“Baraka’nın hedefi bu toplumda muhalif bir duruş ortaya koymaya çalışan
herkese kendini evinde gibi hissedebileceği bir ortam yaratmaktır”
Baraka Kültür Merkezi,
geçtiğimiz Çarşamba akşamı açıldı... Baraka’dan Münür Rahvancıoğlu ve Osman
Mekansız’la bu yeni kültür merkezine neden gerek duyulduğu, hedefleri ve
ulaşmak istedikleri noktalar konusunda konuştuk:
SORU: Baraka’nın açılışı
galiba “eski” bir süreç... Nasıl ortaya çıktı?
RAHVANCIOĞLU: Aslında bir yıllık bir süreç... Ama fikir olarak belki de
iki-üç yıla kadar uzanan bir süreç. Zamanında biz Avrupa gazetesinde
çalışırken, o zamanlardan bir şekilde kafamızda şekillenmişti ama somut
değildi. Somutlaşması bir yıl...
SORU: Nereden çıktı yani
bu fikir ortaya? Veya hangi ihtiyaçtan doğdu?
RAHVANCIOĞLU: Aslında doğrudan bizim kendi ihtiyaçlarımızdan doğan bir
süreçtir. Bizim gibi düşündüğüne inandığımız insanların ihtiyaçlarının da aynı
yönde olduğunu düşünürüz. Biz nasıl iki-üç yıl önceye kadar bunun farkında
değilsek, belki de bunun farkında olmayan insanlar var aynı şekilde...
SORU: Neydi bu ihtiyaç?
RAHVANCIOĞLU: Ülkede belli sorunlar yaşanıyor, bunlar kesin... Bu
sorunlara yönelik olarak çeşitli insanların ve çeşitli oluşumların, çeşitli
fikirleri var. Ve buna yönelik harekette bulunuyorlar. Ama sanki bu biraz
temelsiz ve günlük politikanın hızına yetişmeye çalışan ve bunu yaparken de eli
ayağına dolanan bir süreçmiş gibi... Bunu ayakları üstüne oturtmak. Yani bizim
kendimizi yeniden üretebilmemiz, mutlu olmamız, ilişkilerimizi paylaşabilmemiz,
kendi aramızda samimiyet kurmamız, ihtiyaçlar bunlar. O hızın içerisinde bunlar
pek yakalanamıyor. Yani o hızın içerisinde insanlar biraz harcanıyor gibi hatta,
o harcanmaya biraz tepki de olabilir aynı zamanda...
SORU: Bir örnek
verebilir misiniz harcanır derken?
MEKANSIZ: Günümüze baktığınızda hızlı bir yaşam var, o hızlı yaşam
insanları tamamıyla bencilleşmeye doğru itiyor. Daha çok kendini düşünmeye doğru,
kendi ihtiyaçlarına kapatan bir sürece doğru gider. İnsanlar tamamıyla kendisi
için mücadele eder bir duruma geldi. İkincisi bizim toplumda da biraz sistemden
mi yoksa insanların genel psikolojik eğilimlerinden mi kaynaklanır, insanlar
bireylere bölündü. Bireylere bölündü derken artık birbirleri arasındaki
iletişim çok yüzeysel, çok bayağı ve günlük klişeleşmiş o piyasa ilişkileri,
al-ver ilişkileri boyutunda yaşanır olduğu için, bu da bize pek inandırıcı
gelmiyor. Bir-iki senelik bir süreç gibi görünür ama aslında onun çok öncesi
var, bizim Çatı Dergisi sürecimiz var, Bağımsız Gençlik Platformu sürecimiz
var, üniversitedeki demokratik gençlik hareketi süreci var, hepsi aslında belli
bir felsefe üzerinde, ortak noktaları olan oluşumlardı. Neydi o felsefe?
İnsanların birbirleriyle diyaloglarında hoşgörülü, birbirlerine kendi
statülerini, elde ettikleri kariyerleri birşeyleri paylaşmak amacıyla biraraya
geldikleri ortamlarda, “Daha fazla iktidar, daha fazla kariyer, daha fazla
karizma”ya dönüştürmeden ve bunu hep kendine yönelik kanalize etmeden
bulundukları ortamlar çok az. Bizim insana bakış açımız, rekabet olmasın,
dayanışma olsun, bilgiler paylaşılsın, insanlar birbiriyle karşı karşıya
gelirken statüleriyle ya da toplumun onlara çizdiği kariyerleriyle değil, kendi
doğal insani halleriyle, bilgileriyle, bunları paylaşabilecekleri değerler
olarak ve karşılıklı paylaşma sonucu sürekli çoğalacakları düşüncesiyle... Bu
da en başta iletişime geçmekle olacak birşey...
RAHVANCIOĞLU: Özeti şöyle olabilir: genel olarak solda, özellikle ülkemiz
solunda bir refleks var: o da kendini karşı olmak temelinde tanımlar herkes.
Yani işte ne bileyim Denktaş’a karşıdır, statükoya karşıdır, verili süreçlere
karşıdır ve bunlara karşı olmak temelinde kendini tanımlar. Bu karşı olmak
temelinde kendini tanımlayanlar ayrıştığı noktada, birleşmeye çalışırken de
yine karşı oldukları şeylerin temelinde birleşmeye çalışırlar. İşte Denktaş’a
karşı olanlar birleşsin, faşizme karşı olanlar birleşsin tarzı bir yaklaşım
egemen. Ne istediğini ortaya koymuyor, neye karşı olduğunu ortaya koyuyor.
Nasıl bir yaşam istediğini ortaya koymuyor, bunu günlük hayata uyarlamaya da
çalışmıyor. Yapmaya çalıştığı tek şey, bu verili durumu aşmaya çalışmak. Bu
verili durumu aşalım, ondan sonrasına bakalım şeklinde bir yaklaşım
sözkonusudur. Tabii şimdi çıkıp biz ütopik adalar yaratıp sistemin dışına
çıktık gibi birşey sözkonusu olamaz ama yine de biz, bu sistemin içerisinde,
belli şeylere karşı mücadele ederken ne istediğimizi de bilebiliriz ve bunları
da hayatımıza uyarlamaya çalışabiliriz. Aslında sorun Denktaş’la, statükoyla ya
da kapitalizmle biten bir sorun da değil. Çünkü bu sistemin içinde yoğrulan
insanlar olarak bize de bunun belli yansımaları sözkonusu... Normal günlük
hayatımızda bunu biz kendimiz, kendi ilişkilerimizde sezebiliriz. Bunu
sezebiliyoruz, kendi kendimizle başbaşa kaldığımızda bunu konuşabiliyoruz ama
en yakınımızda olan ve bizimle birlikte mücadele eden insanla bunu
paylaşamıyoruz. Osman’ın söylediği süreçlerde iyi niyetli olmamıza rağmen,
tesbit etmiş olduğumuz budur. Ve diyoruz ki bunu biz, birbirimizle olsun
paylaşabilmeliyiz. Yani ben Osman’ın üzerindeki verili sistemin yansımalarını
görebilmeliyim, o bana bunu sunabilmeli. Ama bunu yapabilmesi için Osman’la
benim belli bir aşamada samimileşmemiz gerekir. Osman’dan bir anda bunu
bekleyemem, sırf bunu kavradı diye... Sırf bunu bilincine yükseltti diye
Osman’ın bunu yapmasını bekleyemem çünkü bu aynı zamanda duygusal bir süreçtir.
Osman bunu kendine bile itiraf edememiş olabilir, ben bunu kendime bile itiraf
edememiş olabilirim... Bunu nasıl diğer bir arkadaşıma itiraf edebilirim? Ne
kadar dürüst olsalar sistem karşıtı yapılar, bu anlamda en azından kendilerine
karşı dürüst olmadıklarına inanıyorum. Bu da birçok şeye neden oluyor, bazı şeylerin
görmezden gelinmesine... İşte insanlar böyle harcanıyor çünkü bazı insanlar
belli yerlerde o statünün getirdiği davranış içerisine girerken, “Ama belli
amaçlar için yapıyorum bunu” diye girerken, bazı insanları da bir şekilde
harcayabiliyorlar, görmezden geliyorlar, onların sıkıntılarını, en basit
problemlerini bile görmezden geliyorlar...
MEKANSIZ: Çevremizde bunun örneklerini çok yaşadık: sanki herşey
dayanışma noktasında, görüntü öyle... Toplandığın zaman yüz-yüzelli kişi
sanıyorsun ki herşey mükemmel, örgütlenme tamtakır gidiyor, insanlar birbirini
anlıyor, belli bir amaç doğrultusunda fikir ayrılıkları olsa bile, onları
törpüleyerek, o düşüncelerin aşıldığını zannedersin. Ama en basit, gündelik,
birebir ilişkilere baktığında, adamın ne bileyim bir ekonomik sıkıntısı olsa,
veya bile bile getirse dolaylı olarak, genel çoğunluk adamın derdini bile
duyuyor ama anlamıyor. Veya anlar gibi gözüküyor ama aslında yaşadığı ilişkiler
öyle olmadığı için hissetmiyor. Belki de ondandır... Süreçler böyle... Bizim
yaşımız çok büyük değil ama yaşadık bazı şeyleri, biliriz, en yakınımızdaki
insanın yüreğimizden kayıp gittiğini gördük...
RAHVANCIOĞLU: Bu kesinlikle onların zayıflığını göstermez, genel yaklaşım
budur: o insan zayıf düştü, ben nasıl ayakta duruyorum, hep sorulan soru budur.
Bu o insanın zayıflığını göstermez, o ortamın zayıflığını gösterir aslında...
MEKANSIZ: İnsanlar sorumluluktan kaçıyor, bir bakıma gerçeğinden kaçıyor.
Olması gerekenden kaçıyor. İnsan dediğin zaman o vicdan olayından kaçıyor.
Hissetmiyor... Bu yaşandı... Şu anda dört-beş isim sayabilirim, elimizin
altından kayıp gitti... Kimisi göçetti, kimisi hiç beklenmedik noktalarda
kendini ifade etmeye çalıştı... Birileri gidiyor, bir yerlere tabi oluyor...
DP’ye tabi oluyor, kendi başına siyasal süreçlere giriyor, yıpranıyor... Ondan
sonra biraraya gelinir, konuşulur, sanki birşeyler düzeltilecekmiş gibi... Beş
sene, altı sene öncesinde bırakılmışmış gibi, aynı yerden devam etmek mümkünmüş
gibi, hadi biraraya gelelim ve bu süreçleri tartışalım, nerede hata yaptık
denilir... Bu da aslında birşeyleri yeniden, yeniden tüketme... Kalanları da
tüketme... Getiri olmuyor. Genel olarak kafamızda bizi rahatsız eden,
yaşamımıza yansıyan bunlar olduğu için, böyle bir kültür merkezine girişirken
de, insanların ilk etapta sorumluluklarını beklemeden önce biz kendimiz, kendi
aramızda kurduğumuz o doğal, içten, sıcak, hedeflerimiz ve düşüncelerimiz
doğrultusunda projemizi başlattık. Projenin daha birinci aşamasındayız.
Öncelikle yer açtık. Aslında olay üç aşamalı... Birincisi yer açmaktı, ikincisi
bu yerin özünü oluşturacak bahsettiğimiz değerleri yaşanılır kılınması,
gündelik hayatta bunu burada yaşayamayacaksam, televizyon seyredemeyeceksem,
Galatasaray’ın kupalardaki uluslararası maçını seyredemeyeceksem... Bunlar
yaşanmalı ve gizlememek lazım. Mahzene çekilip kahve köşelerinde maç seyredip
yabancılaşmak yerine kendi kendimize burada maç seyredip de bira da
içebiliriz...
RAHVANCIOĞLU: Şimdi belli kalıplar var, solcu şöyle yapar, bunları
yapmaz... Halbuki gerçek hayatta öyle birşey yoktur... Bunları yapar bunları
yapmaz denen kişiler de o yapmaz denen şeyleri yapar. Sadece belli ortamlarda
yapmaz. Nedir o ortamlar? Mesela biz solcular olarak hep beraber gidip maç
göremeyiz! Ama ben Digitürk’ün olduğu dönemlerde Fikir Kulübü’nde gidip de maç
gören çok solcu gördüm çünkü ben de oradaydım, orada Digitürk vardı, ucuzdu ve
başka da alternatif bir mekan yoktu... Şöyle bir anım var: Fransız bir takımla
Galatasaray oynuyor. Ve mekan Fikir Kulübü, oturduk maçı görüyoruz, kavga çıktı
maçta... O dönemde de Fransa’da Ermeni yasa tasarısı onaylanmış parlamentoda,
bir gerginlik var. Maçta kavga çıktı, spiker ‘Zaten Fransızlar Ermeni yasa
tasarısını da onayladı’ diyor, “Hakem de Alman...” Orada oturan bir çocuk
anlamadı, “Abi” dediği başka birinin yanında... “Abi” dediği de çocuğa süreci
şöyle açıklıyor: “Bu Fransızlar, zaten böylediler. Bunlar hepsi ırkçıdırlar...”
Çocuk da dinliyor. Biz de oradayız, tabii sesimizi çıkaramadık iki üç kişi, bir
sürü Fikir Kulübü müdaviminin arasında! Maçı görüyoruz... Veya başka bir gün
bir altyazı geçiyor, işte “Manchester United, Galatasaray’a önerdiği kendi
ligimizi oluşturalım ve şampiyonlar ligine katılmayalım! önerisiyle ilgili
Galatasaray’ın yorumu az sonra”... Yanımdaki arkadaş “Yahu ne güzel oynuyorlar
işte Şampiyonlar Ligi’nde, ne diye öneriyor ki Manchester böyle birşey?” diye
soruyor bana. Ve benim kafamda bir şimşek çakıyor: diyorum ki biz bu maçları
görüyoruz ama bunun başka boyutlarını konuşmuyoruz. Maçları görmek, belki de bu
boyutları konuşabilmenin vesilesidir aynı zamanda. Birlikte görürsün, o ortam
yaratıldığında, futbolun nasıl bir piyasa haline geldiğini, Şampiyonlar
Ligi’nden FİFA’nın ve UEFA’nın ne kadar para kazandığını ve bu pastadan pay
almak isteyen liglerin kendi ligini oluşturmak istemesinin ne kadar mantıklı
olduğunu, aslında futbolun artık bir oyun değil bir para kazanma yöntemi
olduğunu konuşmak... Bunlar konuşulabilinir ve sistemin özüne inilebilir... Ve
bu arada futbol izlemekten de zevk almaya devam edinilebilinir. İşte biz bu
gibi ortamlardan kaçmış oluyoruz ‘Solcular futbol izlemez’ dediğimiz zaman veya
bunu ‘utanarak’ yaptığımız zaman, bu gibi derinliğine inme süreçlerinden kaçmış
oluyoruz, aynı zamanda yabancılaşmış oluyoruz. Çünkü toplantı koyuyoruz maç
günlerine ve diyoruz ki ‘Nasıl olsa maçlar bizim umurumuzda değildir!’ Ama
insanların yüzde ellisi gelmiyor ve o toplantı amacına ulaşmıyor çünkü herkes
maç izliyor ama belki de üstüne gidersen işte ‘Eşimin şu problemi vardı,
arkadaşımın bu problemi vardı’ diyor, ‘Maçı izliyordum’ demiyor ama her ne
hikmetse o maç gününde gelmiyor. Yani öyle de bir süreç var. O zaman bunu
kabullenmek gerek. Kabullenmek derken onaylamak anlamında değil ama bu verili
bir gerçektir, bu verili gerçeği görmezden gelerek hareket edilemez. Bu verili
gerçeği görürsün, ona göre hareket edersin. Bizim amacımız da budur...
SORU: Daha somut
konuşacak olursak, Baraka ne yapacak? Tasarladığınız programlar, projeler
neler?
RAHVANCIOĞLU: Osman Demokratik Gençlik Hareketi’nden, Bağımsız Gençlik
Platformu’ndan, Çatı’dan bahsetti. Bunlar ayrı süreçler. Baraka bunlarına
aslında hem devamıdır, hem değildir. Nasıl devamıdır, nasıl değildir? Devamıdır
çünkü bu süreçleri yaşayan insanların belli sorgulamaları sonucunda kafalarında
oluşan bazı soru işaretleri sonucunda oluşmuştur Baraka. Ama aynı zamanda
devamı değildir çünkü o süreçlerden farklıdır ve içindeki insan yapısı da
farklıdır. Ne yapacak? Bizim yaşadığımız süreçler sonucunda vardığımız sonuç
şudur: Bu toplum içerisinde bizi üreten birşey yoktur, bizim kimliğimizi üreten
birşey yoktur. Bu toplumun dinamikleri dinamitlenmiştir. Ve bunun sonucunda da
yeni insan katılımı denen olay, o gençlik heyecanından ibarettir ve eskisinden
daha da kısa süre sürmektedir o dönem. Bir zamanlar daha uzun süren bir dönemdi
o gençlik heyecanı denen, şimdi artık daha da kısa sürüyor. Onu geçtim, varolan
insanları da tüketen bir süreç yaşanıyor çünkü bizim kendimizi yeniden
üretimimizin de dinamikleri yoktur. O zaman eğer bunlar yoksa, bizim
tesbitimiz, bu dinamikleri bizim kendimizin bizzat yaratmak sorumluluğu vardır.
Kendimizi yeniden üretmek sorumluluğumuz vardır. Yani ben toplum içerisinde
yıpranıp ilişkilerden soğuyup, insanların ne kadar bencilleştiğini görüp, evime
gidip bir kaset takıp, ne bileyim şiir okuyup, kedimi köpeğimi severek kendime
gelebiliyorsam yalnız başıma, bunu yalnız başıma değil, arkadaşlarımla birlikte
de yapabilmeliyim. İhtiyaç bu, en basiti... Çok büyük hedefler yok, büyük
hedefler özellikle yok çünkü büyük hedefler, büyük yıkılıyor insanın kafasına...
Küçük hedeflerden adım adım büyük hedeflere doğru gitmek ve her attığımız
adımda da çok ciddi karşı tepkiler gelmediği sürece sistemden, geri adıma
düşmeyecek şekilde. Yani bizden kaynaklanan sebeplerden dolayı bir adım geri
gitmeyeceğiz. Bizi birşey zorlar ve bilincimiz ona yeterli gelmezse, o zaman
gideceğiz geri, mecburen gideceğiz. Ama bizden kaynaklı olan sebeplerden dolayı
olmayacak bu. Yani niyet bu diyeyim... Olay bu... Ama biz bu tesbiti yaptığımız
zaman, size biraz önce verdiğim futbolla ilgili örnek, başka örnekler de var,
bunları konuştuğumuz zaman, başka arkadaşların da aynı sıkıntıları yaşadığını,
bunları dile getirdiğini gördük. Ve onların da belki de aynı dertten muzdarip
olduğunu, o zaman bunu ortaklaştırabileceğimizi düşündük. Çünkü bizim ilk başta
kendimizi yeniden üretip bir kimlik olarak tekrar ayağa kalkmak gibi bir
hedefimiz vardı. Ama belki de bunu ortaklaştırarak, başka bir kimlik olarak
daha güzel ayağa kalkabileceğimiz imkanının yaratılabileceğini de gördük. O
zaman Baraka’nın hedefi nedir? Baraka’nın hedefi bu toplumda muhalif bir duruş
ortaya koymaya çalışan herkese kendini evinde gibi hissedebileceği bir ortam
yaratmaktır.
MEKANSIZ: Somut projeler de var, mesela felsefe kursları başlatmayı
düşündük. Çünkü esas tartışmaları genel olarak özetlersek, erozyon kültürel
süreçte yaşanır toplumumuzda. Yani kafadadır. Yaşadığı bir takım şeyleri
insanlar kafalarında daha netleştirmemiştir, bunun için felsefe kursları da
belki bir kıvılcım olabilir, o amaçla düşündük. En azından insanlar gelecek
buraya, felsefe kurslarına katılacak, kursunu alacak ve belki de ondan sonra
kafasında bir takım soru işaretleriyle ya da kafasına gelebilecek bir takım
projeleri bize sunabilecek. Ve biz de insan kaybına uğramayacak şekilde, en
mantıklı, en kotarabileceğimiz projeleri, insanlarla birlikte hareket ederek
hayata geçirmeye çalışacağız. Bunun zemini burası... Onun dışında bilgisayar
ortamını oluşturmaya çalışacağız. İki tane bilgisayarımız var, onlar da biraz
demode oldu ama, en azından bir internet olayını hayata geçireceğiz. Yani
buraya gelecek insanların ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir internet ilk
başta. Daha sonra bilgisayar kursları düşündük, öncelikle temel, açıp
kapayabilecek, bilgisayarda yaptığı çalışmaları kaydedebilecek ilk baştaki temeli
vermek. Ondan sonra tabii ben kendi adıma elimde yapabildiğim bir iş var, şu
anda bir gazetenin sayfa tasarımı, grafik olayını yapabiliyorum. Yapabildiğim
oranda bunu öğretmeye çalışacağım, etrafta da vardır bunu isteyen, dört-beş
kişi de olsa. Bu dört-beş kişiye böyle bir katkı koyacağım. Onun dışında tabii
insanlardan da proje bekleriz, eminim insanlardan da projeler de gelecek.
RAHVANCIOĞLU: Elimizde bulunan müzik aletlerini buraya getirdik,
bıraktık. Şimdiden işte “Biz grup oluşturmak istiyoruz, gelip çalışma yapmak
için yere ihtiyacımız var, burayı kullanabilir miyiz?” diyen insanlar var, bu
bizi mutlu ediyor. Onun dışında satranç kursları düşünüldü. Aslında bütün
bunların hepsinin temelinde şöyle birşey var: insanlara ‘Bakın biz ne kadar
iyiyiz, biz ne kadar güzel düşünüyoruz, burada bulunun’ demenin hiçbir anlamı
yoktur. Bugüne kadar hep böyle söylendi. Birşeyler koymak gerekiyor ortaya.
Bizim ortaya koyduğumuz, elimizde avucumuzda ne varsa, hepsini kültürel anlamda
ortaya koyduk. Nedir bu? Bir ortam yaratmak ve bu ortamda mutlu olmak. Birileri
eğer bu kapıdan girdikten sonra, tekrar çıkarken mutlu olarak ayrılıyorsa,
tekrar gelme isteği duyuyorsa, burada bulunan insanlarla kurduğu ilişkilerden,
yaptığı şeylerden mutlu oluyorsa, tekrar gelecektir. Ama bir kere ilk gelirken
bir ortam yaratmak gerekir, bilgisayar kursu amacıyla gelebilir, hiç bilmez
bilgisayarı, arkadaşımdır, beni sever, konuşuruz, iyi bir insan olduğumu
düşünür ama diğer arkadaşlarımı tanımaz. Bilgisayar kursu olduğunu öğrenir ve gelmeye
karar verir, bilgisayar amacıyla gelir ama bir kere geldikten sonra konuşacak
tabii insanlarla, ortamı görecek tabii ki... Yapılan bazı şeyleri görecek,
dinlenen müziği, yaşanan eğlenceyi, hissedilen duyguları paylaşacak ve o
sürecin sonucunda belki bazı soru işaretleri oluşacak kafasında.
MEKANSIZ: Biz dört-beş kişilik bir arkadaş grubu, buraya kadar getirdik
ama bu bizi aşan birşey... Baraka Kültür Merkezi’ni sadece açmak değildir
mesele, bu bizi de aşar... İleriki süreçte daha da gelişecek ve biz isteriz ki
sorumlulukları da paylaşalım. Birilerinin hep yöneten-yönetilen ilişkisi
olacağı, öyle bir hegemonya olacağı bir yer olmayacak bu. Gelsinler,
sorumlulukları da paylaşalım, yükü de hafifletelim ama yükün altında
ezilmeyelim. Aksine, projelerle birlikte bir takım şeyleri kotararak çoğalalım.
Ama bu sorumlulukları paylaşmak gerekir, bu da bizi aşacak, bundan eminim.
SORU: Baraka Kültür
Merkezi’nin yönetim kurulu falan var mı?
MEKANSIZ: Bir tüzüğü var, bir avukat arkadaşımızın verdiği bir tüzük, açıkçası
çok da incelemedik. Yasal olarak zemini dernektir. Dernek olarak kurduk ama
tabelasına bile yazmadık dernek olduğunu. Çünkü bizim için o klasik dernek
değildir, bizim bildiğimiz, farklı bir süreç geçiriyoruz, dernek olmayacağından
da yüzde yüz eminiz. Ama nasıl olacak? Kurucu üyeler vardır ama süreç tamamen
işe odaklı olarak yürüyor. Kim paylaşır, kim sorumluluk alır, kim mutlu olur?
Kim kendini sürece katar? Bu bizim için daha önemli...
SORU: “Baraka” sözcüğünü
soracaktım... Nasıl buldunuz bu sözcüğü? Çok Kıbrıslı bir sözcük...
RAHVANCIOĞLU: Evet... Cengiz Erdem diye bir arkadaş vardı, o bahsettiğim
noktada bizim dışımızda bazı insanların da aynı sıkıntılardan muzdarip
olduklarını dile getirdiklerini farkettiğimiz noktada, çağrı yaptık bildiğimiz
arkadaşlara... Cengiz de geldi bir toplantıya, o zaman Mimar Mühendisler
Odası’nda toplanıyorduk, Cengiz ‘Çok güzel olur’ dedi, ‘Çok hoşuma gider böyle
bir yer... İhtiyacımızdır ancak ben göçediyorum artık, adını da Baraka koyardık
ama ben gidiyorum artık, ben size yardımcı olamayacağım’ dedi. Osman da, ‘Madem
öyle, biz de adını Baraka koyarız, Cengiz duyarsa belki bazı şeyleri
hatırlar’...
MEKANSIZ: ‘Bizim de bir yerimiz olsun yahu artık’ dedi, ‘Bir mekancığımız
olsun, bir barakacığımız olsun’...
SORU: Belki 3-4 bin yıl
sömürgeler altında yaşamanın etkisinden midir nedir, yani Kıbrıslının düşleri
bile ne kadar mütevazi! Bir barakacık istiyor!... Çok mütevazi, iddiası
olmayan, bağırmayan... Bir de sevecenlik var sözcükte...
RAHVANCIOĞLU: Bizim için isimler hiçbir zaman önemli olmadı yaşadığımız
hiçbir süreçte... Bu isim hoşumuza gitti... Ama isim önemli değildi gerçekten,
Cengiz öyle söylediği zaman, biraz da duygusal bir andı... Adının ‘Baraka’
olmasına herkes uygundur dedi. Önemli olan içeriğidir zaten. Hala daha da
önemli olan içeriği... Çünkü olay burayı açmakla bitmiyor, burayı yaşayan bir
mekan haline getirmek bence yeteri kadar büyük bir hedef aslında. Farklı bir
yaklaşım olduğuna inanıyorum, bugüne kadar ortaya konmuş olan yaklaşımlardan
farklı bir yaklaşım olduğuna inanıyorum. Aslında gözümüzün çok yükseklerde
olduğuna inanıyorum. O yüzden bir adım önümüzü göremiyoruz, çok uzağa
bakıyoruz, bir adım önümüzü göremiyoruz ve takılıp düşüyoruz. Sürekli olarak
yaşadığımız bu. Ve bizim yaratmaya çalıştığımız bir direnç noktasıdır. Hangi
sürece girerse girsin Kıbrıs sorunu, Kıbrıs, dünya, hangi sürece girerse
girsin, bu sürece göre hareket edebilecek olan ve kendinin ne istediğine bakan
bir direnç noktası yaratmak. X sürece girer, benim istediğim budur, ben buna devam
ederim. Y sürece girer, benim istediğim zaten bellidir, ben yine buna devam
ederim. Kendimi X’e veya Y’ye göre tanımlamıyorum çünkü aksi takdirde bugüne
kadar olduğu gibi havada kalır. Yani işte Sovyetler Birliği’ne göre tanımlarsam
kendimi, Sovyetler Birliği yıkıldığında ben neyim diye kendime sormak zorunda
kalırım. Halbuki ben kendimi kendime göre tanımlarım, karşımdaki ya da
yanımdaki süreç devam ettiği sürece dayanışırım veya mücadele ederim, o
olmadığı zaman da ben mücadeleme devam ederim veya bulabildiğim,
dayanışabileceğim süreçlerle dayanışmaya devam ederim. Çünkü burada eğer
Kıbrıs’ta yaşıyorsak ve Kıbrıs ekseninde mücadele veriyorsak, o zaman Kıbrıs’ın
kendi öz sorunlarından kaynaklı veya öz güzelliklerinden kaynaklı hareket etmek
durumundayız. Bizi yeniden üretecek olan budur. Ama işte tabii bu yetersiz
geliyor, bunu somutlaştırabilmek gerek. Burasının hedefi de bu...
MEKANSIZ: Taraf olabilmen gerekir, varlık olabilmen gerekir, ben varım
onun için seninle eşitim diyebilmen gerekir. Bu birebir bireylerde de böyledir,
kurumlarda da böyledir, devletler arasında da böyledir ve toplumlar arasında da
böyledir. Sen bir varlık olma sürecini bile tam olarak yaşamıyorsan, kimse seni
taraf olarak görmez, sadece senin görüşünü alır... Ama emin ol görüşünü alsa
bile yine kendi bildiğini okur... Birileri senin adına karar vermeye devam
eder. Tabii kültür merkezi herşey değil, ilk etapta küçük çaplı olarak bireyler
kendi kendilerine sahip çıksın, ondan sonra buraya sahip çıksın, bir değer
oluştursunlar, o değer inşallah bir kıvılcım olur da daha geniş bir boyuta
sıçrar ve bir Baraka sürecini aşan farklı bir boyuta sıçrar, bir varlık
oluşur... O varlık da der ki ben varım, ben tarafım, ben barış isterim, ben
seninle oturup konuşabilirim. AB’ye evet ya da şuna evet buna hayır, yok
federasyon yok konfederasyonu isterim, yok sen onu isten bunu isteyemen, doğru
budur... Yani birileri bize birşeyler dayattı ve biz onun içinde boğulduk...
Bundan da biraz kurtulmak... Ya da bunun farkına varıp artık gerçekten kendimize
dönmek... Somut ne isteriz? Önce varlık olacağız, varlığımızı
gerçekleştireceğiz, taraf olacağız... Küçükten başlayıp bu büyüyecek, en
azından toplumsal bir güç olacak boyuta ulaşırsa mutlu da olacağız...
SORU: Benim sormadığım,
ille söylenmesi gereken başka birşey kaldı mı?
RAHVANCIOĞLU: Biz aslında çok fazla birşey söylemek de istemiyoruz.
Yaşanacakların daha kıymetli olduğuna inanırız. Bugüne kadar çok şey söylendi,
bizim dışımızda doğru şeyler söylendi, geçmişi yadsıyan veya geçmişte
söylenenleri küçümseyen bir yaklaşım yoktur... Sadece geçmişte söylenenlerin
yeteri kadar hayata geçirilmediğini ve bazı şeylerin çok fazla gözardı
edildiğini düşünüyoruz, bunlardan birincisi de insandır, insanın çok fazla
gözardı edildiğini düşünüyoruz. Karşılaştırma yapılacaksa eğer, değerli olan
bizim için insandır. Biz her zaman insanın tarafında olacağız ve toplumu
değiştirmek, süreçlere yön vermek gibi kaygılardan önce kendimizi değiştirmek
ve kendimize yön vermek gibi kaygılarımız var. Gerçekten eğer toplum dönüşecekse,
olumlu bir dönüşümüne vesile olacağına inanıyoruz insanın. İnsanın kendini
değiştirebilmesi ve kendine yön verebilmesi, hedeflediği veya doğru olduğu,
güzel olduğunu söylediği şeyleri kendi yaşamında uygulayabilmesi, kendi
yaşamına dökebilmesi...
YENGEÇ SEPETİ
Sevgül Uludağ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder