basri’nin de dediği gibi; “ömür dediğin üç gün” değil midir? Dün gelip geçmiştir, yarın
meçhuldür, “O halde ömür dediğin bir
gündür, o da bugündür...”
Geçmişe de kaçsak, geleceğe de; fiilen yaşadığımız
gerçeklik bugünde durduğu sürece, yani bugünü değiştiremediğimiz müddetçe “günü
yaşamak” bir zorunluluk haline gelmiyor mu?
Ve “bugün”e egemen olanlar, “geçmişi” kendilerine göre
anlatıp, kendi “gelecek”lerini güvenceye almıyorlar mı?
“Carpe diem” bir tercih değil de, bir zorunluluk
sayılamaz mı bu durumda?
Günü yaşamak zorunda mıyız acaba?
İçinde yaşamak durumunda olduğumuz “bugün” gerçekten de
nedir peki?
“Bugün” dediğimiz şey, bugünden ibaret sayılabilir mi?
***
Bugün, içerisinde hem “dün”ü hem de “yarın”ı barındıran ‘gerçek’
zaman birimidir...
Bugün, geçmiş ve geleceğin bedenidir...
Geçmişte yaşanan her şey; deneyimler, acılar,
mutluluklar, yenilgiler, zaferler, başarılar, başarısızlıklar, çözümlenmemiş
sorular bugünde de yaşamaya devam eder... Bugün yaptıklarımız, yapmadıklarımız,
yapıp yapmamayı bilemediklerimiz, farkındalıklarımız, yanılsamalarımız hepsi de
bizim geçmiş pratiğimiz ile bağlantılıdır. Çünkü bizatihi biz, geçmişin bir
ürünüyüzdür ve imkân ve becerilerimiz geçmiş koşullarda ortaya koyduğumuz
pratiğimiz aracılığıyla bizzat kendimiz tarafından geçmişte inşa edilmiştir.
Ama “bugün” geçmişten ibaret değildir. Çünkü “geçmiş”
geride kalmıştır. Kendi geçmişi tarafından inşa edilmiş olan insan, bugünün
içinde var olmakta ve bugün yaptıklarını “geleceği” de hesaba katarak
şekillendirmektedir... Geleceğe ilişkin arzularımız, hayallerimiz,
korkularımız, heyecanlarımızdır bugünü yaşama biçimimize yön veren...
Yani geçmiş ve gelecek, bugünün içerisinde var olurlar,
yaşam bulurlar. Geçmişte kalmış olan geçmiş ile, henüz yaşanmamış olan
gelecekten ayrı olarak; bugünün içinde yaşayan geçmiş ile bugün kurgulanan bir
gelecek vardır...
İşte bu ‘bugün’, soluk alıp verdiğimiz gerçeklik,
ayağımızı bastığımız zemin, dünü yorumlayıp yarını kurguladığımız “gün”dür...
***
Geçmişe veya geleceğe kaçarak somut bir itiraz
yükseltemeyiz ‘bugün’e...
Bugüne itiraz edebilmek için “bugün”de var olmak
gerekir...
Günü yaşamak gerekir...
Geçmişin dersleri ve geleceğin hayalleri ile harmanlanmış
bir bugünde...
Varsın egemenler, “gününü gün et, geçmişi unut, yarını
umursama” diye tekrarlayıp dursun...
Bizim geçmişi ve geleceği harmanlayacağımız bir “bugün”e
ihtiyacımız var...
“Carpe Diem” o halde...
(1) İnternette Can Yücel veya Özdemir Asaf’a mal
edilmekte olan bu şiirin bir benzeri de Ömer Hayyam’da bulunabilir. Ancak
şiirin esas kaynağı on dört yüzyıl önce yaşamış olan tasavvuf ehli Hasan el
Basri’dir...
(2) Alman İdeolojisi, Marx-Engels, Sol Yayınları
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder