Kıbrıs genel olarak bir yeni-sömürgedir
ve ülkemizde yürütülecek bir devrim stratejisi bu olguya uygun bir strateji
olmalıdır. Ancak ülkemizin herhangi bir yeni-sömürgeden temel farkı bizim stratejik
bir yeni-sömürge olmamızdır. Yani Kıbrıs’ın emperyalizm tarafından
sömürgeleştirilmiş olmasının temel nedeni; yeraltı-yerüstü kaynakları,
nüfusunun pazar oluşturmaya müsait yapısı veya işgücü sömürüsü değil askeri,
stratejik, jeo-politik nedenlerdir(1).
Emperyalist güçler açısından temel
unsur olan stratejik sömürge kimliği nedeniyle özellikle 1974 yılından sonra
adanın kuzey coğrafyasında üretim politikaları tamamen berhava edilmiş ve
genelde Kıbrıs’ın bütününde özelde ise kuzey coğrayasında nispi bir refah
yaratılmıştır. Nispi refah, dünyanın diğer yeni-sömürge ülkelerine oranla emek
sömürüsü oranlarının düşüklüğüne rağmen tüketim düzeyindeki nispi yüksekliğe
işaret eden bir olgudur. Nispi refah olgusu, bir çok yönden özellikle Kıbrıslı
Türk halkının devrimci siyaset ile ilişkisinde olumsuz bir baskılanma
yaratmaktadır. Nispi refah politikaları; üretimden koparma ve üretimsizleştirme
nedeniyle, üretmeden tüketen asalak bir yapıyı, emekçi sınıf ve katmanların
kemikleşemediği bir küçük burjuvalar cennetini kurumsal kılmaktadır. Üstelik
ada emperyalizm tarafından etkili bir şekilde ikiye bölünmüş, ada halkları da
milliyetçi politikaların yedeğine alınarak birbirine düşman kılınmıştır.
Adanın birleştirilmesi mücadelesinin
önünde birden fazla engel vardır: TC’nin askeri varlığı, ada halkları üzerinde
milliyetçi politikaların etkinliği ve özellikle kuzey coğrafyasında sınıflar
kompozisyonunun net bir biçim alamamış olması bunların belli başlı olanları
olarak sıralanabilir. Milliyetçi ideolojinin teorik ve pratik etkinliğine karşı
mücadele etmeye çalışan, ada halklarının yeniden kardeşleşmesi ve bölünmüş
adanın yeniden birleştirilerek emperyalist politikalara direnebilecek
potansiyelinin yeniden kazandırılması mücadelesinde Kıbrıslı Türk solu
dayanabileceği net bir politik güçten yoksundur. Kıbrıslı Türk solu dünyadaki
benzerlerinden farklı olarak; üretimden gelen gücü oranında siyasette etkin rol
alabilecek bir işçi sınıfı, demokratik açılımlardan fayda sağlayacak üretici
bir köylülük veya devrimci ruh ile dolup taşan bir gençlik ile ilişkiye geçme
şansına sahip değildir. Bu durum Kıbrıslı Türk solunu iki temel şekilde
etkilemektedir: Birincisi Kıbrıslı Türk solu politikalarını kantarına vuracağı
bir toplumsal temelden yoksun olduğundan köksüzdür. Yani içinden çıktığı halkı
gibi küçük burjuvadır ve olgular tarafından; mücadelesini yürüttüğü temel
politik tezlerini somut mücadeleden devşirmek yerine “aydın”ların düşüncelerini
mücadeleye uyarlamak gibi ters bir mücadele çizgisine doğru itilmektedir.
İkincisi adanın bütünleştirilmesi, milliyetçiliğe ve emperyalizme karşı
mücadelede içerde dayanacağı bir halk gücünü hissedemeyen Kıbrıslı Türk solu;
birinci etkilenim kaynağı olan köksüzlüğün de etkisi ile dış güçlerden aşırı
medet umar bir pozisyondadır. Bu da ona emperyalist merkezlerin sol için özel
olarak üretmekte olduğu ideolojik tezlerden kolayca etkilenebilecek bir yapı
kazandırmaktadır. Emperyalist merkezlerde üretilerek genel olarak dünya solu
içine enjekte edilen temel ideolojik yozlaştırma girişimi ise Sol Liberalizm’dir.
Yazının sonunda söyleyeceğimizi burada söyleyelim;
işçi/emekçi sınıfların üretimden gelen bir bilinci henüz kazanamadığı
koşullarda da devrimci siyaset mümkündür. Köksüzlük her zaman ve kaçınılmaz
olarak düşünceye öncelik veren bir idealizme varmak zorunda değildir. Devrimci
bilinç, Marksist-Lenininst bir ideolojik netlik yakalayan küçük burjuvaların
ekonomik koşullarından bağımsız olarak işçi sınıfının ideolojisini
benimseyebileceği (sınıflarına ihanet edebileceği) bizim açımızdan nettir.
Bunun sağlanması için ideolojik mücadeleye yeterli önem verilmelidir. Diğer
yandan adamızın kuzey coğrafyasında mücadeleyi sürükleyebilecek üretimden gelen
güce dayalı sınıfların zayıf olduğunu kabul etmekle beraber hiç bir iç dinamiğin
bulunmadığını (veya var olan iç dinamiklerin sadece dış dinamiklerin desteği
olabileceğini) kabul etmiyoruz. Bu sebeple de ülkemiz solunun devrimci
ideolojinin tartıştırılabilmesi oranında dış güçlerden aşırı medet uman
yapısının dönüştürülebileceğini, iç dinamiklerin geliştirilebileceğini ve dış
güçlerle (ama sadece devrimci olanları ile) uluslararası dayanışmanın dengeli
bir zemine oturtulabileceğini düşünüyoruz.
Sol Liberalizmin Ülkemizdeki
Yansımaları
Sol liberalizmin dünyadaki sol
hareketler içindeki konumu değerlendirildiğinde, her türlü ideolojik çabaya,
medya desteğine ve görece kitleselliğine rağmen, devrimci soldan yalıtıldığını
ve girdiği her ilişki alanında kolayca tanınır hale getirildiğini
söyleyebiliriz. Bunun son örneği Türkiye solunda geçtiğimiz bir iki yıl
içindeki büyük kapışma süreçlerinde yaşanmış, sol liberalizm birçok cephede
geri çekilmiş ve çoğu yerde ise tanınır hale gelmiştir. Oysa ülkemizde sol
liberalizm neredeyse tüm sol yapıların temel ideolojik referans kaynağıdır.
Özellikle Türkiye’de yaşanan son tartışmalar ve netleşmelerin yakından takip
edilmesi nedeniyle “sol liberalizm” kelimesinin lanetlenmesi ve şekilsel red
süreçleri bir yana, sol liberalizmin tüm temel referans kaynakları Kıbrıslı
Türk solunun merkezi birer unsurudurlar. Nedir bunlar?
Kıbrıslı Türk solunun iktidara ve
iktidar mücadelesine bakışı çarpıktır. Kıbrıslı Türk solu Sivil Toplumcudur
(Sivil Toplum Kuruluşu: STK, aynı anlama gelmek üzere Sivil Toplum Örgütü:
STÖ). Kıbrıslı Türk solu yoğun bir şekilde emperyalizm tarafından
fonlanmaktadır. Kıbrıslı Türk solu alan çalışmalarından kopuktur ve kadın
mücadelesi, gençlik mücadelesi, emek mücadelesi, homofobi karşıtı mücadele gibi
alanlarda yapılan çalışmaları ya küçümser ya da abartır. Bu alanları devrim
için iktidar yürüyüşünün zenginleştirildiği çalışmalar olarak değil birbirinden
kopuk, yalıtılmış, koordine edilmesine gerek olmayan unsurlar olarak
post-modernist bir çarpık prizmadan görür. Kıbrıslı Türk solu kendi ülkesini ve
kendi insanını ne kadar severse sevsin, kendi ülkesinin ve kendi insanının
kendi dinamiklerine dayanılarak herhangi bir ilerleme kaydedilemeyeceğini
düşünür. Bunu zaman zaman kendi insanını (üretimden kopukluğun getirdiği
asalaklaşma ve bencillik verilerini de kullanarak) aşağılayarak kendi
insanından kaynaklı sebeplerle, zaman zaman da emperyalist hegomonyanın gücünü
(ülkemizin bölünmüşlüğü, TC’nin 40 bin askerlik silah gücü gibi sebeplere
dayandırıp) abartarak dış güçlerden kaynaklı sebeplerle izah eder. Ama sonuçta
her zaman vardığı yer; dıştan gelecek bir desteğin (ki bu çoğu zaman AB’dir)
yardımı ile veya egemen güçlerin dış güçler karşısında zor durumda bırakılması
yolu ile toplumsal kazanımların elde edilebileceği yargısıdır. Bu sebeple de
Kıbrıslı Türk solu kendi halkı içinde örgütlenmek veya halkın içinde
bulabildiği tüm olumlu unsurlara sarılıp kökleşmek gibi bir mevzi arayışında
değildir. Aksine Kıbrıslı Türk solunun tüm duyargalarını yönlendirdiği,
mevzilerini kurduğu ve beklentisini dayadığı nokta dış güçlerdir... Bununla da
bağlantılı olarak sol turizm Kırbıslı Türk solunun neredeyse tüm unsurlarında
yaygın bir pratiktir.
Fonculuk – STK’cılık
Kıbrıslı Türk solu, 1990’lı yılların
ilk yarısında ABD-BM inisiyatifi ile oluşturulan Conflict Resolution grupları
aracılığı ile emperyalist ideolojik hegomonyanın etki alanı içine çekilmeye
başlandı. Conflict Resolution gruplarının yarattığı çekim üç ana kaynaktan
besleniyordu: Dış dünya ile ilişki kurmak, finansal açılımlar geliştirmek ve sol
turizm(2)... Ancak Conflict Resolution
gruplarının, bu çalışmalara katılan kişilerin varlığından çok daha geniş
etkileri oldu. Bu grupların varlığı aracılığı ile emperyalist fon merkezleri,
“barış” için çeşitli “iki toplumlu”
projeler yapılmasına müsait iklimi tespit etti ve bu projelere
katılanlardan başlayarak fon verme mekanizmalarını tüm sola yaydı.
Solun fonlanması ve STK’laştırılması
ilk kez ülkemizde uygulanan bir olay değildir. En yaygın ve bilinen örnek
1980’li yılların Şili’sidir. Ancak bu maya ülkemizde de tutmuş ve halen de
yaygın olan ancak kendisinden daha farklı sonuçları da besleyerek devam eden
bir süreçler zincirini başlatmıştır. Conflict Resolution gruplarının ilk organizasyonunun
CTP’ye ait bir şeref olduğunu belirtmek gerekiyor. Ancak bu ilişki ağlarından
yayılan fonların ve paraların sadece CTP ile sınırlı kalmadığını söylemeliyiz. Şimdiki
TDP (dönemin TKP’si) bu fonlardan yararlanmak amacıyla kurulan ilk STK’lardan
birisinin çekirdeğini şekillendirdi. YKP’nin birçok işinin finansmanı bu
fonlardan sağlanan “gelir” aracılığı ile yapıldı ve BKP de dahil olmak üzere
neredeyse tüm sol (sendikaları da dahil olmak üzere) fon havuzlarının içine
balıklama daldı. Bu süreçle birlikte neredeyse tüm örgütler kendilerini Sivil
Toplum Kuruluşu olarak adlandırmayı normal kabul etmeye başladılar. Bugün dünya
devrimci solunda hakaret kabul edilen bu tanımlama, Kıbrıslı Türk solunun kendi
bildirilerinde kendi kendine biçtiği bir sıfattır.
Güzel ve iyi amaçlar için; endemik
bitki türlerinin korunması, barış ve yeniden yakınlaşma için projeler
geliştirilmesi, tarih kitaplarının değiştirilmesi, “ekolojik” dengenin
korunması, tarihi yerlerin restorasyonu vb. yüzlerce, binlerce proje yapıldı.
Ama bu projeler yeni bir gençlik kuşağının yetişmesine de hizmet etti. Bu
kuşak, kendi gücüne, halkı ile olan ilişkilerinin seviyesine veya devletin
kendisine ne gibi haklar sunması gerektiğini değil, yapacağı projelere ve
buradan alacağı paralarla halkına nasıl sadakalar dağıtacağına daha çok önem
veriyordu. Fonculuk üzerine çok şeyler söylenebilir ve Argasdi’nin sonraki
sayılarında bu konu daha ayrıntılı incelenecektir. Ancak kısaca söylemek
gerekirse foncu bir pratik, halkın genel maddi seviyesinin üstünde bir yapı
doğurur. Halkın maddi sıkıntılarını birebir yaşamayan, halk tarafından finanse
edilip halk tarafından denetlenmeyen STK’lar halkın gerçek sorunlarından hızla
kopar ve fon sağlayan merkezlerin önceliklerini doğal bir evrim sürecinin
sonunda benimser. Yani ilişki “al bu parayı, söylediğimi yap” ilişkisi
değildir. Daha çok STK’ların ve foncu aktivistlerin halktan kopması sonucunda
yakın ilişkide olduğu emperyalist ideolojinin etki alanına girmesi ve kendi
isteği ile “doğal” bir dönüşüm geçirmesi şeklindedir. Diğer yandan fonlanma
süreci ile sağlanan eğitim, sağlık, restorasyon, su artımı vb. “hizmetler”
halkın gözünde devletin sağlaması gereken temel yükümlülükler olmaktan çıkar.
Böylece devlet böylesi hizmetleri sağlayan birimlerini kolayca tasfiye ederken
toplumsal bir tepki oluşmaz veya oluşursa da sınırlı kalır. Üstelik fonlar
sayesinde yaratılan kısmi iyileşmeler, sorunların en patlayıcı olduğu kesimlere
yönlendirilerek emniyet sübabı işlevi görür. Ama belki de en önemlisi, duyarlılığı, vicdanı ve halkı için bir şeyler
yapma tutkusu ile kolayca birer devrimci militana çevrilebilecek birçok değerli
insan, emperyalizmin ayak işlerini gören foncu birer aktiviste dönüştürülür
yani halkın en değerli çocukları onun elinden çalınır.
Kıbrıslı Türk solunun fonculaştırılması
ve STK’laşması 1990’lı yılların sonunda neredeyse tamamlanmıştı. Böylece
2000’li yıllarda STK’lardan üremeye müsait post-modern tezlerin, ülkemizin en başta
sayılan çelişkileri ile bağlantılı sebeplerin de yardımı ile hegemon ideoloji
haline geldiği bir on yıla giriverdik.
Post-modernizm
Post-modernizm bir STK ideolojisidir ve
devrimci kadrolarda yarattığı bilinç bulanıklığı ile emperyalist hakimiyete
uygun iklimin oluşturulmasını sağlar. Temelde egemenlerin çıkarlarına hizmet
ettiği halde muhalif ve eleştirel bir kimlik ile kendini sunduğu için yarattığı
kafa karışıklığı daha da etkili olur. Sol ve muhalif görünümünde kendini
sunabilmesinin temel nedeni herşeyi eleştirebildiği iddiası ile hareket etmesi
ve “iktidarı reddetmesi”dir. Buradaki iktidarın reddi sol kadrolarda bir kafa
karışıklığı yaratır ve mevcut iktidarın reddinden devrimci de olsa her
iktidarın reddine doğru genişleyen süreç farkedilmez veya farkedildiğinde artık
çok geç kalınmıştır.
Her STK’ya özgü türlü çeşitli bin bir
kılık ile karşımıza çıkabilecek post-modernizmin temel mottosu “iktidar her
yerdedir” veciz sözüdür. İktidar her yerde ise; birincisi onu ele geçirmek
merkezi önemde bir alana yönelik geliştirilecek stratejilerle mümkün değildir,
ikincisi emperyalist egemenliğin kurumları ile mücadele edeceğimize kendi
ilişki ağlarımızda birbirimiz üzerinde oluşturduğumuz “iktidarlarla” mücadele
etmemiz gerekmektedir. Böylesi bir yaklaşım “devrimci stratejiye dayalı bir
iktidar mücadelesini” reddeder ve mücadelenin günlük hayatın her noktasına
yayılması gerektiğini hiçbir yerde herhangi bir merkezin bulunmadığını savunur.
Bunu kabul ettikten sonra kişinin STK’cılık yapmaktan başka çaresi yoktur. Ama
bu STK ideolojisi her bir STK’nin ilgilendiği temel konunun (kadın, homofobi,
ekoloji, eğitim, sağlık vb.) diğer STK’larla veya sistemin bütününden kaynaklı
genel sorunlarla bağını görünmez kılmaktadır. Kısacası STK’cılık ile demokratik
kitle örgütlenmelerinin temel farkı birisinin emperyalizmin ideolojik
saldırısının aracıyken, diğerinin halkın pratik mücadelesinin yansıması
olmalarıdır. Demokratik kitle örgütleri devrimci mücadelenin temel
unsurlarıdırlar ve halkın temel hakları için mücadelede birer okuldurlar. Hem
halkın haklarının genişletilmesi hem de mücadele azminin ve bilincinin
ilerletilmesi işlevlerini görürler. Bunu yaparken de siyasi mücadele ile
ideolojik mücadenin zenginleştirilmesine katkı sağlarlar. Yani siyasi mücadele,
ideolojik mücadele ve ekonomik-demokratik mücadele arasında kopmaz bağlar
vardır ve bunların bütününe devrimci mücadele denir. STK’cılık ise bütünlerden
korkar, sadece ama sadece parçalarla ilgilendiği oranda bütüne yabancılaşır ve
bütün ile parça arasındaki diyalektik ilişkiyi yalıttığı oranda, içinden
çıktığı halkı sırtından vuran bir unsura dönüşür.
Kıbrıslı Türk solunun sol liberal
çizgisi; mutlak, değişmez, kaçınılmaz ve evrensel değildir. Kıbrıslı Türk
solunun Halk-Der’de cisimleşen tarihsel kökleri devrimci siyasetin silinip
atılamayacak denli bu ülke toprağına kök salmasına neden olmuştur. Yapılması
gereken bu köklerin yeniden canlanmasına uygun bir pratik duruşun örgütlenmesi
ve ideolojik mücadele aracılığı ile desteklenmesidir. İdeolojik tartışmaların
sol liberalizm ile mücadelede önemi inkar edilemez ama merkezi bir yere de
yerleştirilmemelidir. Sol liberalizmin halkımızın ve solumuzun bağrından sökülüp
atılacağı yer toplumsal pratik olacaktır. Sol liberal çizgilerle damgalı
örgütlerde bile meşru ve fiili devrimci pratiklerin yankı bulacağı kadrolar
vardır. Önemli olan devrimci pratiğin sarp, engebeli ve çetin yoluna çıkmak
kararlılığını göstermektir.
(1) Tarihsel olarak Kıbrıs’ı ele
geçiren tüm emperyalist güçler jeo-politik nedenlerle koşullandılar. Ancak bu
durum adamızın emek, yeraltı ve yerüstü kaynaklar ve pazar olarak sömürüye tabi
olmadığı anlamına gelmez. Burada “stratejik yeni-sömürge” derken
sömürgeleştirmenin ana nedeninden bahsedilmektedir. Yoksa bir insanın saçında
beyazlar olması başka bir şeydir, kişinin beyaz saçlı olması başka bir şeydir...
(2)
Dünyadan yalıtılmış olmanın da getirisi olarak seyahat etmek halkımızda her
zaman yankı bulan bir pratik olmuştur. Sendikalarda yurt dışı gezilerinin
paylaşımı bir rekabet nesnesidir. Sol parti ve örgütlerde yetkililerin başka
ülkeleri ziyareti diğer üyeler açısından gıpta edilecek bir olaydır. Çeşitli
sol örgütlere üye olurken örgütün bilet parasını karşılayarak veya temin ederek
organize edeceği yurtdışı eğitimleri veya panel/seminerleri önemli bir kriterdir.
Ve son olarak sözde halk dansları dernekleri aracılığı ile üç figür öğrenip
dünyayı gezmek gençliğimizin neredeyse %50’sinin yaşamında mutlaka icra ettiği
bir “sanat”tır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder