Bugün 25 Kasım, Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele
Günü…
8 Mart ve 25 Kasım tarihlerinin her
ikisi de ortak bir noktayı paylaşıyor…
Bu iki tarihin kadın mücadelesinde
önemli günler arasında sayılmalarına ve her yıl hatırlanmalarına vesile olan
olaylar; bugün liberal feministlerin kendilerine mesele ettikleri türden
olaylar değil…
8 Mart emekçi kadınların sendikal
mücadeleleri nedeniyle maruz kaldıkları şiddet sonucunda, sosyalist hareket
içerisinden doğdu…
25 Kasım ise, ulusal baskı,
yeni-sömürgecilik ve diktatörlük şartlarına direnen üç kız kardeşin tecavüze
uğrayarak öldürülmesi üzerine ulusal kurtuluş mücadelelerinin gündeminden şekillendi…
***
Emek mücadelesi ve ulusal kurtuluş
mücadeleleri…
Her ikisi de bugün liberal feministler
tarafından dudak bükülen; arkaik bulunan, küçümsenen fikriyatlar…
Her iki gelenek de sadece bugün için
geçersizlikleri gerekçe gösterilerek değil, geçmişe dönük yargılayıcı imalarla
da hedef tahtasında…
Liberal feministlere göre, emek hareketi
veya ulusal kurtuluş mücadeleleri; kadınların kurtuluşu için hiçbir hedef
ortaya koymayan, aksine kadınların kendi gündemlerini ikinci plana almasına
sebep olarak yabancılaştırıcı nitelik taşıyan “büyük anlatı”lar…
Kadınlar bunun yerine, özel
hayatlarındaki bireysel sorunlara odaklanmalı; dünyayı değiştirmek, ülkeyi
kurtarmak, erkekler ile aynı hayalleri paylaşmak gibi “totaliter” hayallere
bulaşmamalı…
***
Liberal feministlerin bu “reçetelerine”
mazeret olarak sunabilecekleri “erkekçe” pratikler; hem emek hareketinde hem de
ulusal kurtuluş hareketlerinde bolca bulunabilir…
Ancak şu nokta unutulmamalı ki, söz
konusu pratikler, hem emek hareketinin hem de ulusal kurtuluş hareketlerinin
önderliklerince fikirsel ve pratik olarak her zaman kınandı, eleştirildi,
azaltılması için mücadele verildi. Yani hiçbir zaman, sosyalist hareketin resmi
görüşü olarak kabul edilmedi…
Üstelik tarihsel olarak kadınların
kurtuluşuna yönelik teorik-pratik açılımların çok büyük bir çoğunluğu da
sosyalist hareketin içindeki kadınlardan geldi…
8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü veya
25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü gibi…
Her iki gün de, “büyük anlatı”ların
parçası olarak hareket eden kadınların pratiğinden doğdu…
Her iki gün de, bu pratiği küçümseyen
liberal feministlerce tanınmak, kabul edilmek zorunda kaldı.
Tek bir şartla; gerçek içeriklerinden
arındırılarak ve unutturularak…
***
Bugün kadın hareketini, postmodern bir
beden politikasına hapseden liberal feminizmin karşısında, sınıfsal perspektifi
ile kadın mücadelesinin tarihini yazan koskoca bir gelenek duruyor.
O gelenek yüzyıllardır biliyor ki;
ezilen işçinin, ezilen halkın, ezilen kadının davası kendi davasıdır…
Ama ne ezilen işçi, ne ezilen halk ne de
ezilen kadın, sırf ezildiği için yoldaş sayılmaz…
Bir halk islamcı bir önderlikle de
kurtuluş mücadelesi verebilir…
Bir işçi kendini faşist bir harekette de
ifade edebilir…
Bir kadın sermaye ideolojisinin
takipçisi olabilir…
Halk içinde ve emekçiler arasında
geçerli olan ideolojik mücadele, kadınlar arasında da geçerlidir. Çünkü hiçbir
alan, ideolojiden muaf değildir..
Bu yüzden “yoldaş”, aynı yolda
yürüyenler için kullanılan bir ifadedir… Ve birisinin ezildiğini söylemek,
ezilmemesini sağlayacak yolda ortak olunduğunu ima etmez…
***
25 Kasım 1960 günü Dominik Cumhuriyeti
diktatörünün adamları tarafından tecavüze uğrayarak öldürülen üç kızkardeş;
seçme şansları olsaydı “kadın oldukları için şiddete maruz kalmama”yı talep
ederler miydi?
Elbette ki, hayır… Aynı uğurda birlikte
mücadele ettikleri binlerce erkek, diktatörlüğün zulmünden geçerken; sırf kadın
oldukları için ölümden muaf tutulmayı kadınlıklarına hakaret kabul edeceklerini
tahmin etmek zor değil…
Onlar, sadece kadınların değil tüm
insanlığın şiddetten kurtulacağı bir dünya için mücadele ediyorlardı. Tıpkı 8
Mart 1857 günü New York’taki bir fabrikaya kilitlenerek öldürülen 129 grevci
kadın işçi gibi…
Burada denilmek istenen “kadına yönelik
şiddete karşı çıkmanın yanlış olduğu” değildir.
Kadına yönelik şiddet, insanlığın bir
sorunudur. Ancak kadına yönelik şiddete karşı etkili ve kalıcı bir mücadele
yürütebilmek için insanlığın tüm sorunlarını dert etmek gerekir…
Dominik’teki ve New York’taki kadınlar
bunu yapmıştı…
Tarihte bunun örneği çoktur.
Her kim ki sadece kendi derdine düşer,
kendi dert ettiği meselede de başarılı olamaz…
Her kim ki, yüreğini insanlığın
acılarına açar; yoluna yoldaş bulmakta zorlanmaz…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder