Bu yanılsama; 2. Dünya Savaşı'nı Hitler'in manyaklığına bağlamak veya neo-liberal politikaları Reagan-Thatcher ikilisinin kişisel yönelimi olarak görmek ile benzer bir temele sahip... Elbette Hitler bir manyaktı ve Reagan ile Thatcher sosyal devletten ölesiye nefret eden fanatiklerdi. Ancak her iki örnek de kişiler nedeniyle yaşanmamış, tam aksine ilgili kişiler sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda ilgili role en uygun olmaları nedeniyle konumlarına yerleşmişlerdi.
Tıpkı şimdilerde yaşananların Trump'ın kişisel manyaklığı nedeniyle tesadüfi olarak değil; ABD sermayesinin baskın bir kanadının tam da Trump'a ve onun yaptıklarına ihtiyaç duyması nedeniyle olması gibi...
Kısaca ifade edersem; SSCB'nin çöküşü ile birlikte bize "küreselleşme" etiketi ile pazarlanan süreç, eski doğu bloku ülkeleri ile zayıf kapitalist ülkelerin (Irak, Libya vb) emperyalist yağmaya açılmasıydı. Bu sürecin öncüsü AB-ABD ittifakıydı ve birisinin rolü askeri (NATO), diğerinin ideolojik (liberal demokrasi) olmakla birlikte, asıl amaç ekonomik pastanın birlikte paylaşılmasıydı.
Bu sürecin işlemesi için ABD askeri harcamalara katlanarak, AB başta olmak üzere kurulu ittifaklarının çıkarlarını da gözeten bir pratik uyguluyor ancak bu nedenle de birçok durumda serbest bir strateji takip edemiyordu.
Ancak yağmalanması hedeflenen diğer ülkelerden farklı olarak Çin ve Rusya'da devlet aygıtı bu emperyalist yağmaya alternatif bir strateji uygulayarak ayakta kaldı: Kendi emek piyasalarını baskıladılar, içerdeki kapitalist rekabeti düzenlediler ve hem dışardan gelen gerilime kafa tutup hem de yüksek kâr oranları sunarak sanayi sermayesi için cazibe merkezi haline geldiler. Bunu da otoriter kişi/parti temeli üzerinden yapabildiler...
Sanayi sermayesinin özellikle Çin'e doğru kaçması ve baskın sermaye odağı olarak finansın kırılganlığı, ABD açısından bir süredir bu sürecin tersine çevrilmesi ihtiyacını doğuruyordu. Zaten AB ülkeleri, 2008 krizinden beridir ABD'nin lider pozisyonunu sorgulamaktaydı. Bunun sonucunda ABD sermayesinin bir kanadı, kişi görünümü altında giderek otoriterleşen bir devlet yapısına doğru yönelmeyi tercih etti. Amaç içerde emeği baskılamak, dışarda esnek bir dış politika ile ABD sermayesinin çıkarlarına öncelik vermektir. Bu süreci şahsında cisimleştiren kişi de Trump'tır...
Trump ile birlikte artık ABD devleti eski ittfaklarına bağlı kalmak zorunda hissetmediği ve serbestçe ittifak kurup bozacağı yeni bir yönelim içindedir. Artık ABD için AB dahil herkes rakip, Rusya dahil herkes potansiyel müttefiktir ve bu her an sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda değişebilir.
Böylesi esnek bir strateji için de güçlü ve dengesiz başkanın varlığı kritik önemdedir. Kısacası Trump'da cisimleşen, ABD sermeyesinin yenilenmiş suretidir...
Tarihi kişilerle izah edemezsiniz. Kişiler tarihsel sürecin ürünleridirler...
Bu süreç ABD içerisinde mevcut stratejiden memnun olmayan sermaye odakları tarafından içselleştirilir mi veya nasıl bir direnç görür; orasını başka bir analize bırakalım. Ama şunu vurgulamak gerekiyor ki; dünya emperyalist sisteminin giderek otoriterleşen proto faşist kişiler etrafında öbeklendiği bu konjonktürde; emek hareketinin bağımsız bir siyasal partide toplaşması da, enternasyonalist dayanışma da vazgeçilmez gereklilikler haline gelmiştir. Çünkü yaklaşan fırtınada sınıf bilinci ile örgütlenmiş olmayanların, pek de şansı yok...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder