2016’nın ilk üç ayına, Kıbrıs sorununun çözümsüzlüğünden
ve kktc’nin varlığından beslenen iki “büyük” partinin korkusu hakim oldu. Bir
yanda Halkın Partisi isimli yeni partinin siyasal arenaya dahil olması, diğer
yandan Lefkoşa Türk Belediyesi ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yükselişini
gösteren sol ittifak bileşenlerinin yarattığı tedirginlik; UBP ve CTP için
artık yolun sonuna işaret etmekte. Ne sokakta ne de sandıkta direnebilen
“hükümet”, bu sebeple elinden gelen en karanlık yöntemlerle muhalefetin
dengesini bozmaya, kendini de koruma altına almaya çalışıyor.
kktc’nin iki kadim partisi ve hükümet ortağı konumundaki
UBP ve CTP, son şanslarını kullandıklarının bilinciyle, temel bir davranış
pratiği geliştiridiler: Gizlilik, yalan ve muhalefeti bölme girişimleri.
Su Anlaşması ve
Şeffaflık
Gizlilik ve yalana dayalı UBP-CTP ortaklığı kendini en
belirgin olarak sözde “su krizi” ve muhalefetin şeffaflık talebi karşısındaki soğuk
sesssizlikte gösterdi. Üretilen şehir efsanesine göre, AKP’nin dayattığı su
anlaşmasına karşı CTP’nin Parti Meclisi “kahramanlar gibi” direnmekteydi. Ve
CTP PM’ye destek vermeyen toplumsal muhalefet, “yanlış yapmakta”ydı. Ancak CTP
unsurlarının tüm patırtısı; toplumsal muhalefetin “reddettiğiniz nedir, bilelim
de ona göre destek verelim” şeklindeki sorusu karşısında derin bir sessizliğe
büründü. Su konusu ile ilgili üç aya yakın devam eden “tartışmalar”, söylenti,
dedikodu, varsayım, iddia düzeyinde kaldı. Hükümet tüm şeffaflık çağrılarına
sessizlikle yanıt verdi. Haklı olarak korkuyorlardı.
Anlaşmanın imzalanması ile eş zamanlı olarak kırktan
fazla örgüt tarafından oluşturulan Su Platformu da hükümeti, şeffaflık ve
diyaloğa davet etti. Ama ne hükümet, ne CTP, ne de kahraman! PM; bu çağrıya
yanıt vermedi. Şeffaflıktan korkuyorlardı, gizli ilişkilerinin bilinmesini
istemiyorlardı. Çünkü halka başka, muhalefete başka, TC’ye başka
konuşuyorlardı...
Dernekler Yasası ve
Diyalog
Su Anlaşması’nın imzalanması, hükümet partileri için
yaşamsal önemdeydi. Çünkü ilk seçimde AKP’nin gazabına uğramamanın şartı bu
anlaşmanın imzalanmasından geçiyordu. Diğer yandan hükümet için bir diğer sorun
da içerdeki muhalefet unsurlarından, derneklerden geliyordu. Son yıllarda seçim
siyaseti, siyasal partiler ve sendikalar konusunda halkta yaygınlaşan
güvensizlik nedeniyle, toplumsal muhalefetin sokaktaki nabzı dernekler
çerçevesinde yürütülen faaliyetlere doğru kaymaktaydı. Bu “sorunun” en görünen
kısmını ise içinde Baraka’nın da bulunduğu sol, sosyalist, demokrat dernekler
oluşturuyordu. İşte bu yüzden dernekleri zapturapt altına almak hükümet
açısından önemli konu başlıkları arasındaydı.
Adına Dernekler Yasası denilen faşist baskı yasası işte
bu saiklerle gündeme geldi. Derneklerin tüm mali hesaplarını baskı altına
almak, üye listelerini ele geçirmek, keyfi para cezaları ile yıkıma uğratmak ve
gerekli görüldüğü takdirde kolayca kapatmak için tasarlanan Yasa; Meclis’ten bu
ortamda geçti. Başta Baraka olmak üzere, Yasa hakkında yazılı görüş veren ve
Meclis Komitesinde bu konuyu konuşmak isteyen derneklerle her türlü diyalogtan
kaçınılmasının sebebi yine ayniydi; korku...
Faşit baskı yasası, Cumhurbaşkanı tarafından “Anayasa’ya
aykırı bulunarak” Meclis’e iade edilirken, iade yazısında derneklerle
diyalogtan kaçınılmaması tavsiyesi de bulunması bu anlamda manidardır.
Hükümetin tavrının ne olacağını ilerleyen süreçte göreceğiz, ancak yasadan
olumsuz etkilenecek dernekler şimdien kendi aralarında toplanmaya ve ortak bir
direnişin yollarının konuşmaya başlamış durumdalar.
8 Mart ve
Bölücülük
Hükümet bileşenlerinden CTP, sol muhalefet içerisinde
yaşadığı prestij yitimini her alanda “uzman” bireyler aracılığı ile parti
siyasetini yaymak üzerinden telafi etmeye çalışırken; bu zemindeki en net
hamlesini feminizm alanından yaptı. Adına Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Platformu
denilen, ancak altında adı yazan örgütlerin yürütme kurulları atlanarak
“hücreler” aracılığı ile kararlar alan yapı, 8 Martı böldü ve ana işlevinin;
feminizm alanını CTP’ye tabi kılmak olduğunu gösterdi. 2011’den beri 8 Mart
yürüyüşünü organize eden örgütlerin oluşturduğu Komite’nin ortak yürüyüş için
defalarca çağrı yapmasına, BES’in “uzlaştırma toplantısı” isteyerek davet
yapmasına rağmen; TCEP yaptığı açıklamada, “Organizasyon Komitesi’ni
feshettiğini” ilan etti. 8 Martı tekeline almaya çalışan bu zihniyet,
Organizasyon Komitesi’nin ilk kez iki toplumlu olarak düzenlediği eylemi ve
barış mücadelesini baltalamaya çalışmakta beis görmedi.
Hali hazırda toplanmakta olan ve hiçbir zaman gündeminde
“fesh konusu” görüşülmemiş olan, üstelik bileşenlerinden birçoğu TCEP’e dahil
olmayan Komite’nin, nerede, ne zaman ve nasıl feshedildiği ise muamma olarak
kaldı. Çünkü CTP paraleli yapı; Su Anlaşması ve Faşist Baskı Yasası konusunda
olduğu gibi susmaktaydı.
Böylece hükümet partileri şeffaflık karşısında gizlilik
ve dedikodu, diyalog karşısında yalan ve toplumsal muhalefetin bölünmesi için
nifak sokma siyasetini her üç alanda da ilan etmiş oldu. Bu tavrın açık
nedeninin ise siyasal ölümlerinin giderek yaklaşmasından kaynaklı korku,
kamusal tartışmalarda ahlaki olarak mahkum olacaklarının bilinci ve muhalefetin
bölünmesi ihtiyacı olduğu açıktı...
Önümüzdeki Süreç
Önümüzdeki sürecin nasıl şekilleneceği ise, muhalefet
bileşenlerinin, özellikle de sol ittifağın direniş becerisine bağlı olacak.
Bizi daha yakından ilgilendiren CTP’nin stratejisi, bir yandan HP’den
sakınırken, diğer yandan sol ittifağı zayıflatmak üzerine kurulmuş durumda.
Bunun için Dernekler’i yasa ile baskı altına almaya ve muhalefeti birbirine
karşı güvensizliğe itmeye çalışıyorlar.
Ancak yeni yeni şekillenmeye başlayan bir diğer hamle
asgari müşterekler temelinde biraraya gelmiş sol ittifağı, yeni bir odak
aracılığı ile kan kaybına uğratmak yönünde. CTP’nin sözde kendisine muhalifet
eden kanaat önderleri aracılığı ile kendi etrafında çekim merkezi yaratma
taktiği, bugünlerde sol ittifağa alternatif üretmeye odaklanmış durumda.
Şimdi her şey sol ittifağın; asgari müştereklerde
biraraya gelme, farklılıkları zenginlik olarak görme ve çok seslilik,
şeffaflık, diyalog ve halktan yana tavır koyma prensiplerine sıkıca sarılma
temelinde toplumsal muhalefete önderlik etmeyi başarıp başaramayacağına bağlı.
Çünkü kktc de, onun ayrılmaz parçası CTP ile UBP de adım adım mezarlarına doğru
yürüyor. Ya üzerlerine toprak atıp korunacağız, yada çürümeleri sonucu toplum
olarak biz de hastalanacağız...
Bize gereken bir kürek ve biraz gayret...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder