Ne zaman kimlik ve irade konularında bir tartışma yaşansa, mesele gelip nüfus konusunda düğümleniyor. Bu aslında çok da şaşırtıcı değil, çünkü gerçekten de nüfus sorunu kimlik ve irade meselesiyle iç içe bir konudur.
Kıbrıs’ın kuzeyinde bulunan “reel nüfus” ve kktc bakanlar kurulu kararlarıyla “vatandaş yapılanlar” olarak iki ana kategoriye ayırabileceğimiz bu mevzu; Kıbrıslı Türklerin kendi kimliklerine sahip çıkmaları ve yaşadıkları topraklarda irade icra edebilmeleri bakımından kritik önemdedir.
Nüfusumuz hem reel olarak hem de
vatandaş sayısı bakımından artarken, bu durum Kıbrıslı Türklerde bir çaresizlik
hissi yaratıyor. Bu çaresizlik hissi ise bir tür “kimlik kenetlenmesi”ne neden
olmakta…
Kendini tehlikede hisseden
kimliklerin, kenetlenme refleksi geliştirmesi anlaşılır olmakla birlikte; maruz
kaldığımız olumsuzlukları reflekslerle, duygusal reaksiyonlarla ve tepkisel
çıkışlarla çözemeyeceğimiz de bir gerçek.
Duyguların arkasından sürüklenen
kimlik kenetlenmesinin iki büyük sakıncası var: Birincisi, kenetlendiğimiz
insanların bir kısmı, ülkeye nüfus taşıyan insanların ta kendisidir. İkincisi,
dışarıda bıraktığımız insanların bir kısmı, mevcut nüfus politikasında bizim
yanımızda durmaya hazır kişilerdir. Yani kenetlenme, yaşadığımız sıkıntıların
çözümüne değil o sıkıntıları aşamayacak şekilde derinleşmesine yaramaktadır.
***
Her sorun gibi bu sorunu da akıl
yolu ile ve somut talepler etrafında birleşerek çözebiliriz. Meseleye
duygularımıza kapılmadan ve akıl yolu ile yaklaşıyor olmamız, bazı kişilerde
sorunu idrak etmediğimiz gibi bir algı yaratıyor olabilir. Ancak durum tam
tersidir.
Bağımsızlık Yolu olarak konuyu
ciddiye aldığımız ve duygusal feveranlarla çözülemeyeceğinin bilincinde
olduğumuz için somut talepler ortaya koymaktayız. “Türkçe Konuşan Kıbrıslılar”
tanımını sorgulayan makalelerim de bu düşünceyle kaleme alındı.
Yaşamakta olduğumuz sorun, “daha
saf ve daha kusursuz” bir kimlik tanımı yapmakla çözülemeyecek kadar ciddidir.
Bu sorundan kurtulmak için duygular ve tanımlara değil; akla ve ayakları yere
basan somut hedeflere ihtiyacımız var.
Bu sorunu bertaraf edebilmek için
sorunun kaynağı olan insanları da içine alan bir kimlik kenetlenmesine değil;
somut talepler etrafında birleşecek bir pratik güç yaratmaya ihtiyacımız var.
Yani duygularımızı değil, fikirlerimizi konuşmaya ihtiyacımız var.
Meseleyi kabaca “reel nüfus” ve
“vatandaşlık” olarak ayırabileceğimiz söylemiştim. Gelin sırayla bu konuda dile
getirdiğimiz talepleri hatırlayalım.
***
Reel nüfus konusunda sembolik de
olsa en önemli talebimiz “Kimlikle girişlerin derhal durdurulması”dır. Bunun
yanında, “kapıda vize” uygulamasına derhal son verilmeli ve online vize
uygulamasına geçilmelidir. Ayrıca kapılarda görevli personel tam yetki ile
donatılmalı, giriş sırasında kalacak yer, yolcu beraberi nakit, dönüş bileti,
kişinin ülkesindeki banka hesabı, maaşlı işi, mal varlığı vb. kriterler titizlikle
kontrol edilmelidir.
Ülkeye girişler üç ana başlıkta
toplanabilir: Çalışma, üniversite ve turizim amacıyla giriş. Yukarıda
saydığımız “online vize” ve giriş kriterleri özellikle “turist olarak” gelen
kişiler için sıkı bir şekilde uygulanırken; öğrenci adı altında giriş yapan kişilerin
sorumluluğu üniversitelere yüklenmeli, sonradan kayıt dışı çalışma, adi suç,
okula devamsızlık vb faaliyetleri söz konusu olursa bunun üniversitelere de
yaptırımları olmalıdır.
İşsizlik makul bir oranın altına inene kadar mevcut
çalışma izinlerinin yenilenmesi dışında yeni çalışma izni verilmemesi ise en
önemli başlıklardan biridir. Bu hayata geçtiğinde Kıbrıslı Türk gençlerin daha
uygun koşullarda iş bulabilmesi sağlanıp işsizlik azaltılırken, ülkeye yeni
insan taşınması da duracaktır.
Çalışma maksadı ile ülkeye gelen insanların önemli
bir kısmı “yaşlı” ve “çocuk bakımı” için gelmektedir. Bu “ihtiyacın” ortadan
kalkması için yapmamız gereken ise “Sosyal Hizmetler’in Güçlendirilmesi” olduğu
biliniyor. Yaşlı ve çocuk bakımını her vatandaşın kendi bütçesinden çözmesi
yerine, çağdaş bir sosyal hizmet politikası ile kamusal olarak çözmemiz
şarttır.
İnşaat şirketlerinin referansı ile ülkeye kolayca
girebilen “potansiyel alıcılar” konusu ise asla kabul edilemez. Derhal
sonlandırılmaldır.
Sadece bu üç başlıktan da görülebileceği gibi,
ülkeye nüfus ithal eden ve reel nüfusun artmasına sebep olanlar arasında birçok
“Kıbrıslı” vardır. İster inşaat şirketi sahibi olarak işçi getirsin, ister
üniversite sahibi olarak öğrenci adı altında insan ithal etsin, isterse de
emlak şirketi olarak getirsin, ülkeye yabancıları doluşturanlarıon önemli bir
kısmı “yerli”dir.
Bu nedenle de gerilim “yerli”lere karşı
“yabancı”lar gerilimi değil, emekçilere karşı sermayedarlar gerilimidir. Bunu
anlamadığımız sürece, şirket patronları ile birlikte “yabancı nüfustan” şikayet
etmeye devam edeceğiz. Ama bunun bize hiçbir faydası olmazken, patronların bu
“yabancıları” daha rahat sömürmesi için ortam yaratmış oluyoruz.
***
Ülkede bulunan nüfusun Bakanlar Kurulu kararlarıyla
keyfi bir şekilde vatandaş yapılması veya hak ettiği halde birçok insanın
vatandaş yapılmaması ise diğer bir sorundur. Bu konuda öncelikle şunun altını
çizmek gerek; biz yabancı uyruklu insanlara ayrımcılık yaptıkça, insan hakları
ve ekonomik menfaatler bakımından onları dışladıkça, vatandaşlık talepleri de
artacaktır.
Birçoğumuz İngiltere, Kanada, ABD gibi ülkelerde on
yıllarca yaşayıp vatandaş olma ihtiyacı hissetmeyen kişilerin hikayelerini
biliyoruz. Bunun nedeni sosyal yaşamda karşılaşılan muamelenin ayrımcılık hissi
yaratmaması ve ilgili ülkeye vatandaş olarak yaşanacak bir rahatlama
beklentisinin oluşmamasıdır.
Bizde ise iş güvencesinden maaşa, işsizlik
sigortasından emekli ikramiyesine kadar; yabancı uyruklu kişilere ayrımcılık
yapılmakta, üstelik bu Anayasa’nın aksine hükümlerine kadar uygulanmaktadır. En
basit bir apartman kavgası bile, polisin yabancı uyrukluya gözdağı vermesi ile
sonuçlanabilmektedir. Bu da kişilerin vatandaş olmayı bir çözüm gibi
algılamasına neden olmaktadır. Bu hukuka da vicdana da sığmayan tutumun derhal
sona erdirilmesi, vatandaşlık taleplerinde ciddi bir azalmaya neden olacaktır.
Ama bunun dışında çağdaş bir vatandaşlık yasası
yapılarak bakanlar kurulunun istisnai vatandaşlık verme yetkisi derhal ve
tamamen sona erdirilmelidir. Bakanlar Kurulu hiçbir koşulda, hiç kimseye
vatandaşlık verememelidir.
Vatandaş olmak için ise; yıl,
hukuk, sınav ve kota kriterleri getirilmelidir. Belirlenmiş süre boyunca ülkede
yasal olarak bulunan ve kadına şiddet dahil hiçbir yüz kızartıcı suça
bulaşmamış olanlar sınava katılma hakkı kazanmalıdırlar.
Sınav için yasa ile bağımsız bir komisyon tayin
edilmeli; bu komisyonun belirleyeceği kültür sınavı ve sonuçları hükümetin
kontrolünden tamamen arındırılmalıdır. Tüm kriterleri tamamlayanlar, nüfus
artış hızının altında belirlenecek bir kota oranında, sıraya girmeli ve ilgili
yılda kota dolmuşsa sıra bir sonraki yıla devretmelidir.
***
Tüm bu sayılanlar kimlik ve irade sorunumuzu çözer
mi? Elbette çözmez!
Ancak saydıklarımız; reel nüfusun artışı ile ilgili
sıkıntılarımızı da kontrolsüz ve siyasi maksatlarla vatandaş yazılmasına dair
sıkıntılarımızı da ortadan kaldırabilecek taleplerdir.
Kimlik ve irade ile ilgili sorunumuzu çözecek olan
ise bunlar gibi akla dayalı talepler etrafında birleşip, bu talepleri
karşılamayı asla kabul etmeyecek olan egemenlere karşı mücadele etmek
olacaktır. Çünkü kimliker de irade de somut koşulların içerisinde, somut
mücadelelerle kazanılır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder