19 Mayıs 2003 Pazartesi

Kapılar Açıldı


“Brezilya(Kıbrıs) için bir çıkış yolu var mı?” Bu soru düzenli olarak önüme koyuldu;... Benim cevabım evet. Biz onu döşemeye kararlı olduğumuz sürece bir yol var. Şans eseri karşımıza çıkacak bir yol ise yok.
Yüreğin Pedagojisi. Paulo Freire

Kapılar açıldı... Bu her ne kadar sınırların ortadan kalktığı veya Kıbrıs Adasının bütünleştirildiği anlamına gelmiyorsa da; barış mücadelesinde epey önemli bir gelişme olduğu da gerçek...
Kıbrıs Adasının yeniden birleştirilmesi ve ada insanının şövenizmden arınmış sağlıklı ilişkiler kurabilmesi mücadelesinde, gelinen aşamada gizliden gizliye, alttan alta gelişmekte olan bir ayrılık noktası vardır... Kıbrıs Cumhuriyeti – Annan Planı...

Öncelikle şunu belirteyim, gördüğüm gözlemlediğim kadarıyla ortada “Annan Planı’nı boşverin Kıbrıs Cumhuriyeti koşullarına dayalı bir çözüm bizim işimizi görür” diyen bir hareket yok... Aynı şekilde, Annan Planı hayatiyet bulamazsa, şimdiki geçiş hakları, yoğun pasaport alımları vs. Dolayısıyla pratikte vatandaşı olduğu Kıbırs Cumhuriyeti’ndeki haklarını kullanarak Denktaş Rejimini sıkıştırma politikasına hayır diyecek olan da yok... Uzun lafın kısası ortada kesin çizgilerle ayrılabilecek iki karşıt görüş yok.
Sadece altan alta, gizliden gizliye günün koşullarına uygun yeni bir fikirsel, pratik ayrılık gözlemleniyor...
“Kıbrıs Cumhuriyeti’ndeki hakların azınlık hakları olduğu” ve “böyle bir çerçevenin de Kıbrıs Türklerinin haklarını tam anlamıyla karşılamayacağı” şeklindeki ifadelere bakılırsa, KC’ni “savunanlar”la, AP’nı savunanlar arasındaki gerilim de giderek artmakta...
Hızla değişen ve her an da değişmeye devam eden durumu şöyle bir değerlendirecek olursak; Kıbrıs’ın Kuzeyinde Annan Planı ve sonrasında yoğun bir şekilde gelişen halk hareketi hem solu hem de sağı önüne katmış ve adanın bu yakasındaki çivileri tekrar çakılamayacak şekilde yerinden oynatmıştır. Sol, halkın yaratıcılığına ve eylemciliğine teslim olmuş insanların peşinden o ateş senin bu ateş benim dolaşmak zorunda kalmıştır. Çok daha zengin ve yaratıcı bir şekilde örülebilecek 4 aylık yoğun bir dönemi, “eğil da geçsin” mantığı ile ucuz atlatmıştır!!. Daha önceki bir yazımda belirttiğim gibi, kafamıza halk düşmüştür... Şimdi ise tüm hesaplar bu dönemin faturasını seçimlerde tahsil etmek, ve mücadelenin rantını, sandıklardan toplamak üzerinde yapılmaktadır. Elbetteki kazanım elde etmek için sağlıklı her yol denenmelidir ancak, sokakta alınanla, kağıtta verilen birbirinden çok farklı şeylerdir. İnsanlara “siz görevinizi yaptınız. Son olarak bir de sandıkta yapacaksınız” diyerek, onları sükunete çağırmak yerine, mücadeleyi çok daha yaratıcı eylemlerle pekiştirmek daha sağlıklı olurdu...
Sağ ise durmak bilmeyen halk muhalefetine, hemen hemen her kesimden yağmur gibi boşalan tepkilere dayanamayarak geri adım atmak zorunda kalmış ancak bu geri adımı da hamle avantajını kendine çevirecek şekilde kurgulayarak, hala daha mücadele arenasında olduğunu, henüz “helvası” yenecek kadar ölmediğini göstermiştir.
Kapıların açılması sürecini bu çerçevede değerlendirmeye çalışacağım...
Denktaş rejimi artık yönetemez hale gelmişti... Sol “liderlik” ise kendisinin ekmediği bu ağacın tepesine çıkmış, düşmek korkusu taşıyor da olsa, anın tadını çıkarıyordu. Güneydeki rejim ise gidişatın kendi lehine olduğunu görüyor, sesini çıkarmıyordu...
“Öldü” dediğimiz, helvasını yediğimiz statüko, kendinden beklenmeyecek bir manevra yaparak “kapıları açtı”... Kapıların açılması olgusuna iyice bakacak olursak görürüz ki: Denktaş Rejimi kendisinin ve TC’nin üzerinine yoğunlaşan baskılara dayanamayarak kapıları açmak zorunda kalmıştır. Yani bu halkın başarısıdır. Ancak aynı zamanda rejim bu durumu kendi çıkarına kullanmaya çalışmaktadır. Birçok insanın olumlu ilişkiler geliştirdiği ve çok duygusal anların yaşandığı gerçeği göz ardı edilemese de; 1974’ten beri “öteki” olarak TC ve TC’liyi gören Kıbrıs Tük Halkı artık bir Rum olgusu ile karşı karşıya kalmıştır. Bilindiği üzere ve her toplumda olduğu gibi, arabasını/motorunu hızlı kullanan, kızlara laf atan, evinin kendinin olduğunu söyleyip kapıyı zorlayan rumlar vardır. Bunlar olmasa bile, sırf kapının önünden, yoldan geçti diye rumlardan rahatsız olan insanlar da vardır. Böylece Kıbrıs Türk ve Rum halkı tamamen hazırlıksız bir şekilde yüz yüze bırakılmıştır... (bu kadar hazırlıksızlığa rağmen büyük bir olgunluk ve kardeşlik örneği gösterildiğini de belirtelim.) Denktaş rejimi ilk olarak bundan çıkar sağlamayı ummaktadır. İkinci olarak ise yıllardır dile getirdiği tez çerçevesinde “iyi komuşuluk” ilişkileri geliştirmekte bir adım attığını, Rumların da pasaport göstererek kuzeye geçmesi dolayısıyla KKTC’yi tanımak doğrultusunda adım atmak zorunda kaldığını iddia etmektedir. Yani Denktaş Rejimi hem geri adım atmış, hem de bu geri adımı statükonun yerinden oynayan çivilerini yeniden çakmak için bir zaman kazanma faaliyeti olarak kullanmak çabası içine girmiştir. Şimdi ise KKTC’den girecek Rumlara TC’ye vizesiz giriş hakkı tanıyacağını ilan etmekte, araçla geçişlerin önündeki sınırlamaları kaldırmakta, yani hamle üstüne hamle yapmaktadır...
Öte yandan Kıbrıs Cumhuriyeti, Denktaş rejiminin bu geri adımı atabileceğini, kapıları açabileceğini beklemediği için hem pratikte hem de söylemde hazırlıksız yakalanmıştır. Ancak bu hazırlıksızlığını kısa sürede telafi etmeyi başarmış (her ne kadar “işgal altındaki topraklar” söylemi etkisini kaybetmiş ve Rum yönetimi Türklerin Güneye geçmesinden hoşnutken, Rumların Kuzeye geçmesinden hala rahatsızsa da) ve Kuzeydeki nüfusa yoğun olarak kimlik kartı ve pasaport dağıtmaya başlamıştır. İş alanları açmak, dil kursları başlatmak, pasaport ve kimlik vermek gibi faaliyetler yürütülmekte, bu şekilde Denktaş Rejiminin altı oyulmaya çalışılmaktadır.
Her iki kesim de var olan durumu kendi çıkarına kullanmaya çalışmakta ve buna yönelik politikalar geliştirerek onları uygulamaktadır.
Bu verili durumda solun yapması gereken, Kıbrıs Cumhuriyeti ve/veya Annan Planı temelinde tartışmak yerine iki toplum arasındaki ilişkileri tekrar hasar göremeyecek şekilde yeniden tesis etmek üzere yoğun bir şekilde çalışmaktır. Bu çerçevede kültürel ve günlük alanlara daha fazla ağırlık vererek, iki toplumun daha da kaynaşması ve bu uzun ayrılık ve mücadele döneminden sonra doğal ve duygusal olarak ortaya çıkan yakınlaşmayı maddi ve kültürel bir zemine oturtmak birinci görev olarak önümüzde durmaktadır.
KKTC’nin, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin veya Annan Planının bize sunduğu legal ve/veya illegal konumlardan çok daha öte, her iki toplumun (kuzeyde veya güneyde) bir araya geleceği etkinlikler (gerekirse otobüslerle insanların taşınması da üstlenilerek), şenlikler, iki toplumlu dergi, gazete, radyo ve/veya televizyon projeleri, ortak kitap, resim sergisi, tiyatro faaliyetleri vb. günlük alana dair pratik yakınlaşmalarla hamle kazanmaya çalışmak, ülkemizdeki bölünmüşlüğü kırmak ve insanların da birbirlerine yakınlaşmasını sağlamak bakımlarından önemlidir.
Annan Planı’na karşı Kıbrıs Cumhuriyeti tartışmalarını tasvip etmeyişim “aman bölünmeyelim” korkusundan kaynaklı değildir. Yukarda da izah ettiğim gibi Denktaş Rejimi şu veya bu sebepten bir adım atmış/attırılımış ve yeni bir durum ortaya çıkmıştır. Bu durumu Kuzeydeki rejim de Güneydeki rejim de kendi çıkarına yontamaya ve kendi tezlerini bu yeni durum temelinde restore etmeye çalışmaktadır. Bizim yapmamız gereken “ne o, ne de bu” diyerek, bu durumu halkların birleşme ve ortak vatan arzularını destekleyecek/yaratacak doğrultuda zemin kabul etmektir. Bu hem kapıların açılması durumunu daha da kalıcı kılacak, hem de daha ileri kazanımlara doğru bir adım olacaktır...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder