Kıbrıslı Türk halkının egemenlerin
politikaları sonucunda maruz kaldığı asimilasyon ve Türkleştirme sürecinin en
yoğun yaşandığı alanlardan birisi de nüfus konusudur. Kıbrıslı Türklerin sadece
kültürel olarak değil fiziksel olarak da yok edilmesi sonucunu doğuran bu
politika birbiri ile bağlantılı iki ayaktan oluşmaktadır. Bunlardan bir tanesi
kaçırma (göç), diğeri ise eritme yöntemidir.
Kıbrıslı Türklerin 1974’ten sonra
adanın kuzey coğrafyasına taşınmaları ile birlikte eritme politikaları hız
kazanmıştır. Bu çerçevede adanın kuzey coğrafyasından sistematik olarak nüfus
taşınmasına ve yeni gelen nüfusa o zaman yeni kurulmuş olan Kıbrıs Türk Federe
Devleti kimliği verilmesine başlandı. O zamanlar bu süreç “Rumlara” göre az olan
nüfusun çoğaltılarak demokrafik dezavantajın minimize edilmesi gerekçesi ile
izah ediliyordu. Sürecin başlarında bu politikalara çok ciddi tepkilerin
geldiğini söyleyemeyiz. Anadolu’dan taşınan nüfus ile Kıbrıs’ta bulunan
insanlar arasında kültürel bazı gerilimler yaşanmışsa da özellikle 1980’li
yıllara kadar ne sosyolojik ne de siyasal anlamda ciddi gerilimler
oluşmamıştır. Ancak sistematik nüfus taşıma politikasının durmaksızın devam
etmesi ile birlikte özellikle 1980’li yılların ikinci yarısından itibaren (ilk
dalga TC göçmenlerinin de dahil olduğu) bir tepki hızla büyümeye başlamış ve
yani nüfus taşınmasına neredeyse herkes itiraz eder olmuştur.
Nüfus taşıma politikası sonucunda çok
yoğun evlilikler yaşanmış, yeni doğan çocuklar kendilerini Kıbrıs adasına ait
gören bireyler olarak (hatta kismi olarak dil yapısında değişime bile
uğrayarak) büyümüşlerdir. Bugün Kıbrıs’taki nüfus meselesi çok katmanlı bir
içerik arzetmektedir. 1970’lerin 1. göç dalgası, 1980’lerin 2. göç dalgası ve
1990’larını 3. göç dalgası sonucu göçmenler arasında dahi ciddi kültürel ve
politik farklılıklar oluşmuştur. Diğer yandan her dalganın adada doğan
çocukları ve karma evliliklerden doğan çocuklarla birlikte düşünüldüğünde 2.
kuşak ve 3. kuşak göçmen profilleri ortaya çıkmakta, bu insanlar bazıları
geleceklerini Kıbrıs’ta görmeleri oranında, Türk milliyetçiliğini savunan “has
Kıbrıslılar”dan bile farklılaşarak nüfus taşınmasına tepki göstermeye
başlamaktadırlar.
Ayrıca göçmen nüfusun tamamı “has”
Türklerden oluşmadığı gibi özellikle ilk dalga göçmenler arasında köyü
boşaltılmış Kürt aileler ve Alevi kökenli inanlar azımsanamayacak bir yer
tutmaktadırlar. Özellikle Kürtlerin ve Alevilerin Kıbrıs’taki yaşama çok kolay
adapte olduklarını ve birçok kültürel değerin savunulmasında ciddi katkılar
koyarak (kendilerine yer açıldığı oranda) mücadeleye dahil oldukları da
söylenmelidir. Kıbrıs’ta asimilasyona karşı mücadelede yeni nüfus taşınmasına
tepki gösterilmesi en önemli başlıklardan bir tanesidir. Ve talep göçmen
kitleler ile onların Kıbrıs’ta doğmuş çocuklarından onay alabilme potansiyeli
taşıyan bir taleptir. Göçmen kitleler ile bağların kopma noktasına gelmesine
neden olabilecek talep “1974’ten sonra gelmiş olanların hepsi gitsin” yaklaşımı
ile özetlenebilecek kültürel milliyetçi tavırdır. Elbette Kıbrıslı Türklerin
1974 öncesi nüfusuna göre bugün fiili olarak yaratılmış olan dört kata yaklaşan
nüfus yapısı ne ekonomik, ne coğrafi, ne kültürel ne de politik olarak
sürdürülebilir değildir. Ve elbette bu soruna kalıcı bir çözüm bulunmalıdır.
Ancak insani meselelerin yok sayılarak böyle bir çözüme varılabilmesi olasılığı
yoktur.
Özellikle 1980’li yıllarda göçmenlerin
de Kıbrıslılaşmaya başlaması ve kendilerini adada kalıcı görmeleri ile birlikte
ortaya çıkan etkileşimden rahatsız olan egemen kesimler, yeni bir politik
açılım içerisine girmişlerdir. Bu açılım işçi taşıma politikasıdır. Uzun yıllar
“kaçak işçi sorunu” olarak dile getirilen yeni olguda, önceden olduğu gibi
vatandaşlık verilerek değil “sözde” kaçak olarak adaya gelen ve çeşitli işlerde
çalışan azımsanamayacak bir insan kitlesi yaratılmıştır. Adada kaçak ikametin
kolaylaştırılması için sınır kapılarında yeni düzenlemeler yapılmış ve
özellikle 1980’lerde Türkiye’de pasaport almanın zor olmasından hareketle
Kıbrıs’a kimlikle girişim yolu açılmıştır.
1. dalga göçmenler ve onların çocukları “Kaçak işçi sorununa” en az
Kıbrıslı Türkler kadar tepki göstermiş, özellikle bu tip nüfus taşıma
faaliyetlerine karşı ciddi direnişler yaşanmıştır. Ancak kaçak adı altında
adada bulunan kişiler de peyder pey vatandaş yapılarak, açık ve aleni nüfus
taşıma işlemi gizlenirken yeni “kaçakların” adaya girişi için fırsat
yaratılmıştır. Burada ilginç olan kendisi önceleri “kaçak” olan şahısların da
vatandaş olmaları ile birlikte yeni kaçakaların gelişine tepki göstermeye
başlamalarıdır. “Kaçak işçi” sorunu üzerinden yaşanan gerilimler nedeniyle
egemenler bir açılım daha getirerek, “kaçakların kayıt altına alınması” söylemi
altında ithal işçi nüfusunun aileleri ile birlikte adada bulunmasını sağlayan
yasal düzenlemeler getirmişlerdir. Son CTP hükümeti döneminde yaklaşık 40,000
kişi kayıt altına alınırken bunların kendilerini güvende hissetmeleri ile
birlikte ailelerini de adaya getirmesi sonucu tahmini 150,000 yeni nüfusun
adaya taşınması sağlanmıştır. Burada yanlış anlama olmamalıdır çalışan
kişilerin kayıt altına alınmasına karşı veya ailelerinden yalıtılarak köle gibi
çalıştırılmalarına taraftar değiliz. Burada vurgulanmaya çalışılan nüfus taşıma
politikalarının sistematik ve bilinçli karakteridir.
CTP’nin kayıt altına alma siyaseti ile
birlikte yürürlüğe koyduğu yeni bir yasanın meyveleri de şimdilerde toplanmaya
başlamıştır. Adada belli bir süre kayıtlı olarak ikamet eden herkese BEYAZ
KİMLİK adı altında oy verme işlemi dışında her türlü vatandaşlık hakkını
sağlayan kimlikler dağıtılmaya başlanmıştır. Bu kimlikler dolayısıyla vatandaş
olmayan kişilerin adada yatırım yapması,iş kurması, ev alması (kısaca
yerleşmesi) ile birlikte, siyasal kararlardan etkilenmeleri oranında oy
kullanma hakkını da talep edecekleri kolayca tahmin edilirdir ve önümüzdeki on
yıllık dönemin egemenler tarafından planlanan “açılımı” da budur.
Adaya sistematik olarak nüfus taşıyarak
hem 1974 öncesi adada bulunan Kıbrıslı Türklerin asimilasyonu hem de 1974
sonrası göç ederek Kıbrıslılaşan insanların baskı altında tutulması veya
Kıbrıslılaşma derecelerinin minimize edilmesi siyaseti hızla ilerlemektedir.
Yazının çeşitli yerlerinde vurgulamaya çalıştığımız gibi nüfus politikasına
direnmek için içerde ilişki ağları yaratma potansiyeli vardır. Göçmen
kitlelerin ve onların çocuklarının böylesi bir direnişe katılmak için somut
çıkarları da vardır. Yapılması gereken; bu direnişi kültürel milliyetçi ve
şöven öğelerle değil, devrimci bir içerik ve sınıfsal bir bilinçle donatmaktır.
İlk etapta, kimlikle girişin
durdurulması (artık sembolik de kalsa), kayıt dışı olarak adada bulunan
herkesin geri gönderilmesi, beyaz kimlik uygulamasının sonlandırılması, ada
içinde tam istihdam sağlanana kadar (mecvut çalışma izinlerinin yenilenmesi
dışında) kesinlikle yeni çalışma izni verilmemesi gibi talepler etrafında
göçmenler dahil tüm Kıbrıslı Türkleri birleştirmek mümkündür. Bunu yapmak ise
devrimcilerin işidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder