Kuzey Ege’nin minicik bir adası var. İsmi
Bozaada. Çanakkale’den bakıldığı zaman gerçekten de boz bir rengi var.
Ama adanın batısı hiç de boz değil. Aksine sık çam korulukları ile
kaplı.
Amacım Bozcaada’yı tanıtmak ve sizlere bir gezi yazısı sunmak
değil. Her ne kadar da bu adacık, bağları, balıkçılığı ve 2,500
nüfusuna rağmen internet cafesinden lisesine kadar capcanlı insanları
ile sözünü etmeye değer bir görünüm de sunsa, benim için asıl süpriz;
Ömür, Gonca, Aybike, Banu, Sezen, Elizabeth, Yasemin, Aysun, Tracy,
Meltem, Rita ve sözünü etmediğim diğerleriydi. Bunlar da mı kim?
Bunlar,
Bozcaada’nın tüm elektriğini karşılamakla kalmayıp, hemen yakındaki
Çanakkale’nin %5 elektriğini tek bir canlıya zarar vermeden, bir damla
suyu kirletmeden ve havaya bir fram yabancı gaz bulaştırmadan üreten17
adet rüzgar gülünün isimleri.
1989 yılında Bozcaada’nın elektrik
ihtiyacını karşılamak için 10,000 megawatlık bir kablo döşeniyor ve
Çanakkale’den Bozcaada’ya elektrik aktarımına başlanıyor. Ta ki, 2000
yılında rüzgargülleri devreye girinceye kadar. O tarihten bu yana,
Bozcaada kendi elektrik ihtiyacını karşılmakla kalmıyor, ayni hattı
kullanarak Çanakkale’ye elektrik sağlıyor. 10,000 megawatlık hat
yetersiz kaldığından ve tam kapasite kullanıldığından yeni bir hat
çekilmeden Bozcaada’ya başka rüzgar gülü yapılması zor. Çünkü üretilecek
elektriği aktaracak kablo yok.
Tüm Türkiye’de 32 tane rüzgargülü
var. Bunların tamamı Ege Bölgesi’nde. Doğrusu Bozcaada’ya gelirken böyle
bir süprizle karşılaşacağımı bilmiyordum. Ancak ağaçların arasından
pıtır pıtır dönen bu harika şeyleri gördüğümde kendimi şanslı
hissetmekten alıkoyamadım.
Elektrik üretiminden veya teknolojiden
pek anlamam ancak deniz kenarına kurulan ve fuel oil ile çalışarak
soğutma sistemini de deniz suyu ile sağlayan ülkemizdeki gibi
santrallerin kurulum ve işletme maliyetlerinin çok daha yüksek olduğu
ilk bakışta görülebiliyor. Ama boşverin kör kapitalizmin, “benden
sonrası tufan” diyerek ve doğaya verdiği zararları maliyet larak
hesaplamayarak oluşturduğu gelir-gider mantığını. Tek bir ağaca zarar
vermeden, deniz suyunu, havayı ve hayvanların, bitkilerin yaşam
ortamlarını etkilemeden de elektrik üretmek mümkün!
Açıktır ki,
doğaya verilen zararlar, havanın kirlenmesi, denizlerin, balıklarınve
bitkilerin yaşam alanlarının yok edilmesi bir maliyet olarak
hesaplanırsa görülecektir ki; Kıbrıs’ta kullanılan çevre düşmanı
santraller, nehirlerin yoluna dikilip onlara ne zaman akıp ne zaman
akmayacaklarını dikte etme cüretini kendinde bulan barajlar ve 30-40 yıl
içinde bizzat kendileri kullanılmaz bir nükleer atık haline gelen atom
santralleri birer doğa, toplum düşmanıdırlar, sürdürülemezdirler.
Temiz
enerji; güneş panelleri, rüzgar enerjisi ve uygun yerde ve uygun
şekilde kurulacak barajlar yolu ile elde edilebilir. Bunun için de, kar
hedefi etrafında değil, doğa ve emek ekseninde örgütlenmiş, çevre ile
barışık, özel mülkiyet zincirlerinden kurtulmuş bir toplum ön şarttır.
Bu
minik adanın minicik santralinde (BORES) görevli altı işçiden ikisi
ile ufak bir görüşme yapma imkanı bulduk. Tamamen doğru, tamamen zarasız
ve tertemiz bir iş yapmanın gururu ile konuşuyorlardı. Kıskanmamak elde
değildi ne yazık...
Kerim Kılavuz ve Osman Şengül her bir rüzgar
gülünün nasıl kurulduğunu şevkle anlattılar. Bir rüzgar gülü dört ana
parçadan oluşuyor; iki parça gövde, pervaneler ve pervanelerin takılı
olduğu jeneratör. Jeneratörün üstüne takılı ve fırıl fırıl dönen
anomometre yardımıyla rüzgar gülü, rüzgarın geldiği yöne doğru dönüyor,
daha sonra kanatlar rüzgarın hızına göre en uygun açıya ayarlanıyor ve
dönmeye başlıyor. Bir rüzgar gülünün dönebilmesi için gerekli minimum
rüzgar hızı 2,5 m/sn. Bu hızda bir rüzgardan saatte yaklaşık 5 kwat
elektrik enerjisi elde ediliyor. Bir rüzgar gülünden elde edilebilecek
maksimum enerji ise 600 kwat/saat.
Rüzgarın düzensizliği ile elde
edilen düzensiz akım, cihazın içinde doğru akıma çevriliyor ve kablolar
yardımıyla ana şebekeye aktarılıyor. Başka herhangi bir işlem, jeneratör
veya düzenleyiciye ihtiyaç yok.
Üç ayda bir birkaç saat yapılan
bakımlarını hesaba katmassak, bu modern çağın yeldeğirmenleri,
kurulumundan itibaren 365 günde topu topu 10 gün gerekli rüzgarın
yokluğundan dolayı dinleniyorlar. 35 yıl boyunca cidi hiçbir arıza
çıkarmıyorlar ve bu sürenin sonunda da kullanılmaya devam
edilebiliyorlar.
Türkiye’de jeneratör dışında tüm parçalar (gövde
ve pervaneler) üretiliyor ve yurt dışına satılıyor. Ayrıca kurulum,
kullanım ve bakım ile ilgi tüm bilgi mühendisler ve işçiler tarafından
edinilmiş durumda.
Bu güzelim aletler ile ilgili tek olumsuz
denilebilecek haber, devletin ilgisizliği. Devlet, baraj elektriğine ve
yurt dışından doğalgaz satın almak üzere yapılan anlaşmalara odaklanmış
durumda. Ve var olan tüm rüzgar enerji santralleri özel sektöre ait.
Oysa rüzgar ve güneş enerjisi kamusal anlamda kullanıldığı takdirde, her
yönü ile topluma getirisi olacak sektörler.
Bu 17 adet rüzgar gülü, Bozcaada’da karşılaştığım çok güzel bir süprizdi benim için.
Cervantes,
Sanayi Devrimi’nin başlarında, gelişen teknoloji ve modernizmle (yel
değirmenleri) mücadele etmeye çalışan, zamanı, çağı, gelişimi durdurmaya
çalışan aristokrasinin zavallı bir temsilcisi ile (Don Kişot) dalga
geçiyordu.
Ancak her ne kadar toplumun ilerlemesini, gelişmeyi ve
modernizmin durdurulamaz bir biçimde toplumsal hayatımıza nüfuz etiğini
görsek de, Don Kişot’un, gelişen burjuvazi’de zerresi bile bulunmayan,
vicdan, adalet, inanç, ahlak, onur ve insanlık değerlerini,
aristokrasinin iki yüzlü ve abartılı kılıfı altında da olsa, komik de
olsa temsil etmesi; bizleri ona hayran bıraktı. Çünkü bunlar, sadece
bunlar bile, o koskoca değirmenlere saldırmak için haklı bir nedendi. Ve
o, kaybedeceğini bile bile yapıyordu bunu.
Şimdi, toplumsal
gelişmenin durdurulamaz dinamiği, bizleri hem burjuvazininkinden daha
ileri, modern ve doğa ile barışık bir teknolojiye hem de aristokrasinin
tüm ikiyüzlülüğünden arındırılmış gerçek adalet, vicdan, onur ve
dayanışma bilincine doğru itelerken; rüzgar güllerine şöyle bir
bakıyorum ve yüzyıllardır toplumların kanını içmiş aç gözlü burjuvaziye,
Don Kişot kadar bile acımıyorum.
(1) Bozcaada Rüzgar
Enerji Santrali. Bozcaada belediyesinin bastırdığı bir haritada ifade
edilen şekli ile: “Yaklaşık 30,000 kişinin elektrik ihtiyacını
karşılayan BORES, aynı enerjiyi üretecek bir kömür santraline göre
türbün başına 82,000 ağaca eşdeğeroksijen tasarrufu sağlamaktadır. Yni
diğer bir ifade ile bu 17 türbün burda 1,400,000 ağaçlık bir orman
yaratmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder