19 Kasım 2003 Çarşamba

Yel Değirmenleri

Kuzey Ege’nin minicik bir adası var. İsmi Bozaada. Çanakkale’den bakıldığı zaman gerçekten de boz bir rengi var. Ama adanın batısı hiç de boz değil. Aksine sık çam korulukları ile kaplı.
Amacım Bozcaada’yı tanıtmak ve sizlere bir gezi yazısı sunmak değil. Her ne kadar da bu adacık, bağları, balıkçılığı ve 2,500 nüfusuna rağmen internet cafesinden lisesine kadar capcanlı insanları ile sözünü etmeye değer bir görünüm de sunsa, benim için asıl süpriz; Ömür, Gonca, Aybike, Banu, Sezen, Elizabeth, Yasemin, Aysun, Tracy, Meltem, Rita ve sözünü etmediğim diğerleriydi. Bunlar da mı kim?

Bunlar, Bozcaada’nın tüm elektriğini karşılamakla kalmayıp, hemen yakındaki Çanakkale’nin %5 elektriğini tek bir canlıya zarar vermeden, bir damla suyu kirletmeden ve havaya bir fram yabancı gaz bulaştırmadan üreten17 adet rüzgar gülünün isimleri. 

1989 yılında Bozcaada’nın elektrik ihtiyacını karşılamak için 10,000 megawatlık bir kablo döşeniyor ve Çanakkale’den Bozcaada’ya elektrik aktarımına başlanıyor. Ta ki, 2000 yılında rüzgargülleri devreye girinceye kadar. O tarihten bu yana, Bozcaada kendi elektrik ihtiyacını karşılmakla kalmıyor, ayni hattı kullanarak Çanakkale’ye elektrik sağlıyor. 10,000 megawatlık hat yetersiz kaldığından ve tam kapasite kullanıldığından yeni bir hat çekilmeden Bozcaada’ya başka rüzgar gülü yapılması zor. Çünkü üretilecek elektriği aktaracak kablo yok.
Tüm Türkiye’de 32 tane rüzgargülü var. Bunların tamamı Ege Bölgesi’nde. Doğrusu Bozcaada’ya gelirken böyle bir süprizle karşılaşacağımı bilmiyordum. Ancak ağaçların arasından pıtır pıtır dönen bu harika şeyleri gördüğümde kendimi şanslı hissetmekten alıkoyamadım.
Elektrik üretiminden veya teknolojiden pek anlamam ancak deniz kenarına kurulan ve fuel oil ile çalışarak soğutma sistemini de deniz suyu ile sağlayan ülkemizdeki gibi santrallerin kurulum ve işletme maliyetlerinin çok daha yüksek olduğu ilk bakışta görülebiliyor. Ama boşverin kör kapitalizmin, “benden sonrası tufan” diyerek ve doğaya verdiği zararları maliyet larak hesaplamayarak oluşturduğu gelir-gider mantığını. Tek bir ağaca zarar vermeden, deniz suyunu, havayı ve hayvanların, bitkilerin yaşam ortamlarını etkilemeden de elektrik üretmek mümkün!
Açıktır ki, doğaya verilen zararlar, havanın kirlenmesi, denizlerin, balıklarınve bitkilerin yaşam alanlarının yok edilmesi bir maliyet olarak hesaplanırsa görülecektir ki; Kıbrıs’ta kullanılan çevre düşmanı santraller, nehirlerin yoluna dikilip onlara ne zaman akıp ne zaman akmayacaklarını dikte etme cüretini kendinde bulan barajlar ve 30-40 yıl içinde bizzat kendileri kullanılmaz bir nükleer atık haline gelen atom santralleri birer doğa, toplum düşmanıdırlar, sürdürülemezdirler.
Temiz enerji; güneş panelleri, rüzgar enerjisi ve uygun yerde ve uygun şekilde kurulacak barajlar yolu ile elde edilebilir. Bunun için de, kar hedefi etrafında değil, doğa ve emek ekseninde örgütlenmiş, çevre ile barışık, özel mülkiyet zincirlerinden kurtulmuş bir toplum ön şarttır.
Bu minik adanın minicik santralinde (BORES) görevli altı işçiden ikisi ile ufak bir görüşme yapma imkanı bulduk. Tamamen doğru, tamamen zarasız ve tertemiz bir iş yapmanın gururu ile konuşuyorlardı. Kıskanmamak elde değildi ne yazık...
Kerim Kılavuz ve Osman Şengül her bir rüzgar gülünün nasıl kurulduğunu şevkle anlattılar. Bir rüzgar gülü dört ana parçadan oluşuyor; iki parça gövde, pervaneler ve pervanelerin takılı olduğu jeneratör. Jeneratörün üstüne takılı ve fırıl fırıl dönen anomometre yardımıyla rüzgar gülü, rüzgarın geldiği yöne doğru dönüyor, daha sonra kanatlar rüzgarın hızına göre en uygun açıya ayarlanıyor ve dönmeye başlıyor. Bir rüzgar gülünün dönebilmesi için gerekli minimum rüzgar hızı 2,5 m/sn. Bu hızda bir rüzgardan saatte yaklaşık 5 kwat elektrik enerjisi elde ediliyor. Bir rüzgar gülünden elde edilebilecek maksimum enerji ise 600 kwat/saat.
Rüzgarın düzensizliği ile elde edilen düzensiz akım, cihazın içinde doğru akıma çevriliyor ve kablolar yardımıyla ana şebekeye aktarılıyor. Başka herhangi bir işlem, jeneratör veya düzenleyiciye ihtiyaç yok.
Üç ayda bir birkaç saat yapılan bakımlarını hesaba katmassak, bu modern çağın yeldeğirmenleri, kurulumundan itibaren 365 günde topu topu 10 gün gerekli rüzgarın yokluğundan dolayı dinleniyorlar. 35 yıl boyunca cidi hiçbir arıza çıkarmıyorlar ve bu sürenin sonunda da kullanılmaya devam edilebiliyorlar.
Türkiye’de jeneratör dışında tüm parçalar (gövde ve pervaneler) üretiliyor ve yurt dışına satılıyor. Ayrıca kurulum, kullanım ve bakım ile ilgi tüm bilgi mühendisler ve işçiler tarafından edinilmiş durumda.
Bu güzelim aletler ile ilgili tek olumsuz denilebilecek haber, devletin ilgisizliği. Devlet, baraj elektriğine ve yurt dışından doğalgaz satın almak üzere yapılan anlaşmalara odaklanmış durumda. Ve var olan tüm rüzgar enerji santralleri özel sektöre ait. Oysa rüzgar ve güneş enerjisi kamusal anlamda kullanıldığı takdirde, her yönü ile topluma getirisi olacak sektörler.
Bu 17 adet rüzgar gülü, Bozcaada’da karşılaştığım çok güzel bir süprizdi benim için.
Cervantes, Sanayi Devrimi’nin başlarında, gelişen teknoloji ve modernizmle (yel değirmenleri) mücadele etmeye çalışan, zamanı, çağı, gelişimi durdurmaya çalışan aristokrasinin zavallı bir temsilcisi ile (Don Kişot) dalga geçiyordu.
Ancak her ne kadar toplumun ilerlemesini, gelişmeyi ve modernizmin durdurulamaz bir biçimde toplumsal hayatımıza nüfuz etiğini görsek de, Don Kişot’un, gelişen burjuvazi’de zerresi bile bulunmayan, vicdan, adalet, inanç, ahlak, onur ve insanlık değerlerini, aristokrasinin iki yüzlü ve abartılı kılıfı altında da olsa, komik de olsa temsil etmesi; bizleri ona hayran bıraktı. Çünkü bunlar, sadece bunlar bile, o koskoca değirmenlere saldırmak için haklı bir nedendi. Ve o, kaybedeceğini bile bile yapıyordu bunu.
Şimdi, toplumsal gelişmenin durdurulamaz dinamiği, bizleri hem burjuvazininkinden daha ileri, modern ve doğa ile barışık bir teknolojiye hem de aristokrasinin tüm ikiyüzlülüğünden arındırılmış gerçek adalet, vicdan, onur ve dayanışma bilincine doğru itelerken; rüzgar güllerine şöyle bir bakıyorum ve yüzyıllardır toplumların kanını içmiş aç gözlü burjuvaziye, Don Kişot kadar bile acımıyorum.

(1) Bozcaada Rüzgar Enerji Santrali. Bozcaada belediyesinin bastırdığı bir haritada ifade edilen şekli ile: “Yaklaşık 30,000 kişinin elektrik ihtiyacını karşılayan BORES, aynı enerjiyi üretecek bir kömür santraline göre türbün başına 82,000 ağaca eşdeğeroksijen tasarrufu sağlamaktadır. Yni diğer bir ifade ile bu 17 türbün burda 1,400,000 ağaçlık bir orman yaratmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder