10 Kasım 2003 Pazartesi

Akvaryumun Suyu Değişiyor



Yıllarca yaprak kımıldamayan Kıbrıs politik hayatında, Kuzey’deki kitlesel mobilizasyon ve kapıların açılması ile başlayan hareketlilik dinmek bilmiyor. Bu dönem önümüze, yıllardan beridir neredeyse ilk kez, gerçek sosyal güçlere dayanan gerçek bir politika bir politika yapma imkanı sunmasına rağmen; günlük politikanın anlık mevzilenmeleri şu anda seçim sürecine yönelik strateji, taktik ve manevralara endekslenmiş görünüyor.

Kuzey’de ve Güney’de düşünsel hegomonyayı (insanların neleri dert edineceğini) tekelinde tutan politik güçler (sol olsun, sağ olsun) bizlere dert edinilecek konu olarak 14 Aralık seçimlerini belirlemiş durumda. Ancak ne yazık ki bu belirlenmiş ve bizler için düşünülüp tayin edilmiş sözde gündem, geleceğimizi şekillendirmek yolunda gayet etkisiz.
İster seçimlerde bir taraf tutun, isterseniz de bizat seçimlerin kendisine karşı olun hayatın kendisini dönüştürmek yolunda bir konumlanış içinde olmadığınızı fark edeceksiniz.
Dünyanın bugün içerisinde bulunduğu süreçte küresel kapitalizmin üretimden kaçışı gece ile gündüz kadar nettir. Sermaye, üretim alanından çekilerek reklam ve imaj üretimi, kısaca marka yönetimine odaklanmaktadır. Bu da pazarda (borsada!) yaşama şansı bulmak isteyen şirketlerin; bir isim, logo ve bunları yönetecek bir beyin takımı dışında hiçbir alana para yatırmaması ve istihdamdan kaçışı ile sonuçlanmaktadır.
Üretim denilen “pis iş” tedarikçiler vasıtası ile Güney ülkelerinin ucuz işgücüne havale edilirken, Nike, Coca-Cola, Nokia vb. küresel şirketler üretimlerinin sorumluluğunu hiçbir şekilde üstlenmemektedirler. Örneğin Swatch’a sorarsanız, o bir saat üreticisi değildir, “zaman felsefesi ile” ilgilenmektedir.[1] Bu, üretilen nesne, üretim koşuları, istihdam edilen iş gücünün çalışma koşulları, üretim dolayısıyla oluşan çevre maliyeti vb. hiçbir alanda sorumluluk kabul etmeyen bir şirketler dünyası ile yüzyüze kalmamıza neden olmuştur. Coca-cola’nın Kolombiya’da bulunan tedarikçilerinin paramiliter güçlerle işbirliği halinde sendikacı avları ile ilgili son yaşanan gelişmeler Logo ile meta’nın ayrışmasına verilebilecek en güzel örnektir.[2]
Küresel şirketler, tedarikçileri ile kurdukları ilişkiyi ofislerine aldıkları fax mürekkebi ile aynı tanımlamaktadırlar. İhtiyaçları oldukça sipariş vermektedirler ve ellerine gelen ürün dışında hiçbir süreçle ilgilenmemektedirler. En ufak bir aksaklık durumunda, başka bir tedarikçiye sipariş vererek işlerine devam etmektedirler. Tedarikçi firmlar ve şirketler arasında hiçbir bağlayıcı sözleşme yoktur. Siparişin miktarı, teslim tarihi ve yoğunluğu, piyasanın durumuna göre değişebilmektedir. Bu koşullar altında kendilerini güvence altına almaya çalışan tedarikçiler ucuz iş gücünün olduğu; iş güvencesi, sosyal güvenlik ve sendikal hakların bulunmadığı üretim ortamlarıa kaymakta ve küresel kapitalizmin çeşitli anlaşmalar, sözleşmelerle kendilerine hazırladığı Serbest Ticaret Bölgeleri’nde üretim yapmaktadırlar.
Bugün dünyada yaklaşık 40 milyon kişi Serbest Ticaret Bölgeleri’nde istihdam edilmiştir. Ve bu bölgeler içinde kurulu oldukları ülkenin işçi çalıştırma ile ilgili bütün düzenlemelerinden bağımsızdırlar. Asgari ücret yoktur, sendikalar yasaktır, emeklilik, sigorta vb. hiçbir sosyal güvence yoktur ve sözleşmeler duruma göre mevsimlik, aylık bazen haftalıktır.[3] Sözü geçen Serbest Ticaret Bölgeleriiçinde kurulu bulunan fabrikalaren ufak bir örgütlenme girişimine karşı bir ülkeden bir diğerine kolaylıkla hareket etmekte, bugün Çin’de bulunan bir tedarikçi firma bir gün içinde üretimini Taiwan’a taşıyabilmektedir.
Almanya, Fransa, Amerika vb. Kuzey ülkelerinde her yıl yüzlerce fabrika kapanmakta ve AB, DTÖ, NAFTA anlaşmaları çerçevesinde kurulmakta olan Serbest Ticaret Bölgeleri’ne kaymaktadırlar. Kuzey ülkelerinde işsizlik ve geçici işçilik sorunları her geçen gün artmaktadır. Tam zamanlı, iş garantili istihdam; yerini saatlik, günlük geçici işçiliğe ve sendikasız, esnek iş saatleri ile izlenen görünmez işsizliğe bırakmaktadır. Bu koşullar altında küreselleşme, dünyanın çehresini yeniden ve ödenmemiş emeğin teri ile, kanı ile şekillendirmektedir.
Kıbrıs Sorunu ile, Denktaş Rejimi’nin yıkılması ile boğuşan bizler, bugüne kadar statükonun yarattığı yapay havayı soluyarak, bu yarı-coğrafyanın sınırlarını aşmayan politikalar çerçevesinde mücadele ettik. Statükonun sürdürülemezliği ortadadır. Dünyadan soyutlanmış, ufuksuz, gerek Akdeniz gerekse Ortadoğu  içerisinde dünyanın yeniden şekillendirildiği bir coğrafyada kendi iç sorunları ile boğuşan, dışa kapalı bir toplum haline geldik.
Denktaş-Eroğlu düzeni ve bu düzenin yarattığı ufuksuzluksadece seçim ile aşılacak bir olgu değildir. Bugün Kıbrıs’ta siyasal konumlanışlar yalnızca Kıbrıs Sorunu ile tanımlanmakta sol olsun sağ olsun neo-liberalizm, özlleştirme, serbest piyasa ekonomisi ve küreselleşme saldırıları ile sil baştan tanımlanan siyaset arenasında hiçbir açılım, politika, anlayış veya mevzilenme gerçekleştirilmemektedir.
Irak işgali, Filistin Direnişi ve küreselleşme ile ilgili hiçbir konuda aktif tavır alamayan, almayan, bu konulardan haberdar olmayan ve daha da vahimi bunlarla ilgilenmeyen bir siyaset hayatımız var.
Ne yazık ki en az sağımız kadar solumuz da statüko ile beslenmekte ve onun yarattığı steril koşullarda büyümektedir. Oysa Kıbrıs Sorunu’na çözüm diye önerilen Annan Planı ve içinde bulunduğumuz dinamik süreç; kitlelerin mobilizasyonu kadar, hatta ondan daha da fazla dünyanın bu yeniden paylaşımı ve sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda gelişmekte ve şekillenmektedir.
Statükodan kurtulduğumuzda; bizler, yıllardır çözülmeyen bir sorundan kurtulduğumuzu düşünebiliriz. Oysa asıl sorun, ertelemekte olduğumuz ve kaçınılmaz bir şekilde yüzleşeceğimiz gerçek hayat, en hazırlıksız, bilinçsiz ve örgütsüz olduğumuz bu anda karşımıza dikiliverecektir. Kıbrıs Cumhuriyeti’nde kurulacak olan Serbest Ticaret Bölgesi’nin yeri belirlenmiştir ve faaliyete geçmek için Kıbrıs’ın Avrupa Birliği’ne gireceği günü beklemektedir. Demek ki, bizler için hazırlanan gelecekte ya Serbest Ticaret Bölgeleri’nde kölelik koşullarında istihdam edileceğiz, ya da Almanya, Fransa ve diğer Kuzey ülkelerinin nitelikli/niteliksiz iş gücü gibi; esnek çalışma koşulları altında yarı zamanlı, geçici işlerle, gerçekte ise işsizlik ve örgütsüzlük ile baş başa kalacağız. Belki de her ikisi ile birlikte...
Tabii ki hiç bir zaman geç değildir. Bugün geç olmadığı gibi; Maocu, Stalinist gelenekten miras “temel çelişki”miz Kıbrıs Sorunu’muz çözüldüğünde de geç olmayacaktır. Sadece biraz daha zor olacaktır. Oysa temel çelişkiden kurtulmak adına bayraklarının üzerine “Avrupa Birliği” yazan, sosyal gelişmeyi ve toplumsal mücadeleyi aşamalar ve basamaklarla ifade eden dar ve kısır politik tavrımızı hem-şimdi bir kenara koyabiliriz. İşte o zaman bizler için hazırlanan gelecek yerine, bizim alternatif küreselleşme mücadelesi veren dünya solu ile birlikte, kendimiz için bir gelecek kurmamızın mümkün olduğunu görürüz. Bu, statükoya ve Denktaş-Eroğlu iktidarına başkaldırı kadar, dünyanın yeni düzenine, sermayenin küreselleşmesine, çevrenin tahribine, savaşlara, yoksulluğa, ırkçılığa ve barbarlığa karşı bayraklarımızın üzerine “Başka Bir Dünya Mümkün, O Dünya Kapitalist Özel Mülkiyetin Olmadığı Bir Dünyadır” yazarak ve bunun mücadelesi ile kazanılacak bir gelecektir.
Bugün yada yarın, seçimlerden önce veya sonra yüzlşeceğimiz gerçek dünya bu olacaktır. Ve geleceğimizi tayin edecek olan gerçek ufuk; dayanışma, örgütlülük ve direniş azmimiz kadar umutur.


[1] No Logo, Naomi Klein, Bilgi Yayınevi, 2000
[2] Kolombiya'da fabrikaları bulunan Coca Cola tekeli çok sayıda insan hakkı ihlaliyle suçlanıyor. Coca Cola paramiliter güçlere sendikacıları öldürtüyor. Kolombiya Yiyecek ve İçecek İşçileri Sendikası (Sinantrainal)’in 8 üyesinin öldürülmesinden Coco Cola sorumlu.  Porto Alegre'de yapılan Dünya 2. Sosyal Forumu'nun (DSF) aldığı karar doğrultusunda "Coca Cola'yı boykot kampanyası" bir yıl sürecek.
Kampanya, Kolombiya Yiyecek ve İçecek İşçileri Sendikası (Sinaltrainal) ile dayanışma amacı taşıyor. Boykot yalnızca Coca Cola ürünlerini tüketmemekten ibaret olmayacak, aynı zamanda politikalarına karşı mücadele biçiminde sürecek.
[3] Siparişin yoğun olduğu dönemlerde uyarıcı haplarla 48 saat uyumadan üretim yaptırıldığı, kadınların hamile kalma durumlarına önlem alabilmek için 24-26 günlük sözleşmeler yapıldığı vb. Rapor edilmiştir. Bkz No Logo, Naomi Klein

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder