20 Ekim 2002 Pazar

Akdeniz Rüzgari Birliği'nin Taş Ocakları Raporu Hakkında


Taş ocakları ile ilgili Akdeniz Rüzgarı Birliği'nin raporunu okudum.
Raporun bende bıraktığı ilk izlenim “özet” niteliğinde oluşuydu. Bu da bana sanki başka, daha kapsamlı bir rapor varmış da, elimdeki metin bunun sonuç bölümüymüş gibi düşündürdü...
Bu böyle mi, bilemiyorum... Ancak eğer böyleyse metnin tamamına ulaşmamız bence olumlu olur.


Elimdeki metinden yola çıkarak söyleyebileceklerimse şunlar:
“Projenin Hazırlanma Nedenleri Bölüm III” başlığı altında birinci  madde olarak sunulan, rapor'un geriye kalan kısımlarında da sık sık üzerinde durulan “Görsel kirliliğin endişe verici boyutlara ulaşması” noktası açıkcası beni rahatsız etti.
Tüm diğer boyutları ile (hayvan ve bitki yaşamına verilen zarar, hava kirliliği, su kaynaklarının etkilenmesi) birlikte, bir de “görsel kirlilikten” bahsedilseydi pek o kadar rahatsız olmazdım sanırım ama, tüm diğer boyutların toplam vurgusu görsel kirlilik kadar olunca ne yazık ki aklıma şu soru geldi:  “Acaba bu taş ocakları göremeyeceğimiz bir yerde olsa veya daha az ocak olsa da zarar aynen devam ettiği halde Lefkoşa'dan görülmese veya atıyorum dağın içi oyulsa da dışı aynı kalsa sorun bizim açımızdan kapanmış mı olacaktı?”
Sayfa 8 Madde 2: “Yeni bölge görünmez bir alanda ve çevreye en az zarar verecek şekilde oluşturulmalıdır” Bu bir cevap sayılır mı soruma?
Huysuz adam olmak istemem ama bu madde neden şöyle değil?: “Yeni bölge ekolojik dengeye zarar vermeyecek şekilde ve en az görülebilecek bir alanda oluşturulmalıdır.”
Bu konuyu uzatmadan bir-iki şey daha söylemek isterim: Sayfa 6 4ncü paragrafta artan ocak sayısı yüzünden görsel kirliliğin ve ekolojik dengenin bozulmasının endişe verici boyutlara ulaştığından bahsedilmekte, devamında da görsel kirliliğin artışına ilişkin örnekleme yapılarak dağ üzerinde 100 metreyi aşan aynalar oluşmasından bahsedilmektedir. Bunun görsel açıdan nasıl bir kirlilik yarattığı gayet nettir ancak ekolojik denge noktasında, hayvan ve bitki yaşamına etkileri “100 metreyi aşan aynalar” ifadesi ile ne yazık ki anlaşılamamaktadır...
Son olarak sayfa 7, 2nci madde dağın güney kısmının görüntüye açık olmasından bahsederken devamı korkunç bir çevre görüntüsüne vurgu yapmaktadır. Sayfa 8 4ncü madde ise yine ve yine görüntüden bahsetmektedir...
Raporun genel görünümü taş ocağı işletmelerinin çıkarları için aşırı bir hassasiyet sunmaktadır.
Bu, bende “tarafsızlık” kaygısıyla ve “fazla radikal olmayalım da önerilerimiz uygulama alanı bulsun” düşüncesiyle bilinçli olarak yapılmış gibi bir izlenim bıraktı.
Oysa güçlüler ve güçsüzler arasında, haklı ile haksız arasında “tarafsız” olmak diye birşey söz konusu bile olamaz.
23 ruhsatlı 18 çalışır durumda ocak var ve rapor bu ocakların her birinin ortalama üretimini 250,000 metre küp olarak tahmin ediyor. Tahmin edecek olduktan sonra rapor hazırlamanın manası nedir? Ülkemizin kum-çakıl ihtiyacı 1,000,000 metre küp ise ve raporun dili ile “teorik olarak” 4 taş ocağı bize yeterse geriye kalan 14 taş ocağı ne yer ne içer? Raporun ithamı yine anlaşılır değildir... Taş ocakları verimsizlikle suçlanıp 4 ocağın yapacağı işi 18 ocağın yapması mı eleştirilmektedir yoksa üç milyon beş yüz bin ton fazla üretimin satışından gelen (eğer satılıyorsa ki raporun burası da muğlaktır) paranın çarçur edildiği mi ima edilmektedir?
Buna rağmen, fazla taş ocakları kapatılsın denmemekte, yeni taş ocağı ruhsatı verilmesin denmektedir. Sanırım ne kadar ılımlı olunursa o kadar verimli ve etkili olunacağı düşünülmektedir. Oysa bu ne kadar radikal olunursa o kadar ekili olunacağını düşünmek kadar yanlıştır.
Sorun ne kadar ılımlı veya radikal olduğunuz değildir. Sorun ne kadar haklı ve örgütlü olduğunuzdur... Ama örgütsüz veya güçsüz olmak da hakkından vazgeçmeyi getiremez... Getirmemelidir. Doğrudan, haklıdan bir adım geri gideceğine hiç mücadele etme daha iyi... (Bu, mücadele perspektifi ile ilgili bir konudur. O yüzden burada bu konuyu ayrıntılandırmıyorum. Arzu edilirse ayrı bir tartışma konusu olarak tartışılabilir)
Raporun geriye kalan kısımlarında yine genel olarak göze çarpan; kavramların muğlak kullanılması ve halk tarafından anlaşılırlık, halkı ikna kaygılarının görülmediği bir dil kullanılmasıdır.
Ekolojik dengenin bozulmasından bahsedilmekte ama bununla ne denmek istendiği izah edilmemektedir. Ekolojik dengenin bozulması ne demektir? Bunun hayvan, bitki, insan yaşamına toprağın, suyun ve havanın düzenine etkileri nelerdir? Kabaca bile olsa bunlardan bahsedilmemektedir.
Yukarda da bahsettiğim gibi 100 metreyi aşan aynalardan bahsedilmekte ancak “ayna”nın ne olduğundan bahsedilmemektedir... Üretim yöntemi olarak tartışılan galeri tipi ve basamak tipi 3-4
cümle ile raporun en ayrıntılı değerlendirilen kavramları olma şansını bulmakta, ancak yine de ekolojik denge noktasında hangisinin neden tercih edildiği netlik kazanmamaktadır.
Bazı noktalarda deney ve araştırmalardan bahsedilmekte ancak bu deney ve araştırmaların kim tarafından, ne zaman, nerede ve hangi kaynaklarla(maddi) yapıldığı veya yaptırıldığından bahsedilmemektedir.
İlgili yasanın uygulanmamasından bahsedilmekte ama yasa tartışılmamakta olumlu ve olumsuz yönleri değerlendirmeye tabi tutulmamaktadır. Uygulanmayan bir yasanın uygulanmasının talep
edilmesi ve en azından denetimsizlik yerine denetimin arzu edilmesi anlaşılır olmakla birlikte, bu bizim yinde de söz konusu yasayı eleştirel bir gözle değerlendirmemizi ve olumsuzluklarını da
belirterek taleplerimizi yönlendirmemizi engellememelidir.
Bazı maddelerde adı geçen standartın ne olduğu belli değildir. Açıklanmamıştır... Standart denen bu standart arzu edilir bir durum mudur? Yoksa sırf standart olması arzu edilir olması için yeterli
midir?
Ayrıca sayfa 8'de çok ilginç bir cümle vardır: “Bakanların iş takip etmelerine, hele hele keyfi davranışlarına prim verilmemelidir”... Bunu kim yapmalıdır acaba?
Bakanların iş takip ettiği ve keyfi davranışlarda bulundukları vurgulanarak söylense ve bu, kişilere bağlı yapı yerine; doğal kaynakların demokratik bir şekilde kontrolünü öneren bir yaklaşımla
denetime talip olunduğu ve bunun da mücadele ile alınacağı vurgulansa belki de daha çok şey elde edilmiş olmazdı... Ama en azından komik duruma düşülmüş de olmazdı...
Rapor ile ilgili bir tek okumada gözüme çarpanlar bunlar... Raporun iyi niyetinden kuşku duyulamaz. Emeği geçen arkadaşların çabaları ve duyarlılıkları da yadsınamaz.
Ama iyiniyet ne yazık ki yeterli bir şey değildir. Cehenneme giden yol iyiniyet taşları ile döşenmiştir. İçinde yaşadığımız güzelim doğayı kar hırsı, oy kaygısı ve kişisel çıkar uğruna harap edenler ve gözümüzün içine baka baka bastığımız toprağı ayağımızın altından çekip alanlara karşı birazcık artniyetli olmak da fazla değildir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder