Taş ocakları ile ilgili Akdeniz Rüzgarı Birliği'nin
raporunu okudum.
Raporun bende bıraktığı ilk izlenim “özet” niteliğinde
oluşuydu. Bu da bana sanki başka, daha kapsamlı bir rapor varmış da, elimdeki
metin bunun sonuç bölümüymüş gibi düşündürdü...
Bu böyle mi, bilemiyorum... Ancak eğer böyleyse metnin
tamamına ulaşmamız bence olumlu olur.
Elimdeki metinden yola çıkarak söyleyebileceklerimse
şunlar:
“Projenin Hazırlanma Nedenleri Bölüm III” başlığı altında
birinci madde olarak sunulan, rapor'un
geriye kalan kısımlarında da sık sık üzerinde durulan “Görsel kirliliğin endişe
verici boyutlara ulaşması” noktası açıkcası beni rahatsız etti.
Tüm diğer boyutları ile (hayvan ve bitki yaşamına verilen
zarar, hava kirliliği, su kaynaklarının etkilenmesi) birlikte, bir de “görsel
kirlilikten” bahsedilseydi pek o kadar rahatsız olmazdım sanırım ama, tüm diğer
boyutların toplam vurgusu görsel kirlilik kadar olunca ne yazık ki aklıma şu
soru geldi: “Acaba bu taş ocakları göremeyeceğimiz
bir yerde olsa veya daha az ocak olsa da zarar aynen devam ettiği halde
Lefkoşa'dan görülmese veya atıyorum dağın içi oyulsa da dışı aynı kalsa sorun
bizim açımızdan kapanmış mı olacaktı?”
Sayfa 8 Madde 2: “Yeni bölge görünmez bir alanda ve
çevreye en az zarar verecek şekilde oluşturulmalıdır” Bu bir cevap sayılır mı
soruma?
Huysuz adam olmak istemem ama bu madde neden şöyle
değil?: “Yeni bölge ekolojik dengeye zarar vermeyecek şekilde ve en az
görülebilecek bir alanda oluşturulmalıdır.”
Bu konuyu uzatmadan bir-iki şey daha söylemek isterim:
Sayfa 6 4ncü paragrafta artan ocak sayısı yüzünden görsel kirliliğin ve
ekolojik dengenin bozulmasının endişe verici boyutlara ulaştığından
bahsedilmekte, devamında da görsel kirliliğin artışına ilişkin örnekleme
yapılarak dağ üzerinde 100 metreyi aşan aynalar oluşmasından bahsedilmektedir.
Bunun görsel açıdan nasıl bir kirlilik yarattığı gayet nettir ancak ekolojik
denge noktasında, hayvan ve bitki yaşamına etkileri “100 metreyi aşan aynalar”
ifadesi ile ne yazık ki anlaşılamamaktadır...
Son olarak sayfa 7, 2nci madde dağın güney kısmının
görüntüye açık olmasından bahsederken devamı korkunç bir çevre görüntüsüne
vurgu yapmaktadır. Sayfa 8 4ncü madde ise yine ve yine görüntüden
bahsetmektedir...
Raporun genel görünümü taş ocağı işletmelerinin çıkarları
için aşırı bir hassasiyet sunmaktadır.
Bu, bende “tarafsızlık” kaygısıyla ve “fazla radikal
olmayalım da önerilerimiz uygulama alanı bulsun” düşüncesiyle bilinçli olarak
yapılmış gibi bir izlenim bıraktı.
Oysa güçlüler ve güçsüzler arasında, haklı ile haksız
arasında “tarafsız” olmak diye birşey söz konusu bile olamaz.
23 ruhsatlı 18 çalışır durumda ocak var ve rapor bu
ocakların her birinin ortalama üretimini 250,000 metre küp olarak tahmin
ediyor. Tahmin edecek olduktan sonra rapor hazırlamanın manası nedir? Ülkemizin
kum-çakıl ihtiyacı 1,000,000 metre küp ise ve raporun dili ile “teorik olarak”
4 taş ocağı bize yeterse geriye kalan 14 taş ocağı ne yer ne içer? Raporun
ithamı yine anlaşılır değildir... Taş ocakları verimsizlikle suçlanıp 4 ocağın
yapacağı işi 18 ocağın yapması mı eleştirilmektedir yoksa üç milyon beş yüz bin
ton fazla üretimin satışından gelen (eğer satılıyorsa ki raporun burası da
muğlaktır) paranın çarçur edildiği mi ima edilmektedir?
Buna rağmen, fazla taş ocakları kapatılsın denmemekte,
yeni taş ocağı ruhsatı verilmesin denmektedir. Sanırım ne kadar ılımlı olunursa
o kadar verimli ve etkili olunacağı düşünülmektedir. Oysa bu ne kadar radikal
olunursa o kadar ekili olunacağını düşünmek kadar yanlıştır.
Sorun ne kadar ılımlı veya radikal olduğunuz değildir.
Sorun ne kadar haklı ve örgütlü olduğunuzdur... Ama örgütsüz veya güçsüz olmak
da hakkından vazgeçmeyi getiremez... Getirmemelidir. Doğrudan, haklıdan bir
adım geri gideceğine hiç mücadele etme daha iyi... (Bu, mücadele perspektifi
ile ilgili bir konudur. O yüzden burada bu konuyu ayrıntılandırmıyorum. Arzu
edilirse ayrı bir tartışma konusu olarak tartışılabilir)
Raporun geriye kalan kısımlarında yine genel olarak göze
çarpan; kavramların muğlak kullanılması ve halk tarafından anlaşılırlık, halkı
ikna kaygılarının görülmediği bir dil kullanılmasıdır.
Ekolojik dengenin bozulmasından bahsedilmekte ama bununla
ne denmek istendiği izah edilmemektedir. Ekolojik dengenin bozulması ne
demektir? Bunun hayvan, bitki, insan yaşamına toprağın, suyun ve havanın
düzenine etkileri nelerdir? Kabaca bile olsa bunlardan bahsedilmemektedir.
Yukarda da bahsettiğim gibi 100 metreyi aşan aynalardan
bahsedilmekte ancak “ayna”nın ne olduğundan bahsedilmemektedir... Üretim
yöntemi olarak tartışılan galeri tipi ve basamak tipi 3-4
cümle ile raporun en ayrıntılı değerlendirilen kavramları
olma şansını bulmakta, ancak yine de ekolojik denge noktasında hangisinin neden
tercih edildiği netlik kazanmamaktadır.
Bazı noktalarda deney ve araştırmalardan bahsedilmekte
ancak bu deney ve araştırmaların kim tarafından, ne zaman, nerede ve hangi
kaynaklarla(maddi) yapıldığı veya yaptırıldığından bahsedilmemektedir.
İlgili yasanın uygulanmamasından bahsedilmekte ama yasa
tartışılmamakta olumlu ve olumsuz yönleri değerlendirmeye tabi tutulmamaktadır.
Uygulanmayan bir yasanın uygulanmasının talep
edilmesi ve en azından denetimsizlik yerine denetimin
arzu edilmesi anlaşılır olmakla birlikte, bu bizim yinde de söz konusu yasayı
eleştirel bir gözle değerlendirmemizi ve olumsuzluklarını da
belirterek taleplerimizi yönlendirmemizi
engellememelidir.
Bazı maddelerde adı geçen standartın ne olduğu belli
değildir. Açıklanmamıştır... Standart denen bu standart arzu edilir bir durum
mudur? Yoksa sırf standart olması arzu edilir olması için yeterli
midir?
Ayrıca sayfa 8'de çok ilginç bir cümle vardır:
“Bakanların iş takip etmelerine, hele hele keyfi davranışlarına prim
verilmemelidir”... Bunu kim yapmalıdır acaba?
Bakanların iş takip ettiği ve keyfi davranışlarda
bulundukları vurgulanarak söylense ve bu, kişilere bağlı yapı yerine; doğal
kaynakların demokratik bir şekilde kontrolünü öneren bir yaklaşımla
denetime talip olunduğu ve bunun da mücadele ile
alınacağı vurgulansa belki de daha çok şey elde edilmiş olmazdı... Ama en azından
komik duruma düşülmüş de olmazdı...
Rapor ile ilgili bir tek okumada gözüme çarpanlar
bunlar... Raporun iyi niyetinden kuşku duyulamaz. Emeği geçen arkadaşların
çabaları ve duyarlılıkları da yadsınamaz.
Ama iyiniyet ne yazık ki yeterli bir şey değildir.
Cehenneme giden yol iyiniyet taşları ile döşenmiştir. İçinde yaşadığımız
güzelim doğayı kar hırsı, oy kaygısı ve kişisel çıkar uğruna harap edenler ve
gözümüzün içine baka baka bastığımız toprağı ayağımızın altından çekip alanlara
karşı birazcık artniyetli olmak da fazla değildir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder