Cumhurbaşkanlığı seçimi yaklaşıyor. Son seçimde TC devletinin topyekün desteği ve yoğun müdahalelerle Cumhurbaşkanlığı makamına oturan Ersin Tatar, yeniden aday olacağını açıkladı bile.
Ersin Bey federasyon temelinde bir çözümü reddetmesi ve Türkiye Cumhuriyeti’ni yöneten AKP rejimi tarafından hoyratça desteklenmesi nedeniyle, çözüm güçlerinin tepki duyduğu bir karakter. Sadece çözüm güçleri değil, “iki devletlilik” savunan çevrelerin bir kısmı da Ersin Bey’den rahatsız.
Bu rahatsızlığın esas
nedeni, kendisinin “samimiyet” zannederek yaptığı konuşmaların, aynı siyasi
görüşü paylaştığı kişi ve çevreleri dahi zor durumda bırakacak kadar acemice
olması. Ancak az da olsa bu kesimler içerisinde Kıbrıslı Türklerin iradesine
göstere göstere yapılan müdahalelere tepki duyanlar da mevcut. Kısacası Ersin
Bey’in adaylığı öyle rahat, sorunsuz, garanti bir adaylık değil.
Seçimin sonucunun
ikinci turda belli olacağını ve çözüm güçlerinin, ilk turda değilse bile ikinci
turda, federasyonu destekleyen aday etrafında birleşeceğini öngörebiliriz.
Ersin Bey’in kendi cephesinde yarattığı rahatsızlığı da hesaba katarsak, sonuçta
federasyonu savunan bir adayın kazanması hiç de ihtimal dışı değil. ABD, AB ve
Türkiye’de yaşanmakta olan köklü değişiklikler de bu kapıyı açma olasılığını
barındırıyor!
Peki “çözüm güçleri”
buna gerçekten hazır mı?
***
Kıbrıs sorununun
çözümü için yürütülen müzakerelerin elli yıldan daha uzun bir tarihi var. Bu
sürecin tamamında resmi olarak masada görüşülen çözüm biçimi federasyon oldu.
Federasyon modelinin başarısızlığını ve masada iki devletlilik olmadığı sürece
müzakere etmeye değmeyeceğini söyleyen çevreler, işte bu elli yıllık sürecin
“sonuçsuzluğunu” haklılıklarına gerekçe gösteriyorlar.
Ama haklı olmaları
için, görüşme masasında samimiyetle federasyonu görüşen tarafların oturması ve
ortak zeminde gösterdikleri tüm çabalarına rağmen federasyon modelinin hayata
geçirilememiş olması gerekirdi. Oysa gerçekler hiç de öyle değil...
Kabul edenimiz de
etmeyenimiz de biliyor ki; çözüm masasında en az görüşülen konu federasyondur.
Çünkü her iki toplumun temsilcisi de “federasyon” görüştüğünü söylese de;
Denktaş ve Eroğlu başta olmak üzere Kıbrıslı Türkleri temsil eden kişiler her
zaman “iki devletlilik”ten yana olmuşlardır. Benzer bir durum Kıbrıslı
Elenlerin temsilcileri için de geçerlidir. Kıbrıslı Türklerin azınlık
statüsünde yaşayacağı bir Kıbrıs Cumhuriyeti’ne dönüş, her zaman Kıbrıslı Elen
görüşmecilerin gizli gündemi olmuştur.
Kısacası masada
resmi olarak “federasyon” olsa da, her iki toplumun “temsilcilerinin” kendi
gizli ajandalarında başka hedefler olduğunu biliyoruz. Kıbrıslı Türkler
açısından konuşursak, masanın bizi temsil etmesi gereken tarafında Mehmet Ali
Talat ve Mustafa Akıncı ile, en azından iki kez “istisna” yarattığımızı
söyleyebiliriz. Ancak bu istisnaların hızla hayal kırıklığına dönüştüğü
gerçeğini de inkar edemeyiz.
Eğer üçüncü bir
“istisna” yaratacaksak, önceki deneyimlerimizin derslerinden yararlanmamız bu
nedenle gerekli. Bu dersleri açık yüreklilikle değerlendirmeden, Ersin Tatar
sonrasının, önceki hayal kırıklıklarından farklı olması da mümkün değildir.
***
Uzun yıllar
çözümsüzlüğün nedeninin Denktaş olduğu ve Denktaş giderse Kıbrıs sorununun
kolayca çözülebileceği miti ekseninde bir “barış mücadelesi” yürütüldü. Denktaş
gitti, üstelik yerine federasyonu savunan Mehmet Ali Talat geldi ama Kıbrıs
sorunu çözülmedi! Çünkü Talat karşısında siyasal eşitliği kabul edemeyen bir
muhatap buldu...
Talat’tan geriye
“Rumlar barış istemez” beyanatı ve “Türkiye otur derse otururum, kalk derse
kalkarım” cümlesi kaldı. Bu süreçte toplum öyle derin bir hayal kırıklığı
yaşadı ki, Derviş Eroğlu 2010’da %50’yi geçerek ilk turda Cumhurbaşkanı
seçildi!
Denktaş’a
yöneltilen eleştirilerin Eroğlu için yinelenmesi hiç de zor olmadığından, çözüm
güçlerinin yeni döneme adapte olması kolay oldu. Çözümsüzlüğün tüm sorumluluğu,
çözüm istemeyen Derviş Eroğlu’na yüklenerek yeni bir mit inşa edildi. Eroğlu
gerçekten de çözüm istemiyordu ama çözümsüzlüğün “tek sorumlusu” olduğu epey
tartışmalı bir iddiaydı. Gene de, “Eroğlu’nu gönderip Kıbrıs sorununu çözmek”
için acelemiz olduğundan, bunu kimse tartışmadı. Ve bu kez de Eroğlu gitti,
Talat’tan daha dirayetli olacağı öngörülen Mustafa Akıncı geldi. Ama Kıbrıs
sorunu çözülmedi! Çünkü Akıncı da tıpkı Talat gibi karşısında siyasal eşitliği
kabul edemeyen bir muhatap buldu...
Mustafa Akıncı ilk
hayal kırıklığı ile “Türkiye sığınılacak tek liman” dese de, gerçekten de
Talat’tan daha dirayetli çıktı ve federasyonu savunan pozisyonundan, Türkiye
“kalk” dediği halde masadan kalkmayarak taviz vermedi. Bu nedenle Tatar ikinci
turda ve tüm müdahalelere rağmen zor zor, üstelik de hayli şaibeli bir şekilde
Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturdu.
Şimdi yeniden çözüm
istemeyen bir Cumhurbaşkanı ile karşı karşıyayız. Tatar’ı karikatürleştirmeye
dahi ihtiyacımız yok, o bunu bizim adımıza kendisi yapıyor. Ve sadece çözüm
güçleri değil, “iki devletlilik” savunucularının bir bölümü dahi, Tatar’ın
pratiğinden rahatsız. Kısacası önümüzde federasyonu savunan bir adayı seçtirmek
için üçüncü bir fırsat penceresi var. Peki biz çözüm güçleri olarak Tatar
sonrasına hazır mıyız?
***
Kıbrıs sorunu
emperyalist ülkelerin, Türkiye ile Yunanistan’ın ve her iki toplumun egemen
sınıflarının çıkar mücadeleleri ile yoğrulmuş çok faktörlü bir denklemdir.
Sorunun oluşumunda da çözümsüzlüğünde de bu çok katmanlı yapının etkisi vardır.
Ne kadar olumsuz
figürler olurlarsa olsunlar, sorunun nedenini tek bir odağın tutumu ile izah
etmek de; çözümün önündeki engeli tek bir kişi ile tanımlamak da yanlıştır. Her
şeyin sebebi olarak Denktaş’ı izah ettiğimizde yaratılan mitin gerçeğin
duvarına toslaması gibi; “Tatar aşılsın gerisi kolay” beklentisi yaratmak da
hayal kırıklığına sebep olacaktır.
Evet Tatar, çözümün
önünde aşılması gereken bir engeldir ama tek engel değildir! Tatar federasyonu
ne kadar istemiyorsa, Hristodulidis de o kadar istemiyor! Birisi bunu “iki
devlet” adına birleşmeye karşı olduğu için yaparken, diğeri “Kıbrıs
Cumhuriyeti’ne dönüş” adına, siyasal eşitliğe karşı olduğu için yapmaktadır. Bu
gerçeği halktan gizleyerek varılacak yer, üçüncü bir hayal kırıklığı “limanı”
olacaktır. Ve Kıbrıslı Türk halkının üçüncü bir hayal kırıklığını
kaldırabileceği şüphelidir!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder