“Brezilya(Kıbrıs) için
bir çıkış yolu var mı?” Bu soru düzenli olarak önüme koyuldu;... Benim cevabım
evet. Biz onu döşemeye kararlı olduğumuz sürece bir yol var. Şans eseri
karşımıza çıkacak bir yol ise yok.
Yüreğin Pedagojisi. Paulo
Freire
Kapılar
açıldı... Bu her ne kadar sınırların ortadan kalktığı veya Kıbrıs Adasının
bütünleştirildiği anlamına gelmiyorsa da; barış mücadelesinde epey önemli bir
gelişme olduğu da gerçek...
Kıbrıs
Adasının yeniden birleştirilmesi ve ada insanının şövenizmden arınmış sağlıklı
ilişkiler kurabilmesi mücadelesinde, gelinen aşamada gizliden gizliye, alttan
alta gelişmekte olan bir ayrılık noktası vardır... Kıbrıs Cumhuriyeti – Annan
Planı...
Öncelikle
şunu belirteyim, gördüğüm gözlemlediğim kadarıyla ortada “Annan Planı’nı
boşverin Kıbrıs Cumhuriyeti koşullarına dayalı bir çözüm bizim işimizi görür”
diyen bir hareket yok... Aynı şekilde, Annan Planı hayatiyet bulamazsa, şimdiki
geçiş hakları, yoğun pasaport alımları vs. Dolayısıyla pratikte vatandaşı
olduğu Kıbırs Cumhuriyeti’ndeki haklarını kullanarak Denktaş Rejimini
sıkıştırma politikasına hayır diyecek olan da yok... Uzun lafın kısası ortada
kesin çizgilerle ayrılabilecek iki karşıt görüş yok.
Sadece
altan alta, gizliden gizliye günün koşullarına uygun yeni bir fikirsel, pratik
ayrılık gözlemleniyor...
“Kıbrıs
Cumhuriyeti’ndeki hakların azınlık hakları olduğu” ve “böyle bir çerçevenin de
Kıbrıs Türklerinin haklarını tam anlamıyla karşılamayacağı” şeklindeki
ifadelere bakılırsa, KC’ni “savunanlar”la, AP’nı savunanlar arasındaki gerilim
de giderek artmakta...
Hızla
değişen ve her an da değişmeye devam eden durumu şöyle bir değerlendirecek
olursak; Kıbrıs’ın Kuzeyinde Annan Planı ve sonrasında yoğun bir şekilde
gelişen halk hareketi hem solu hem de sağı önüne katmış ve adanın bu
yakasındaki çivileri tekrar çakılamayacak şekilde yerinden oynatmıştır. Sol,
halkın yaratıcılığına ve eylemciliğine teslim olmuş insanların peşinden o ateş
senin bu ateş benim dolaşmak zorunda kalmıştır. Çok daha zengin ve yaratıcı bir
şekilde örülebilecek 4 aylık yoğun bir dönemi, “eğil da geçsin” mantığı ile
ucuz atlatmıştır!!. Daha önceki bir yazımda belirttiğim gibi, kafamıza halk
düşmüştür... Şimdi ise tüm hesaplar bu dönemin faturasını seçimlerde tahsil
etmek, ve mücadelenin rantını, sandıklardan toplamak üzerinde yapılmaktadır.
Elbetteki kazanım elde etmek için sağlıklı her yol denenmelidir ancak, sokakta
alınanla, kağıtta verilen birbirinden çok farklı şeylerdir. İnsanlara “siz
görevinizi yaptınız. Son olarak bir de sandıkta yapacaksınız” diyerek, onları
sükunete çağırmak yerine, mücadeleyi çok daha yaratıcı eylemlerle pekiştirmek
daha sağlıklı olurdu...
Sağ
ise durmak bilmeyen halk muhalefetine, hemen hemen her kesimden yağmur gibi
boşalan tepkilere dayanamayarak geri adım atmak zorunda kalmış ancak bu geri
adımı da hamle avantajını kendine çevirecek şekilde kurgulayarak, hala daha
mücadele arenasında olduğunu, henüz “helvası” yenecek kadar ölmediğini
göstermiştir.
Kapıların
açılması sürecini bu çerçevede değerlendirmeye çalışacağım...
Denktaş
rejimi artık yönetemez hale gelmişti... Sol “liderlik” ise kendisinin ekmediği
bu ağacın tepesine çıkmış, düşmek korkusu taşıyor da olsa, anın tadını
çıkarıyordu. Güneydeki rejim ise gidişatın kendi lehine olduğunu görüyor, sesini
çıkarmıyordu...
“Öldü” dediğimiz, helvasını yediğimiz statüko,
kendinden beklenmeyecek bir manevra yaparak “kapıları açtı”... Kapıların
açılması olgusuna iyice bakacak olursak görürüz ki: Denktaş Rejimi kendisinin
ve TC’nin üzerinine yoğunlaşan baskılara dayanamayarak kapıları açmak zorunda
kalmıştır. Yani bu halkın başarısıdır. Ancak aynı zamanda rejim bu durumu kendi
çıkarına kullanmaya çalışmaktadır. Birçok insanın olumlu ilişkiler geliştirdiği
ve çok duygusal anların yaşandığı gerçeği göz ardı edilemese de; 1974’ten beri
“öteki” olarak TC ve TC’liyi gören Kıbrıs Tük Halkı artık bir Rum olgusu ile
karşı karşıya kalmıştır. Bilindiği üzere ve her toplumda olduğu gibi,
arabasını/motorunu hızlı kullanan, kızlara laf atan, evinin kendinin olduğunu
söyleyip kapıyı zorlayan rumlar vardır. Bunlar olmasa bile, sırf kapının
önünden, yoldan geçti diye rumlardan rahatsız olan insanlar da vardır. Böylece
Kıbrıs Türk ve Rum halkı tamamen hazırlıksız bir şekilde yüz yüze
bırakılmıştır... (bu kadar hazırlıksızlığa rağmen büyük bir olgunluk ve
kardeşlik örneği gösterildiğini de belirtelim.) Denktaş rejimi ilk olarak
bundan çıkar sağlamayı ummaktadır. İkinci olarak ise yıllardır dile getirdiği
tez çerçevesinde “iyi komuşuluk” ilişkileri geliştirmekte bir adım attığını,
Rumların da pasaport göstererek kuzeye geçmesi dolayısıyla KKTC’yi tanımak
doğrultusunda adım atmak zorunda kaldığını iddia etmektedir. Yani Denktaş
Rejimi hem geri adım atmış, hem de bu geri adımı statükonun yerinden oynayan
çivilerini yeniden çakmak için bir zaman kazanma faaliyeti olarak kullanmak
çabası içine girmiştir. Şimdi ise KKTC’den girecek Rumlara TC’ye vizesiz giriş
hakkı tanıyacağını ilan etmekte, araçla geçişlerin önündeki sınırlamaları
kaldırmakta, yani hamle üstüne hamle yapmaktadır...
Öte yandan Kıbrıs Cumhuriyeti, Denktaş rejiminin bu
geri adımı atabileceğini, kapıları açabileceğini beklemediği için hem pratikte
hem de söylemde hazırlıksız yakalanmıştır. Ancak bu hazırlıksızlığını kısa
sürede telafi etmeyi başarmış (her ne kadar “işgal altındaki topraklar” söylemi
etkisini kaybetmiş ve Rum yönetimi Türklerin Güneye geçmesinden hoşnutken,
Rumların Kuzeye geçmesinden hala rahatsızsa da) ve Kuzeydeki nüfusa yoğun
olarak kimlik kartı ve pasaport dağıtmaya başlamıştır. İş alanları açmak, dil kursları
başlatmak, pasaport ve kimlik vermek gibi faaliyetler yürütülmekte, bu şekilde
Denktaş Rejiminin altı oyulmaya çalışılmaktadır.
Her iki kesim de var olan durumu kendi çıkarına
kullanmaya çalışmakta ve buna yönelik politikalar geliştirerek onları uygulamaktadır.
Bu verili durumda solun yapması gereken, Kıbrıs
Cumhuriyeti ve/veya Annan Planı temelinde tartışmak yerine iki toplum
arasındaki ilişkileri tekrar hasar göremeyecek şekilde yeniden tesis etmek
üzere yoğun bir şekilde çalışmaktır. Bu çerçevede kültürel ve günlük alanlara
daha fazla ağırlık vererek, iki toplumun daha da kaynaşması ve bu uzun ayrılık
ve mücadele döneminden sonra doğal ve duygusal olarak ortaya çıkan yakınlaşmayı
maddi ve kültürel bir zemine oturtmak birinci görev olarak önümüzde durmaktadır.
KKTC’nin, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin veya Annan
Planının bize sunduğu legal ve/veya illegal konumlardan çok daha öte, her iki
toplumun (kuzeyde veya güneyde) bir araya geleceği etkinlikler (gerekirse
otobüslerle insanların taşınması da üstlenilerek), şenlikler, iki toplumlu
dergi, gazete, radyo ve/veya televizyon projeleri, ortak kitap, resim sergisi,
tiyatro faaliyetleri vb. günlük alana dair pratik yakınlaşmalarla hamle
kazanmaya çalışmak, ülkemizdeki bölünmüşlüğü kırmak ve insanların da birbirlerine
yakınlaşmasını sağlamak bakımlarından önemlidir.
Annan Planı’na karşı Kıbrıs Cumhuriyeti
tartışmalarını tasvip etmeyişim “aman bölünmeyelim” korkusundan kaynaklı
değildir. Yukarda da izah ettiğim gibi Denktaş Rejimi şu veya bu sebepten bir
adım atmış/attırılımış ve yeni bir durum ortaya çıkmıştır. Bu durumu Kuzeydeki
rejim de Güneydeki rejim de kendi çıkarına yontamaya ve kendi tezlerini bu yeni
durum temelinde restore etmeye çalışmaktadır. Bizim yapmamız gereken “ne o, ne
de bu” diyerek, bu durumu halkların birleşme ve ortak vatan arzularını
destekleyecek/yaratacak doğrultuda zemin kabul etmektir. Bu hem kapıların
açılması durumunu daha da kalıcı kılacak, hem de daha ileri kazanımlara doğru
bir adım olacaktır...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder