Kıbrıs Türk Sanayi Odası’nın, üçüncü uyruklu işçilere
özel sözleşmeler vasıtasıyla 50 dolar aylık ücret ödemek istediğini kamuoyuna
açıkladığı günlerde, Mağusa’da Kamerun uyruklu bir kadının ödrt ay boyunca
karın tokluğuna çalıştırıldığı haberi basına yansıdı...
Bu durum, giderek büyüyen bir olgunun; üçüncü uyruklu
işçilerin ağır ve insafsız sömürüsünün görünür kısmıydı. Tabiri caizse buz
dağının görünen yüzü...
Yıllarca TC kökenli emekçilerin “en alt”ı oluşturduğu
çalışma yaşamımızda, artık Türkçe bilmeyen, haklarından habersiz, haklarını
öğrenme olanaklarından yoksun ve sosyo-kültürel anlamda da yabacılık çeken bir
kesim var. Ve bu kesim giderek büyüyor.
Gelin çalışma yaşamımıza bu bağlamda genel bir bakış
attıktan sonra, üçüncü uyruklu işçilerin somut sorunlarından ve çözüm yollarından
bahsedelim...
Bölük Pörçük
Emekçiler
Kıbrıs’ın kuzeyinde çalışan kitleler genel olarak; kamu
(memurlar) ve özel sektör emekçileri olarak bölünmüştür. Kamudaki hakların daha
fazla oluşu nedeniyle, bu iki kesim birbirine düşmanlaştırılarak rakip kılınmış,
özellikle medya ve patronlar tarafından da bu düşmanlık sistematik olarak
körüklenmiştir. Ancak bölünme hali bununla sınırlı değildir: Hem kamu hem de
özel sektör emekçileri, kendi içlerinde
birçok farklı statüye sahip kesimlere ayrılmıştır.
Kamuda; kadrolu, geçici, özürlü, hizmet alımı, sözleşmeli,
özelleştirme yasası gibi kategoriler yanında; Sosyal Güvenlik Yasası ve Göç
Yasalarına tabi olanlar ve olmayanlar şeklinde parçalanmış olan emekçiler;
aslında hak, yükümlülük ve sorunlar açısından çok az ortak noktaya sahiptirler.
Aynı parçalanmışlık özel sektörde de gözlemlenebilir:
kktc vatandaşları ve yabancı uyruklu çalışanlar arasında (her ne kadar yasal
olarak aynı mevzuata tabi olsalar da) maaş, özlük hakları, iş yükü gibi
konularda büyük bir uçurum vardır. Yabancı uyruklu çalışanlar içerisinde TC
kökenli olmayanlar (üçüncü ülke vatandaşları) ise sömürü piramidinin en
dibindeki yerlerini yıllardan beridir korumaktadırlar.
Ülkemizdeki emekçilerin durumunu, yaşam hakkının ihlali
ile gerçekleşebilecek en keskin sömürü olan iş kazası ölçeğinde bir yelpazeye
yerleştirdiğimizde; kazaların büyük bölümünün özel sektörde, ölümlü kazaların
neredeyse tamamının ise yabancı uyruklu işçiler arasında gerçekleştiğini
söyleyebiliriz. Kısacası en çok ölenler ve en çok kazaya uğrayanlar, en çok
sömürülenler oluyor.
Göçmen İşçi
Bir ülkenin vatandaşı olmayıp da, o ülkeye çalışma
maksatları bakımından gitmiş herhangi bir kişiye “göçmen işçi” diyebiliriz.
Göçmen işçiler, başta psikolojik niyetleri bakımından diğer işçilerden ayrılırlar.
Çalışmakta oldukları ülkenin sosyal yaşamı, kültürel yapısı, siyaset, medya,
ekoloji gibi meseleleri ile mecbur kalmadıkça ilgilenmezler. Gündemleri geçici
bir süreliğine bulundukları ülkede çalışmak, para kazanmak, olabildiğince rahat
bir dönem geçirmek ve kendi ülkelerine dönmek üzerine odaklıdır.
Eğer ülkenin çalışma hayatı ve mevcut emekçileri
tarafından şekillendirilmiş bir mücadele pratiği varsa, bu pratiğe katılmakta
sıkıntı yaşayacakları söylenemez. Ancak böyle bir pratik yoksa, en ağır
sömürüye maruz kalanlar da göçmen işçiler olacaktır. Uzun saatler boyunca, pis
ve ağır işlerde, düşük maaşla ve güvencesiz bir şekilde çalışan göçmen
işçilerin yarattığı örnek; diğer tüm emekçilerin haklarında bir düşüş için
patronları heveslendirecektir. Bu yüzden göçmen işçilerin koşulları, sadece
insani ve yasal sebeplerden değil; pratik sebeplerden dolayı da emek
hareketinin ana gündem maddeleri arasında yer almak zorundadır.
Göçmen İşçilerin
Bizdeki Durumu
Ülkemizde göçmen işçiler TC uyruklu olanlar ve diğer ülke
vatandaşları olarak iki ana öbekte toplanmaktadır. En uzun saatler boyunca
çalışıp en düşük ücreti alan, en ağır işleri yapıp iş sağlığı ve güvenliği
mevzuatından en az faydalanan, yıllık ücretli izin, hafta sonu izni, güvenceli
iş gibi haklardan faydalanamayanların ezici çoğunluğu ise üçüncü ülke
vatandaşları arasında bulunmaktadır.
Göçmen üçüncü ülke vatandaşı işçilerin büyük çoğunluğu
Türkçe bilmediklerinden, yasal haklarından habersiz, kişisel bir yardım için
bile herhangi bir iletişim kurma şansından mahrum ve haklarını öğrenmek için
nereye gidebileceklerine dair hiçbir fikir sahibi olmadan, en ağır biçimde
sömürülmektedirler. Çalışma yaşamını düzenlemek iddiasında olan Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanlığı bünyesinde, Vietnam, Çin, Pakistan, Nijerya
vb. onlarca ülkeden gelen bu göçmen işçiler için tek bir tercüman bile yoktur.
Çalışma yaşamına ait dökümanlar, Türkçe dışında hiçbir dile çevrilmemiş ve
göçmen işçilerin çalışma, sağlık, eğitim, barınma ve beslenme koşulları ile
ilgili hiçbir girişimde bulunulmamıştır. Kaos gibi görünen ama aslında tamamen
bilinçli bir şekilde patronlara rahat sömürü imkanı yaratan koşullar yıllardan
beridiri sabit tutulmaktadır.
Üçüncü ülkelerden getirilen işçilerin neredeyse tamamı,
insan simsarı acenteler aracılığı ile ve ilk maaşları karşılığında
pazarlanmaktadır. Bu acenteler yasadışı olmalarına rağmen, internet siteleri
açmakta, ofis adresi göstermekte ve rahatça faaliyet yürütmektedirler.
Yapılmakta olan ihbarlara rağmen, onyıllardır kapatılan tek bir acente bile
olmamıştır. Kadın işçiler sistematik olarak erkek patronların tacizine maruz
kalırken, ortalama maaşlar ise asgari ücretin çok altında tutulmaktadır.
Sömürüye Paralel
İlerleyen Yabancı Düşmanlığı
Göçmen işçilere yönelik düşmanca tutumlar ve nefret
içerikli algı da yaşanan sömürü olgusuyla paralel bir şekilde artmaktadır.
Pakistanlı işçilerin “pis”, Türkmen işçilerin “ahlaksız”, Nijeryalı ve
Kamerunlu işçilerin “disiplinsiz” olduklarına dair yaygın kanı, aslında bu
insanların en düşük ücretlere (bazen ücretsiz), en istenmeyen işleri yapıyor
oldukları gerçeğini gizlemek için oluşturulan stretoiplerdir. Bir patronun
bizzat bana söylediği bir cümle şu şekildedir: “Gacoların elinden kurtulalım diye Türkmenlere sarıldık. Bunlar da az
ahlaksız çıkmadı.”
Veya durumun daha çok bilincinde olan ve yanında çalışan Vietnamlı
işçiler hakkında konuşan başka bir patrondan alıntı yaparsak, “Vietnamlılar genel olarak çok uysal. Ama
bende çalışan en eski iki Vietnamlı, yavaş yavaş Türkçe öğrenmeye başladı.
Etrafları ile konuştukça, daha disiplinsiz olmaya başladılar.”
Kısacası, işçiler haklarını bilmediği sürece, insani
ilişki geliştirmedikçe ve köle gibi çalışıp hiçbir şey talep etmedikleri zaman,
patronlar için makbul... Diğer durumda “ahlaksız,
pis, disiplinsiz...”
Çözüm
Mevcut durumda gerek üçüncü uyruklu gerek TC uyruklu
olsun, göçmen işçilerin mücadele yolu ile örgütlenmesi neredeyse imkansızdır.
Öncelikle ülkemizde ya ev hizmeti yada küçük işletmelerde çalışan bu işçiler
birbirleri ile mekansal olarak ayrı alanlarda bulunmaktadırlar. Bunun yanında
dil, din, etnik köken gibi ayırıcılar nedeniyle de birlik olunacak koşullar
mevcut değildir. Yabancı bir ülkede, bilmedikleri bir yasal mevzuata tabi
olarak, anlamadıkları bir kültürde geçici olarak bulundukları duygusu ise en
temel örgütsüzlük nedenidir...
Çalışma yaşamımızın genel olarak düzene girmesi,
emekçilerin hak ve koşullarının insani düzeye yükselmesi ise göçmen işçilerin
maruz kaldığı sömürü şartları devam ederken mümkün olamaz. Kamuda örgütlü sendikalar,
bu genel doğruyu ya bilmezden gelmekte yada görmezden gelmekte uzmanlaşmış
durumdadırlar. Oysa kamuda hızla gerilemekte olan hakların durumu da özel
sektördeki sömürüden ayrı düşünülemeyecek olan bir şeydir.
Bu durumda özel sektör emekçilerinin, göçmen işçileri de
kapsayacak bir örgütlülük yakalaması ve sendikal mücadelenin örgütlenmesi
dışında herhangi bir çıkış yolu yoktur.
Bağımsızlık Yolu’nun ısrarla çağrısını yaptığı;
Sendikasız İşçi Çalıştırılmasının Yasaklanması kampanyasının başarılı olması
durumunda; kurulacak sendikalar aracılığı ile bu vahşi sömürünün azaltılması
için bir şans yaratılabilir. Aksi takdirde, hangi kategoriye tabi olurlarsa
olsunlar tüm emekçilerin hakları hızla gerilemeye devam edecektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder