Gazetenizin 10
Temmuz 2009 tarihli 950. sayısında 8. sayfada yayınlanan “Seçimlerde
Devrimci Tavır ve Boykot” başlıklı yazıya, tarafınızdan düşülen “not” ve ilgili
yazının Baraka’nın 19 Nisan seçimlerindeki tavrına bir “cevap” niteliği
taşıdığına dair iddialarınız nedeniyle ürettiğimiz bu yanıtı saygı ile
karşılayacağınızı ümit ediyoruz. Konu her ne kadar çok geniş kapsamlı bir konu
da olsa cevabımızı olabildiğince kısa tutmaya çalışacağız.
Bu mektubumuzda
Baraka’nın görüşlerinin ve pratik tavrının tarafınızdan kabaca da olsa
bilindiği varsayımı ile hareket ediyoruz. Eğer bilinmiyorsa http://www.baraka.cc
adresinden gerekli bilgiler edinilebilir. Ayrıca bu mektubumuzun ana konusu
olan “19 Nisan Seçimleri” konusundaki tavrımız da 3 aylık neşriyatımız
Argasdi’nin 14. sayısında ayrıntılı olarak işlenmiştir. Bu konu ile ilgili
yazıların tamamına da http://argasdi.baraka.cc
adresinden ulaşabilirsiniz.
Ekim 1979 tarihli
Devrimci Yol dergisinin 31. sayısındaki “Seçimlerde Devrimci Tavır ve
Boykot” yazısının, sizin tarafınızdan iddia edildiği gibi Baraka’ya bir
cevap niteliğinde olup olmadığı konusuna geçmeden önce; yine sizin tarafınızdan
iddia edilen diğer hususları kısaca da olsa yanıtlamamız gerekmektedir. Alıntı
yazının girişinde, “seçimler ve boykot üzerine geçtiğimiz dönemde çeşitli
tartışmalar yaşandığını” iddia etmektesiniz. Bu iddianızın bizim ile
ilgili olmadığını düşünüyoruz. Bizim Baraka olarak YKP veya Yeniçağ ile böylesi
bir tartışmamız olamamıştır. YKP’nin seçimlerde nasıl bir tavır alınması
gerektiği konusunda herkese açık toplantısına örgütsel olarak katıldığımız ve
fikirlerimizi beyan ettiğimiz doğrudur. Ancak burada herhangi bir tartışma
olmamış bizce sadece fikir alışverişinde bulunulmuştur. Diğer yandan YKP’nin
bizce yanlış bir karar alarak seçimleri boykot kampanyası düzenlemesi üzerine,
3 aylık Baraka neşriyatı Argasdi’de bu boykot kararının neden yanlış olduğuna
dair görüşlerimizi (tüm diğer partilerle ilgili görüşlerimiz yanında)
yayınladık. Bu girişimimiz bir tartışma başlatma girişimi idi. Ancak ne yazık
ki tartışamadık. Çünkü ortaya koyduğumuz görüşlere yönelik YKP veya Yeniçağ’dan
herhangi bir yanıt verilmemiştir. Genel Sekreteriniz Murat Kanatlı’nın
kendisine sunduğumuz kısıtlı imkanlarımızı sonuna kadar kullanarak “cevap”
niteliğinde ürettiği argümanların ise YKP’yi veya Yeniçağ’ı bağlamadığı bizlere
her fırsatta hatırlatılmıştır. Demek ki bizler, eğer tartışmışsak, YKP veya
Yeniçağ ile değil Murat Kanatlı ile tartıştık. Ancak giriş notunuzun devamında
Murat Kanatlı ile bizim kendi e-mail grubumuzda (yani kamuya açık olmayan ve
parti üyelerinizin dahi bilgisi olmayan özel bir alanda) yürüyen
“tartışmanın”, herkesin bilgisindeymiş gibi ve YKP/Yeniçağ ile Baraka
arasındaki bir tartışmaymış gibi sunulduğunu görüyoruz. Burada şunu belirtmek
isteriz ki kişilerin, kendi fikir ve eylemlerini örgütlerine benimsetme
çabalarını saygı ve takdirle karşılarız. Ancak bu kişiler Genel Sekreter dahi
olsalar kendi fikir ve eylemlerini örgütlerine dayatmaya, örgütün dahil
edilmediği bir tartışmayı örgüt yapmış gibi bir oldu bitti ile sunmaya
çalıştıklarında bunu yadırgarız. Hele de bunu yapan örgüt “özgürlükçü
sosyalizm” gibi bir tavrı benimsediğini iddia eden bir örgüt ise... Yok eğer
Murat Kanatlı’nın bizim kendi e-mail grubumuzda yürüttüğü “tartışma” sizin
örgütsel tavrınız idi ise, bize bunun baştan söylenmediği gerçeği bir yana tam
aksine “bu Murat Kanatlı’nın kişisel fikridir” denmiş olmasından hareketle etik
olmayan tavrınızı kınıyor ve her türlü ilişkinin temeli olan dürüstlük ilkesini
ihlal ettiğinizi size hatırlatıyoruz.
Baraka’nın
kendisini Devrimci Yol’un devamcısı olarak sunduğu iddianız tamamen
temelsizdir. Bizim ülkemizde herhangi bir örgütsel varlığı olmayan bir
hareketin devamcısı olduğumuzu iddia etmemiz zaten mümkün değildir. Diğer
yandan Devrimci Yol gibi kendi ülkesinde THKP-C’nin örgütsel yenilgisinden
sonra oluşan ve farklı koşulların farklı görevlerini idrak ederek geçmişe değil
güncele odaklanmayı bilen bir örgütlenmenin, örgütsel devamcısı olmak iddiası
bile komiktir. Bunu ancak Devrimci Yol’un ülke koşullarına uygun örgütlenme
felsefesini ve tarihsel mücadelelerin güncel mücadelelere nasıl taşınacağına
dair Marksist yaklaşımını anlamayanlar iddia edebilir. Bizim böyle bir iddiamız
yoktur ve sizin bize dair kavrayışınız tarihe kendi bakış açınızı göstermesi
dışında hiçbir şey ifade etmez. Diğer yandan Baraka; Marksizm-Leninizm’in, Küba
halkının açtığı yoldan ilerleyen yeni-sömürge devrimcileri kuşağının, Che
Guevara’nın, Vietnam Devrimi’nin, Mahir Çayan’ın fikirlerinin, THKP-C’nin,
Devrimci Yol’un ve Halk-Der’in, kısacası ezilen kitlelerin ve halkların
dünyanın tüm coğrafyalarında ürettiği tüm mücadelelerin ve fikirsel birikimin
sahiplenicisi ve fikirsel devamcısıdır. Bizim “tek” devamcı olmak gibi bir
iddiamız/arzumuz yoktur. Bu fikriyatın başka kişi ve örgütlerce de
sahiplenilmesinden rahatsız olmamız ise düşünülemez.
İddialarınızın
aksine Baraka, YKP’nin yaptığı boykot kampanyasına saldırmamıştır. Bizim
eleştirilerimizi saldırı olarak tanımlayan Genel Sekreterinize “saldırı” ve
“eleştiri” arasındaki farklar izah edilmişti. Ancak şimdi siz bizim
kampanyanıza “saldırdığımız” net olarak bilinen bir yadsınamaz olguymuş da biz
bunu farklı izah ediyormuşuz gibi, yani ortada YKP/Yeniçağ’ın zatan önceden
beri söyleyegeldiği bir şey varmış gibi bir üslupla yazmaktasınız. Bu da Murat
Kanatlı tarafından yürütülen “kişisel” tartışmanın aslında Murat Kanatlı ile
değil YKP/Yeniçağ ile yürütüldüğü anlamına gelmektedir. O halde
yönelttiğimiz eleştirilerin neden saldırı olarak algılanmaması gerektiğine dair
önceden Murat Kanatlı’ya yaptığımız açıklamaları sizlere yinelemeye gerek yoktur.
Meğer biz baştan beridir zaten sizinle konuşuyormuşuz da bir tek bizim
haberimiz yokmuş! Ancak bu noktada şunu belirtmeliyiz ki bizler YKP’nin boykot
konusu ile ilgili yanlış yaptığını düşünmekteyiz. Bu düşüncemiz YKP’nin yanlış
yapmasına sevinmek olarak değil, bizce olumlu özellikleri ağır basan bir
örgütün yanlış yapmasına üzülmek ve bu yanlışı eleştirmek olarak
algılanmalıdır. Çünkü bizler YKP’yi yıkıcı veya yok edici niyetlerle değil,
bizce ortada olan yanlışın görülerek gelişmesine katkı koymak niyeti ile
hareket ettik. Tabii yanlış yapmanız durumunda bunun dünyanın sonu olduğuna
dair bir düşünceniz varsa konu değişecektir. Biz, devrimci örgütlerin de
yanlışlar yapabileceğini düşünüyoruz. Elbette bizlerin boykot kararını yanlış
bulmamızın da (olasılık olarak) yanlış olabileceğini kabul ediyoruz. Ancak bu
gibi durumlarda tartışmaları ve eleştirileri “saldırı” olarak tanımlamakta
ısrar etmenin, savunmacı ve kapalı bir tavır olduğu, yani hiç bir iletişime
kapıyı açık bırakmamakta ısrar eden bir tavır olduğu, yani sekter bir tavır
olduğu da bizim için nettir. Baraka, YKP’yi dost olarak görmektedir. Bizler
dostlarımızı eleştiririz, onlara saldırmayız. Ancak dostlarımızın yanlışlarını
söylemeyi de dost olmanın gereği sayarız. Tüm dostlarımızdan da aynı tavrı
bekleriz. Baraka olarak YKP’yi dost gördüğümüzü bugüne kadar pratiğimizle de
bugün sözümüzle de tekrarladığımız ve size saldırmadığımızı belirttiğimiz
halde, eleştirilerimize “saldırı” denilmekte ısrar edilmesi durumunda; asıl
amacınızın tartışmamak olduğu, niyetinizin dostluk sınırlarının dışına çıktığı
sonucuna varmaktan başka çaremiz yoktur. Genel Sekreterinizin eleştiriye
değil ama saldırıya cevap tanımlamasına uygun bir üslup ve içerikle
yürüttüğü tartışmada kendisine aynı üslupla yanıt verildiği doğrudur. Eğer YKP
ve Yeniçağ da bizlerin eleştrilerine saldırıymış gibi cevap verecek olursa, o
zaman aramızda herhangi bir dostluk ilişkisinin kalmadığının tescillenmiş
olacağını (ve bunu yapanın siz olacağınızı) net bir şekilde bilginize getirmek
isteriz. YKP’nin yeteri kadar düşmanı yokmuş gibi sizinle dost olmak/kalmak
isteyen bir örgütü bu şekilde düşman pozisyonuna sokmanın, YKP’ye veya
toplumsal muhalefete ne gibi bir faydası olacağını ise anlayabilmiş değiliz.
Ekim 1979 tarihli
Devrimci Yol dergisinin 31. sayısındaki “Seçimlerde Devrimci Tavır ve
Boykot” yazısının, Baraka’ya bir cevap niteliğinde olduğuna dair iddianızı
iki temel argümana dayandırmaktasınız. Bunlaran birincisi bizim “boykotun sağa
yarayacağını dile getirdiğimiz” iddiasıdır. Baraka böyle bir iddiada
bulunmamıştır. Bizim böyle bir iddiada bulunduğumuza dair iddianızı reddediyor
ve bir kalem sürçmesi olarak kabul ediyoruz. Eğer bu iddiayı öne sürerek (ki
sürmedik) sizlerin aslında sağın gizli işbirlikçileri olduğunuzu söylediğimizi
(ki DY’ye karşı diğer grupların yaklaşımı bu yöndeydi) ima ediyorsanız da,
böylesi birşeyi söyleyebileceğimizi düşünmenizi kınıyoruz.
İkinci argümanınız
“ülkede devrim koşulları olmadığı söylemi ile Lenin’den alıntı yaptığımız ve
boykota karşı tavır geliştirdiğimiz”dir. 1979 Türkiye’si koşularında Devrimci
Yol’un boykotuna aynı gerekçelerle eleştiri yöneltenlerin yanıtlandığı
“Seçimlerde Devrimci Tavır ve Boykot” başlıklı yazı, Baraka’ya da bir yanıt
niteliği taşımakta mıdır? Bizce hayır!
Bu “hayır”ımızın
iki temel gerekçesi vardır. “Hayır”ımızın birinci temel gerekçesi tamamen
biçimseldir. Lenin’den alıntılar yaparak boykota karşı tavır geliştirdiğimiz
iddia edilen yazı Argasdi’nin 14. sayısında yayınlanan “Marksizm ve
Parlamento” başlıklı yazıdır. Bu yazı okunduğunda giriş bölümünde yazının
amacı tanımlanırken “burjuva parlamentosunun ne olduğu, hangi amaçlar için
var olduğu, sınıflar mücadelesindeki öneminin nasıl anlaşılması gerektiği”
konularının, sosyalist hareket içinde 1900’lü yılların başında ortaya çıkan
(birisi parlamentoyu kutsayan birisi ise tamamen reddeden) iki yanlış görüşe
Lenin tarafından yöneltilen eleştiriler bağlamında aktarılması olduğu gayet net
görülebilecektir. Yani yazı YKP’nin boykotunun Lenin’in görüşleri ile uyuşup
uyuşmadığını inceleyen bir yazı değildir aksine parlementoya devrimci bakışın
nasıl olması gerektiğini inceleyen bir yazıdır ve parlamentarist yapıların
eleştirisini de içinde barındırmaktadır. Ancak ne yazık ki YKP/Yeniçağ
tarafından tamamen kendisine yönelik bir “saldırı” olarak alınan yazı içinde
sadece son bölümde YKP’den bahsedilmekte ve “nesnel koşulların bilimsel bir
tahlilinden yoksun bir boykot politikası yürütüldüğü” söylenmektedir. Buradan
yola çıkılarak bütün yazının YKP’ye ithaf edildiği sonucuna varılabilmesi mümkün
değildir. Yazı kendi amacını zaten kendisi açıklamıştır ve bunun ne olduğunu da
yukarda tekrar anlattık. Bu yazıda vurgulanan; Lenin’in 1900’lü yılların
başında Emperyalizmin 1. Bunalım Dönemi koşullarında dağılmak üzere bir
imparatorluk olan kendi ülkesinde, parlamento sorununa dair bir çözümleme
yaparken nasıl bir bilimsel yöntem izlediğidir. Yazımızda yapılmaya çalışılan
“bu meseleler zaten Lenin tarafından çözümlenmiştir, bize de tekrar etmek
düşer” demek değildi. Tam aksine, Lenin’in izlediği bilimsel değerlendirme ve
tahlil süreçlerini bizlerin de kendi ülkemize uygulamamız ve kendi ülkemize
özgü devrim stratejisini oluşturmamız gerektiği yazının ve tüm 14. sayının
temel mesajıdır. Yani biz size “Leninist davranmıyorsunuz” derken, “Lenin’in
söylediklerini alıp bu ülkede aynen yapmıyorsunuz” demedik. Aksine ve bizce
daha ağır olmak üzere “Lenin’in yöntemini
uygulamıyorsunuz” dedik. Ki bu durumda da Lenin’in yöntemini kendi
ülkesinin o dönemki koşullarına uygulamış olan Devrimci Yol’a Lenin’i birebir
taklit etmediği üzerinden eleştiri yönelten revizyonistlerin, oportunistlerin
pozisyonuna düşmemekteyiz ve devamla DY’nin onlara cevabı bize verilmiş
sayılamaz. Bunun böyle sayılabilmesi için söylemediğimizi söylediğimiz
varsayılması gerekir. Üstelik Marx’ın kendi döneminin parlamento sorununa dair
pratik duruşu ile Lenin’in duruşunun çeliştiği de Lenin’e yönelik bir suçlama
olarak zamanında yapılmıştı. Tıpkı Devrimci Yol’un kendi döneminin parlamento sorununa dair pratik
duruşu ile Lenin’in duruşunun çeliştiğinin de Devrimci Yol’a yönelik bir
suçlama olarak yapılmış olduğu gibi. Ve tıpkı günümüzde Baraka’nın parlamento
sorununa dair pratik duruşu ile Devrimci Yol’un duruşunun çeliştiğinin de
Baraka’ya yönelik bir suçlama olarak tarafınızdan yapılmakta olduğu gibi... Tüm
bunlar biçimsel olarak doğruymuş gibi görünen ama Marxsizmi bir lafız değil öz
olarak anlayanlar için gün gibi açık olan yanlış suçlamalardır. Bunun izahatı
da bizi ikinci temel gerekçemize getirmektedir.
“Hayır”ımızın
ikinci temel gerekçesi ise devrimci strateji – devrimci taktik sorunun
anlaşılmasını gerektiren bir muhtevadadır. Bu konu ile ilgili ayrıntılı bilgi
Argasdi Kitaplığı’ndan basılan “Kıbrıslı Türk Devrimci Hareketi (Halk-Der)”
isimli kitaptan edinilebilir. Biz kısaca ve konumuza ışık tutması bakımından
anlatırsak; Marx’ın yaşadığı dönemde henüz kapitalist serbest rekabet döneminde
bulunan sermaye düzeni koşullarında Marx bazı ülkelerde (ABD’yi örnek vererek)
komünistlerin seçimler yolu ile de iktidara gelebileceğini ancak bunun Almanya
için geçerli olmadığını söylemiştir. Gene de yasal partiler yolu ile
örgütlenmek ve seçimlere girmek (temel iktidar stratejisi olmamakla birlikte)
işçi sınıfı ve sendikalar içinde uzun bir evrimsel çalışma aracılığı ile
ekonomik bir bunalım veya savaş aracılığı ile ortaya çıkacak devrimci duruma
kadar yürütülmesi gereken bir hazırlık yöntemi olarak kabul ediliyordu.
Lenin’in yaşadığı dönemdeki Rusya ise; Emperyalizmin 1. Bunalım Dönemi
koşullarında dağılmak üzere olan bir çokuluslu imparatorluktur. 1 Bunalım
Dönemi’nin sistem açısından temel sıkıntısı eski tip çokuluslu devletlerin
krizidir ve sistem buna yanıt olarak çokuluslu devletlerin parçalanarak
yarı-sömürgeleştirilmesini önüne koymuştur. Bolşevik Partisi ise dönemin
koşularının bilimsel bir tahlilinden hareketle Demokratik Devrim programını
geliştirmiştir. Yani dönemin devrim stratejisi “genel ayaklanma yoluyla
demokratik devrim”dir. Bu “ayaklanma” stratejisi (her ne kadar benzemese
de) Blanqui’nin komplo teorilerine benzetilerek Lenin’e yönelik bir suçlama
haline getirilmeye çalışılmıştır. Üstelik Lenin’in Marx ile çeliştiğine dair
bir argüman olarak sunulmuştur. Oysa Lenin Marx ile biçimde çelişmekte ama özde
ise hiçbir çelişki yaşamamaktaydı. Çünkü mesele tamamen devrim stratejisi
meselesiydi. Diğer yandan Devrimci Yol’un faaliyet gösterdiği dönemdeki
Türkiye; Emperyalizmin III. Bunalım Dönemi koşullarında
yeni-sömürgeleştirilmeye çalışılan bir yarı-sömürgedir. III. Bunalım Dönemi’nde
sistem açısından temel sıkıntı klasik sömürgecilik sisteminin krizidir ve
sistem buna yanıt olarak klasik sömürgecilikten yeni-sömürgeciliğe geçişi önüne
koymuştur. Bu dönemde dünya devrimci hareketi (ve bunun bir parçası olan
Devrimci Yol) da ulusal kurtuluş mücadelelerini yükseltmektedir. Devrimci
Yol’un bu koşullarda Türkiye için ortaya koyduğu devrim stratejisi “PASS -
Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi”dir. PASS, “uzatılmış halk savaşı”
olarak da bilinen bir devrimci süreci önüne koymaktadır. Bu strateji ile
Lenin’in “genel ayaklanma” stratejisinin farklı olduğu da gün gibi ortadadır.
Ancak devrimci strateji kitaplarda yazılı olanların tekrarlanması değil,
ülkenin güncel koşullarının bilimsel tahlili ile belirlenen bir olgudur. Bir
taktik ve strateji arasında da kopmaz bağlar vardır. Yani belli bir taktik belli
bir stratejiden türeyeceği/türemesi gerektiği için Marx’ın taktikleri ile
Lenin’in; Lenin’in taktikleri ile Devrimci Yol’un ve günümüz koşullarında
bizlerin taktikleri ile Devrimci Yol’un taktiğinin uyması değil, aksine (eğer
devrim stratejimiz farklı ise) uymaması gerekmektedir. Çünkü Marxsizm biçimde
değil özde gizlidir.
Bize cevap olduğu
ileri sürülen “Seçimlerde Devrimci Tavır ve Boykot” yazısına bakalım ve yukarda
söylediklerimizi daha da netleştirmeye çalışalım: “Biz, bizim gibi
sömürge, yarı sömürge bir ülkede, devrimin uzun süreli bir silahlı mücadele
yolundan geçerek gerçekleşebileceği bir ülkede barışçıl mücadele
yöntemlerinin (ve bunun bir biçimi olan parlamenter mücadelenin) temel
alınamayacağını ama bu yöntemlerin de reddedilemeyeceğini söylüyoruz.”
Devrimci Yol’un bu tutumu Marxsizmin-Lenininizmin temel ilkelerine tamamen
uygundur ve bizim de “Marxizm ve Parlamento” yazımızda altını çizdiğimiz ana
yaklaşımdır. Gerçi Genel Sekreteriniz tarafından teşvik edilen bazı kişiler
bunu bir çelişki olarak nitelemişlerdir ama
bizce ortada bir çelişki değil aksine sağlam bir bütünlük vardır. Ama bu
cümlede net bir olgu vardır ki Devrimci Yol, Türkiye devriminin stratejisini
“ayaklanma” üzerine değil “uzatılmış halk savaşı”na dayandırmaktadır. İşte
Devrimci Yol ile onun boykot taktiğini eleştirenlerin taktikler üzerinde
anlaşamamasının temel nedeni de burada yatmaktadır. Parlamenter yollardan
iktidar olunabileceğini düşünen bazı revizyonist, parlamentarist gruplar
dışında neredeyse diğer tüm gruplar “ayaklanma” stratejisini benimsemektedir.
Devrimci Yol’un varlığı süresince ortaya koyduğu bir diğer gerçek ise
Türkiye’nin koşullarına uymayan “ayaklanma” stratejisini savunanların pratikte
parlamentarizmden başka birşey önermedikleridir.
Devam edersek aynı
yazıda “Devrimci mücadelenin genel gelişimine bağlı olarak belirli
koşullar altında seçimlere katılmak, bağımsız adaylar çıkarmak veya bir partiyi
(veya partiler blokunu) desteklemek mümkün olabilir. Hangi koşullarda hangi
tutumun doğru olabileceği ise bütünüyle devrimci mücadelenin genel gelişimi
içinde belirlenen somut siyasal görevlere bağlıdır.” Devrim
stratejisinin “ayaklanma” olması gereken ülkelerde “ayaklanma” koşulları ikili
iktidar koşulları ile ilişkilidir. Böylesi anlarda seçimleri temel alan taktikler
geliştirmek yanlıştır. Ortada ikili iktidar veya ayaklanma durumu olmadığı
zaman ise seçimleri boykot etmek yanlıştır. Lenin’in söylediği buydu. Devrimci
Yol’un söylediği bununla çelişmemekte aksine tam da bunu ifade etmektedir.
Çünkü Devrimci Yol da tıpkı Lenin gibi parlamento konusundaki tavrını devrimci
mücadelenin genel gelişimi ile ilişkilendirmektedir. Daha açık söylersek;
devrim stratejisi “uzatılmış halk savaşı” olması gereken ülkelerde “iç savaş”
koşulları ikili iktidar koşulları ile ilişkilidir. Ve böylesi anlarda (1979
Türkiye’sinde) seçimleri temel alan taktikler geliştirmek yanlıştır. Ortada
ikili iktidar veya iç savaş koşulları olmadığı zaman ise seçimleri boykot etmek
yanlıştır. Devrimci Yol’un söylediği tamı tamına Lenin’in söylediğinin öz
olarak aynisidir. Devrimci Yol’un “İç Savaş” tespitini reddederek “Leninist”
ayaklanma teorilerini Türkiye’ye uydurmaya çalışan revizyonist ve
parlamentarsitlerin anlayamadığı şey de işte buydu. Dikkatinizi çekeriz
Devrimci Yol, devrimci mücadelenin geliştirilmesi için boykot yapmaktan
bahsetmiyor. Aksine alınacak olan tavrı devrimci mücadelenin genel gelişimi
içinde belirlenen somut görevlere bağlı kılıyor. Bu durumda Devrimci
Yol’un gazetenizde yayınlanan yazısı zaten bunları söyleyen Baraka’ya değil,
boykot yaparak mücadeleyi geliştireceğini idda eden YKP’ye yanıt olmaktadır.
YKP devrimci mücadelenin genel gelişimine bağlı olarak içine girdiğimiz yeni
bir koşulun ve ikili iktidarın tespitinde mi bulunarak boykota karar vermiştir?
Bizim bildiğimiz öne sürdüğünüz gerekçeler “nüfus yapısının değişmesi ve medya
kullanım imkanlarının sınırlı olacağı” gibi devrimci mücadele ile ilgisiz
gerekçelerdir.
Bize cevap olduğu
öne sürülen yazıya dönersek DY diyor ki; “Bugün de kısmi senato
seçimlerini boykot tavrını etraflıca açıkladığımız somut tahlil ve tespitlere
dayandırarak belirliyoruz. ‘Seçimlerin sıkı yönetimin faşist baskı
politikalarına karşı direnişin yaygınlaştırılması ve halkın kendi iktidar
alternatifinin ortaya konulması noktasından ele alınması gerektiğini’
söylüyor, bu siyasal görevlere en uygun seçim taktiğinin bugünkü koşullarda
boykot tavrı olduğunu belirtiyoruz.” Hatırlatırız ki, Devrimci Yol
seçimlerden önce de seçimler sırasında da Türkiye’de faşizme karşı direnişin
fiili öncüsü konumundadır. Yani Devrimci Yol hali hazırda yürüttüğü faşizme
karşı direnişinin yaygınlaştırılmasından bahsetmektedir. Yani Devrimci Yol
faşizm sorunu ile hesaplaşmanın parlamenter yollardan olamayacağının kitlelerin
bilincine kazınmasından bahsetmektedir. Üstelik burada “halkın kendi iktidar
alternatifinin ortaya konulması” denilirken güzel edebi sözler kullanılmak
gayreti değil, SOMUT alternatifin işaret edilmesi vardır. Boykotun temel
sloganı “Oy verme hesap sor! Direniş Komitesinde BİRLEŞ”dir. Yani
Devrimci Yol’un iktidar alternatifinin mekanizmaları da kurulmuş ve
gelişmektedir. İşçi-Asker-Köylü Sovyetleri Lenin’in dönemideki Rusya için ne
ise, Direniş Komiteleri de Devrimci Yol’un dönemindeki Türkiye için onu temsil
eder: Halkın ikili iktidar alternatifi... Direniş Komiteleri ile ilgili
teferruatlı bilgi vermemize gerek olmadığını düşünmekteyiz, ancak bu
komitelerin sadece faşizme karşı askeri bir savunma mevzii olarak değil, çoğu
durumda bölge halkının arasındaki anlaşmazlıkları çözümleyen meşru bir
düzenleyici kurum olarak işlev kazandığını belirtmek isteriz. Yani TC
Oligarşisinin yasama, yürütme, yargı organlarına alternatif devrimci bir
iktidar odağından bahsediyoruz. Bu tıpkı ayaklanma koşullarındaki Rusya’da
ortaya çıkan ikili iktidarı hatırlatmaktadır. Tabii ki bambaşka bir coğrafyada
ve bambaşka biçimler altında...
Bütün bu
söylenenler nasıl oluyor da bize cevap oluyor? Biz Baraka olarak tam da
aynısını söylemekteyiz. Tabii kendi ülkemizde ve kendi biçimlerimizi bularak,
öz olarak bu fikriyatın üretilmesi gerektiğini ancak o zaman yani mücadelenin
gelişim seyri gerektirdiğinde ve halkın kendi iktidar alternatifi ortaya
konulduğu zaman “boykot”un yapılabileceğini söylüyoruz. Mücadelenin
gereklerinin tahlil edilebilmesi, ülkedeki durumu kantarına vuracağımız bir devrim
stratejisine sahip olmakla mümkündür. Bizim ülkemizde YKP de dahil kimsenin bir
devrim stratejisi yoktur. O zaman YKP mücadelenin geldiği noktanın “boykotu”
gerektirdiğini nasıl tahlil etmiştir? Diğer yandan mevcut mücadele iklimi
boykotu gerektirse bile (ki bizce gerektirmiyor), boykot kararını deklere eden
odak (YKP) halkı nereye çağırıyor? Ortada dolaşan ve bizim duyduğumuz tek çağrı
“sokaktan iktidara” çağrısıdır. Sokak (Sovyetler veya direniş Komiteleri
gibi) bir kurum mudur? Herhangi bir örgütlenmeyi mi nitelemektedir? Yoksa YKP
halkın sokağa çıkıp “ayaklanma” başlatmasını mı istemektedir? Yani YKP’nin
iktidar alternatifi, devrim stratejisi “ayaklanma” mıdır? Eğer böyle ise
YKP/Yeniçağ hala Devrimci Yol’un bize cevap verdiğini mi savlamaktadır? Son
olarak, YKP sokağa, “ayaklanmaya” çağırdığı halka önderlik edebilecek kadrolara
sahip midir? Önderlikten yoksun bir ayaklanmanın anarşizm demek olduğu
tarafınızdan bilinmekte midir?
Şimdi “TİP’den
TSİP’den KSD’ye, TKP’den TİKP’ye kadar tüm boykot aleyhtarları” Devrimci
Yol’u Lenin ile çelişmekle suçladığında elbette haklı değillerdi. Peki Devrimci
Yol bu revizyonistler ve oportnistler sürüsüne cevap verirken neden Baraka’ya
da cevap vermiş oluyor? Bizim ülkemiz Kıbrıs, Emperyalizmin III. Bunalım Dönemi
koşullarında yeni-sömürgeleştirilmeye çalışılan bir yarı-sömürge değildir ki.
Bizim ülkemiz Kıbrıs, Emperyalizmin IV. Bunalım dönemi koşullarında
yeni-sömürgecilik sisteminin krizinin ağırlaştığı bugünlerde stratejik bir
yeni-sömürgedir. Bizim ülkemiz Kıbrıs’ta halkın devrimci iktidar alternatifleri
yaratılmamıştır ve halkın mücadelesi “boykot” taktiğini uygulayacak bir görevi
devrimcilere yüklememiştir. Biz devrimcilerin yapması gereken ülkemiz
koşullarına uygun devrim stratejisini üretmek, bu sratejiyi ona uygun
taktiklerle uygulamaktır. Bu Devrimci Yol’un biçim olarak taklit edilmesi ile
başarılamaz ve Baraka eğer böyle bir biçimsel ters düşme ile suçlanıyorsa
bununla gurur duyar. Yanlış anlaşılmasın bizler devrimci strateji olarak “genel
ayaklanmayı” öneriyor değiliz. Bizler sadece dürüstçe ülkemizde devrimcilerin
(biz de dahil olmak üzere) herhangi bir devrim stratejisine sahip olmadığını
söylemekteyiz. Devrim stratejisi konusunu kendimize mesele yapmadığımız sürece
de herhangi bir taktiğin başarıya ulaşmasının mümkün olmadığının bilinmesi
gerekir. İşte bizim tartışmaya çalıştığımız konu bu idi YKP’li dostlar. Ancak
partinizin herhangi bir devrim stratejisine sahip olmadığı halde “boykotu bir
taktik olarak gündeme getirdiği” iddiası, bizim tarafımızdan anlaşılması mümkün
olmayan bir iddiadır. Boykot hangi devrim stratejisinin taktiğidir? Ve halkın
düzenin seçimlerini boykot etmesi gerektiğini söyleyen YKP/Yeniçağ halka hangi
iktidar alternatifini sunmaktadır? Eğer ortada bir strateji yoksa ve boykot
buna rağmen hararetle savunulmaktaysa bu “içi boş ve topluma nüfuz edemeyen”
bir “taktik” olarak kalmaya mahkum değil midir? Üstelik herhangi bir devrim
stratejisine dayalı olmayan herhangi bir taktik “nesnel koşulların bilimsel
yorumundan yoksun ezberlenmiş bir faaliyet” olmaz mı?
Bizler yasal parti
çalışmasına ilkesel olarak karşı değiliz. Tıpkı yukarda incelendiği gibi devrim
stratejisine bağlı olarak koşullar gerektiriyorsa yasal partinin de uygun bir
araç olabileceğini düşünüyoruz. Ancak burada önce gelen devrim stratejisidir ve
yasal parti onunla ne yapacağını bilenlerin kullanacağı bir araç olmalıdır.
Yasal parti ille de ve sadece seçimlere girmek amacı ile kullanılabilir
demiyoruz. Ancak “bugüne kadar seçimlere girdik ama gördük ki seçimler bir
çözüm değil tek yol boykottur” diyen YKP/Yeniçağ’ın yasal parti aracını nasıl
kullanmayacağının belli olmasına rağmen nasıl kullanacağının da belli
olmadığını söylüyoruz. Devrimciler bir devrimciler örgütü kuracaklarsa veya bir
parti şeklinde örgütleneceklerse bunu illa ki devletin resmi kurumlarından
tescillemenin gerekli olmadığını bilirler. Yasal partiler sadece uygun araçlar
oldukları zaman taktiksel olarak kurulurlar ve mücadeleye hizmet de
edebilirler. Ancak hiçbir strateji ortaya konulmadan yasal particiliğin kutsanması,
aracın amacın yerine geçmesidir. Üstelik eğer bu yasal parti seçimlere de
katılmıyorsa o zaman ne demeye kurulmuştur, merak etmek hakkımızdır.
Kısacası
Baraka’nın yaklaşımı ile Devrimci Yol’un yaklaşımı biçimde çelişmekte ancak
özde çelişmemektedir. Lenin Marx ile Devrimci Yol Lenin ile ne kadar çelişmekte
ise Baraka da Devrimci Yol ile o kadar çelişmektedir. Baraka Devrimci Yol’un
içinde bulunduğu koşular ve devrim stratejisi bağlamında geliştirdiği boykot
taktiğinin doğru olduğunu düşünmekte bu sebeple de DY’nin yanıtı Baraka’ya
cevap niteliği taşımamaktadır. Diğer yandan bugün gerek dünya gerek Türkiye
gerekse de Kıbrıs’ta, DY’nin 1979’da yaşadığı koşulların bulunmadığı, tam
aksine kendi ülkemize uygun bir devrim stratejisinin geliştirilmesi gerektiği
bizim için nettir. Bu amaca yönelik olarak sizinle tartışmak da bizim için
devrimci bir görevdir. Ancak “sokaktan iktidara” gibi sloganlar ile devrim
stratejisinin birbirine karıştırılmaması gerekir. Bugün dünyanın çeşitli
yeni-sömürge ülkelerinde çeşitli devrimci örgütlenmelerin yeni döneme yanıt
üretmek için teorik vede pratik arayışları sürmektedir. Bizlerin de kendi
ülkemizden bu mücadeleye mütevazi katkılarımızı yapmamız mümkündür. Yeter ki dostlarımızla
kavga etmek yerine, egemenlerle hesaplaşmayı heyecan nesnesi yapalım.
Devrimci selamlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder