12 Şubat tarihinde önümüze düşen bir haberde Kıbrıs Cumhuriyeti eski başkanı Nikos Anastasiadis’in açıklamalarını okuduk. Katıldığı bir kitap tanıtım etkinliğinde konuşan Anastasiadis, “Ankara izin verseydi, Akıncı ile Kıbrıs sorununu çözerdik” diyordu.
Bu haber kuzeyde hızla yayılırken, “çözüm güçleri” içerisinden yayılan birçok köşe yazısı ve haberle de desteklendi. Bunun üzerine Mustafa Akıncı da bir açıklama yaparak, Anastasiadis’e görüşmelerin çökmesindeki kendi sorumluluğunu hatırlatma gereği duydu.
Ne yazık ki Anastasiadis’in fol
yok yumurta yokken yaptığı açıklamaları memnuniyetle karşılayan Kıbrıs
milliyetçileri, Akıncı’nın tamamen yanıt niteliğindeki sözlerine tepki
göstermek için yarışmaya başladılar.
Görünen odur ki; MİT’ten ölüm tehdidi
alan, seçim sürecinde tüm TC bürokrasisine karşı mücadele eden, Tayyip
Erdoğan’ın kişisel tepkisini üzerine çeken ve TC müdahaleleri karşısında sözünü
sakınmayan Mustafa Akıncı bile -söz konusu olan tapındıkları Kıbrıs Cumhuriyeti
olunca- Kıbrıs milliyetçilerinden linç yemekten muaf değildir.
***
Karşılıklı açıklamaları uzun uzun
analiz edecek değilim. İsteyen açıp okuyabilir. Ancak söylenenlerin özü çok
açıktır. Anastasiadis’e göre Akıncı iyi niyetliydi ama çözüm olabilmesi için
Ankara’nın izin vermesi gerekiyordu! Haberlerde öne çıkarılan da buydu; “Ankara
izin verseydi, Akıncı ile Kıbrıs sorununu çözerdik” diyordu Anastasiadis.
Oysa madem Akıncı iyi niyetliydi
ve madem tek sorun Ankara’ydı, cümlenin şöyle olması gerekmez miydi: “Biz Akıncı
ile Kıbrıs sorununu çözdük ama Ankara izin vermedi!” İşte Akıncı’nın
açıklamasında tam da bu noktaya işaret ediliyordu. Ne diyordu Akıncı? “Dilerdim
ki Anastasiadis de Kıbrıslı Türklerin kaygıları konusunda hassasiyet
gösterebilsindi.”
Her zamanki kibar ve diplomatik
üslubuna rağmen, anlamak isteyen için Akıncı’nın dediği çok nettir: Sen
başkasının gözündeki çöpü konuşacağına, kendi gözündeki mertekten haber ver!
Üstelik de bunu, “Türkiye yönetimi ile ilişkilerim iyi olmamasına rağmen”
ifadesi ile dile getiriyordu.
***
Tüm farklılıklarımıza rağmen
Akıncı’ya duyduğum saygının temelinde, işte hakikate olan bu bağlılığı ve
kendini solcu sayan birçok insandan farklı olarak “düşmanımın düşmanı
dostumdur” ucuzluğuna tevessül etmemesi vardır.
Oysa “denize düşüp Anastasiadis’e
sarılan” birçok sözde aydın, sırf Türkiye’nin Kıbrıs sorunundaki rolünden
duydukları rahatsızlık nedeniyle, gerçekleri rafa kaldırabiliyorlar. Federasyon
isteyen güçler olarak, henüz vakit varken, bu iki yüzlü ve onursuz tutumla
hesaplaşmak zorundayız. Bunu yapmadığımız her gün biraz daha zehirleneceğiz ve
bizim yapmadığımızı, bir gün gelecek, onlar yapacak!
Ne demek mi istiyorum? İzah
edeyim!
***
Kıbrıs sorununun çözümüne dair
ortaya konulan çözüm önerileri içerisinde federasyon modelinin karşısında
konumlanan tek tutum “iki devletlilik” değildir!
Evet “iki devlet” tezi, gerçekçi
olmadığı gibi, Kıbrıs sorununun iki önemli unsurundan birisi olan “bölünmüşlüğü”
de ortadan kaldırmayan, bu nedenle de istenir olmayan bir modeldir. Dahası
Türkiye egemenleri, bu tezi bir manivela olarak kullanarak, Kıbrıslı Türklerin
varlık, kimlik ve iradesini aşındırmaktadırar. Tüm bu nedenlerle “iki
devletlilik”, karşısında mücadele edilmesi gereken zararlı bir tezdir.
Yukarıda saydıklarım federasyonu
savunan herkesin paylaştığı olguların bir özeti. Ancak işlerin bulanıklaştığı
nokta, federasyoncuların arasında “biz de çözüm istiyoruz” diyerek dolaşan ama
her fırsatta çubuğun ucunu “Kıbrıs Cumhuriyeti”ne doğru büken, bindirilmiş
kıtalardır.
En az “iki devlet” kadar,
Kıbrıslı Türklerin azınlık konumunda bulunacağı bir “Kıbrıs Cumhuriyeti’ne
dönüş” de gerçekçi değildir. Üstelik Kıbrıs sorununun ikinci önemli unsuru olan
“siyasal eşitlik” meselesine çözüm üretmemektedir. Ve Türkiye egemenlerinin
“iki devletliliği” kullandıkları gibi, Kıbrıs Cumhuriyeti egemenleri de “dönüş”
tezini Kıbrıslı Türklerin varlık, kimlik ve iradesini aşındırmak için
kullanmaktadırlar.
İş bugünlerde, Akıncı’nın
“Kıbrıslı Türk” diye yazdığını, “Kıbrıslıtürk” diye haberleştirmeye kadar
varmıştır. Çünkü Kıbrıs Cumhuriyeti’nin uzantılarına göre Kıbrıslı Türk diye
bir şey yoktur! Haliyle var olmayan insanların siyasal eşitliği de olamaz! Ankara’nın
bizi yok saymasından ne farkı vardır bu tutumun? Öyle de yokuz, böyle de yokuz!
Tam da bu nedenle eğer
samimiyetle federasyonu (yani adanın siyasal eşitlik temelinde
birleştirilmesini) savunuyorsanız, “Kıbrıs Cumhuriyeti’ne dönüş” de en az “iki
devletlilik” kadar zararlı ve karşısında mücadele edilmesi gereken bir tezdir!
***
Anastasiadis ve Akıncı’nın
açıklamalarını, bu gözle bir kez daha okuyun!
Akıncı “Federal hükümet ortaklık
demektir. Bir ortaklıkta ise kararlar ancak iki tarafın onayı ile alınabilir”
diyerek, “en azından bir Kıbrıslı Türk bakanın onayının aranması ilkesini” vurguluyor,
yani siyasal eşitliği!
Oysa Anastasiadis bunun “Ankara
tarafından kontrol edilen siyasiler tarafından devletin tamamen felç etmesine
olanak sağlayacağını” iddia ediyor. Yani Anastasiadis’e göre; Kıbrıslı Türk
barış güçleri, dört bakanın birini dahi seçebilecek durumda değildir! Sadece
Tatar ve avanesi değil, Kıbrıslı Türklerin ezici bir çoğunluğu Türkiye’nin
dümen suyundadır!
Zaten “Ankara izin verseydi,
Akıncı ile Kıbrıs sorununu çözerdik” diyerek, buna Akıncı’yı da dahil etmiş,
kendine muhatap olarak Kıbrıslı Türkleri değil Ankara’yı seçmiştir. Her iki
devlet de, KC de TC de Kıbrıslı türkleri yok saymaktadır. Kıbrıslı Türklerin
var olmasının yegane yolu siyasal eşitlik temelinde federal bir Kıbrıs’ın
ortağı olmaktır!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder