Fransa
ve Hollanda’da yaşanan referandum yenilgisi sermaye ideologları ve medya
tarafından gerçek anlamından arındırılarak sunulmaya devam ediyor. Kıbrıs’ın
Kuzeyinde de farklı bir durum yok. Dünyanın her yerinde olduğu gibi burada da,
neo-liberaller anayasaya hayır diyen ezici çoğunluğu, piyasanın sorgulanamaz
ilkelerini sorguladıkları için yargılıyorlar.
1990’lı
yıllarla birlikte Kıbrıslı Türklerin sol/muhalif liderliği Avrupa Birliği’nin
nimetlerini keşfetti. Brüksel bürokrasisi ile kurulan kurumsal ve maddi
ilişkiler, içte Türkiye askeri ve sivil
faşist çevrelerin baskıcı egemenliğine alternatif bir uluslararası destek
yaratmak amacıyla desteklendi. Zaman içinde (sosyalizmin dünya ölçeğindeki
yenilgisiyle birlikte) AB, Türkiye’ye karşı taktiki bir denge unsuru olmaktan
çıkarak başlı başına bir amaç haline geldi. Böylece Denktaş-Eroğlu geleneksel
muhafazakar kesimi temsil ederken, CTP-TKP gibi partiler de neo-liberal akımın
Kuzey Kıbrıs’taki temsilcileri durumuna geldiler. CTP şu anda neo-liberal
poliitkaların samimi bir savunucusudur. Ancak CTP’yi destekleyen kitleler
halen, geçmişin emekten yana CTP’sini desteklediklerini düşünmektedirler. Kuzey
Kıbrıs’ta en çok satan gazeteler ve en çok izlenen Radyo televizyon kanalları
CTP bürokrasisisnin ve sermayenin kontrolündedir. Bu da gerek AB’ye gerekse de
liberalizme yönelik yanlış beklentilerin oluşmasına hizmet etmektedir.
Kıbrıslı
Türkler arasındaki yaygın ve yanlış görüşe göre; AB, demokrasi, insan hakları,
sosyal adalet, gelir dağılımı dengesi gibi konularda olumlu yönleri ağır basan
bir birliktir. İnsanlar, AB’ye girmenin hem Kıbrıs Sorunu’nun çözümü hem de
ekonomik-sosyal eşitsiziliğin giderilmesi anlamında olumlu olacağını
düşünüyorlar. Bu düşünceyi yaratan da yaygın medyanın seçici ve yanıltıcı
haberleridir.
Özellikle
Kıbrıs’ta yaşanan Annan Planı referandumu sırasında “en kötü anlaşmanın bile AB
çatısı altında olduğu sürece olumlu sonuçlanacağı” beklentisi, Kuzey’in
EVET’inde belirleyici olmuştu. Çünkü Kıbrıslı Türkler anlaşma maddelerinde ne
yazarsa yazsın AB’nin sihirli değneğinin her sorunu çözeceğini
düşünmektedirler. Doğal olarak Güney’den gelen “HAYIR” cevabı da; “Kıbrıslı
Rumlar bizi sevmedikleri için, AB’ye giremeyelim diye HAYIR dediler” şeklinde
yorumlandı. Annan Planı Referandum tartışmalarında en keskin sosyalistlerin
bile adamızda bulunan Britanya Üslerinin konumunu gündeme getirmemesi, AB
yanılsamalarının geldiği düzeyi göstermek bakımından ilginçtir.
Kıbrıslı
Türkler, Fransa ve Hollanda anayasa oylamalarının sonuçları karşısında derin
bir şok yaşadılar. “Biz yıllardır AB’ye
girmek isterken nasıl olur da Fransa ve Hollanda gibi AB’nin nimettlerinden
faydalanan ülkelerde HAYIR oyu çıkar?” diye düşündüler. Bu biz Kıbrıslı Türkler
için tamamıyla anlaşılmaz bir olaydı. Ve toplumun büyük bir çoğunluğunda soru
işaretleri oluştu.
AB
yanlısamaları ile büyülenmemiş sol hareket için bu soru işaretleri büyük bir
fırsattı. Buradan yola çıkarak topluma anlamaya en açık olduğu anda,
sorguladığı sırada AB’nin aslında onlara anlatıldığı gibi bir yer olmadığını,
işsizlik, sosyal ve ekonomik dengesizlik, toplumda oluşan memnuniyetsizlik
anlamında patlamaya hazır bir kazan olduğunu gösterebilirdik. AB anayasası
diyerek, liberaller tarafından kutsanan metnin; serbest piyasa, özelleştirme,
deregülasyon, esnek çalışma gibi emekçi haklarına saldıran, kadın-erkek
eşitliğinde gelinen noktadan geri adım attıran, militer ve emperyalist
çıkarların bekçisi bir metin olduğunu anlatabilirdik. Fransa’da ve Hollanda’da
net bir şekilde ortaya konan HAYIR’ın sosyalistlerin, feministlerin,
ekolojistlerin hayır’ı olduğunu ve bunda da gayet haklı olduklarını anlatma
fırsatını kaçırdık.
Ancak
bu noktada ümitsizliğe kapılmış değiliz. Çünkü kaçan bu fırsat, tekrar
bulunamayacak bir fırsat değildir. AB çapında sınıf-ekoloji ve kadın
hareketinin radikal bir duruşla dirildiği, AB bürokrasisini titrettiği bu olay,
tekrar etmeye aday, daha da büyümeye,
güçlenmeye eğilimli bir olaydır. İlerleyen tarihlerde AB bu tarz şokları hem
daha sık, hem de daha güçlü yaşayacaktır. Bizim açımızdan önemli olan gerek
kadrolar gerekse de ideolojik ikna gücü anlamında hazırlıklı olmak ve bir
sonraki fırsatı kaçırmamaktır.
Fransa
ve Hollanda referandumlarının sonuçları yaygın medyada ve neo-liberal çevrelerde öfkeyle karşılandı. AB anayasasına
“hayır” diyen Fransızlar ve Hollandalılar “çağın gereklerini anlamayan,
ilerlemeye karşı duran cahiller sürüsü” olarak tanımlandı. Neo-liberallerimiz,
Fransa ve Hollanda’da anayasaya hayır denmesini “milliyetçi ve küreselleşmeye
karşı duran ulusal çevrelerin muhafazakar hayırı” olarak yorumladılar. Aslında
bu tavır sadece Kıbrıs’ın kuzeyindeki neo-liberallere özgü bir tavır değildi.
Genel olarak dünyanın her yerinde sermaye çevreleri referandum sonuçlarına
öfkeyle yaklaştı ve hayır diyenlerin “milliyetçi” olduğunda ısrar etti. Sermaye
çevrelerinin bu tavrı, solu görünmez kılmak, sol yokmuş gibi yapmak ve “ya
liberalizm ya da ulusalcılık” gibi yapay bir ikilem yaratmak amacıyla
oluşturulmuş kasıtlı bir tavır. Ancak gerçeği ifade etmediği çok net. Çünkü örneğin
Fransa’da mavi yakalı işçilerin %81’i, beyaz yakalı
işçilerin %60’i, ara mesleklerin %56’si, işsizlerin %79’u “hayır“ dedi… “Hayır”
oranı 18-34 yaş grubunda %59, 35-49 yaş grubunda %65 iken, “evet“ sadece 65 yaş
üstü grupta çoğunluk sahibiydi… Siyasi olarak ise sol seçmenin %67’si “hayır“
dedi. Komünist Partinin ve devrimci solun tamamı, ama ayni zamanda Sosyalist
parti seçmenlerinin %59’u ve Yeşil seçmenlerin %64’ü “hayır” dedi . Siyasi
eğilim belirtmeyen seçmenlerin ise %61’i “hayır“ dedi. .. Eğer aşırı sağın
seçmenin %15’i olduğunu bir kenara koyarsak, bu demektir ki “hayır”ın diğer
%40’i solu destekleyenlerden ve tarafsızlardan geldi.
Sermaye çevreleri ile elele veren CTP, medya kuruluşları
vasıtasıyla AB anayasası referandumu ile Annan Planı referandumu arasında
paralellik kurmaya çalıştı. Sermayenin bu yalanına göre, “nasıl Kıbrıslı
Türkleri istemeyen Kıbrıslı Rumlar Annan Planına “Hayır” demişse, Türkiye’nin
AB’ye girmesini istemeyen Fransız ve Hollanda halkı da AB Anayasasına “hayır”
demişti. Oysa gerek Fransa’da gerekse de Hollanda’da “hayır” kampanyasının
başını çeken enternasyonalist-devrimci sol, müslümanlara, Türkiye’ye karşı
olmadığını; sermayenin küreselleşmesine, piyasaya ve emeğe saldıran neo-liberal
anayasaya karşı olduğunu defalarca vurgulamıştı.
Kıbrıslı
Türkler yaygın medyanın yalan bombardımanına rağmen, Fransızların %55’inin ve
Hollandalıların da %62’sinin “milliyetçi” olduğuna inanmadılar. Yıllarca
“demokrat, ilerici ve çağdaş” olduğu söylenen Fransız ve Hollandalıların bir
gecede, “gerici, cahil ve milliyetçi” olduğunu iddia etmeye başlayan medya hiç
de inandırıcı değildi. Tüm çabasına rağmen halkı ikna edemeyen neo-liberal
çevreler, bizim (yani anti-kapitalist muhalefetin) yokluğumuzda, en azından
halkın merakını ve şaşkınlığını nötralize etmeyi başardı. Böylece Kıbrıslı
Türkler, en başta yaşadıkları şaşınlık ve meraktan vazgeçerek, bu “hayır”ların
iç politikaya dair geçici bir “hayır” olduğunu düşünmeye başladılar. Şimdi
Kıbrıslı Türklerin çoğu “hayır”ın nedenini anlayacak kadar AB iç politikasını
bilmediklerini, oradaki “hayır”ın kendileri ile ilgisi olmayan geçici bir
hoşnutsuzluğun ifadesi olduğunu düşünüyor. Hemen herkes “hayır”dan sonra AB’de
hiçbirşeyin değişmediğini ve değişmeyeceğini düşünüyor. Artık çok az kişi, AB
anayasasına neden hayır dendiğini merak ediyor ve neredeyse hiç kimse bu konuyu
konuşmuyor. Halk kitleleri için bu konu kapanmış durumda, medyada ise bu konu ile ilgili ne bir köşe yazısı ne de
bir haber yayınlanmıyor.
Aslında
anti-kapitalis muhalefet açısından da durum hüsran düzeyinde olmadığı gibi umut
verici de değil. AB anti-kapitalist, devrimci solunun “hayır”dan sonra rehavete
kapılmadığını, “hayır” amacıyla oluşturulmuş komiteleri sürekli hale getirmeyi
planladığını ve “hayır”ı acil olarak toplanacak bir Avrupa Sosyal Formu’nda
değerlendirerek ileri götürmeyi planladığını biliyoruz. Bu çerçevede, emek ve
sermayenin son yaşanan referandumlardan çok daha büyük kapışmalar içine
girmesini bekleyebiliriz. AB çapında oluşacak yeni mücadele dinamiklerini
yakalamak, bunlara yönelik dersler çıkarmak ve yakalayacağımız emekten yana,
enternasyonalist, anti-kapitalist ve devrimci dinamizmle adamızı birleştirmek
yolunda adımlar atmak da bizim çabamıza bakıyor.
Çünkü
ne emperyalizmin ne de onun çok uluslu şirketlerinin taşeronu niteliğindeki
sermayenin gerçek bir barışa, halkların egemenliğine dayalı bir barışa izin
vermeye niyeti yok. Bunu ancak biz kendi gücümüzle ve dünya emekçi halklarıyla
birlikte başarabiliriz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder