4 Ocak 2007 Perşembe

CTP Neye İhanet Etti?



Hükümete ve onun ana bileşeni olan CTP’ye karşı uzun bir süredir Kıbrıs Türk Halkı içerisinde kolayca farkedilen genel bir huzursuzluk/hayal kırıklığı var. Bu huzursuzluğun/hayal kırıklığının kaynağı konusunda çeşitli çevrelerin farklı yorumları olduğu da bir gerçek. 

Denktaş ve UBP çevreleri; Kıbrıs Sorunu’nda geleneksel politikanın terkedildiğini iddia ederek huzursuzluğun bundan kaynaklı olduğunu düşünüyorlar. Her ne kadar CTP çevreleri geleneksel politikanın terkedildiğinin düşünülmesinden memnun olacak olsalar da, böyle bir gerçeklik yoktur. CTP’nin yaptığı, parlamento-dışı (kendisi dışarda aklı içerde) parlamentocu partilerin de iddia ettiği gibi eski politikaları allayıp pullayıp aynen devam ettirmekten ibarettir.
Bu noktada halkta yükselen tedirginlik ve CTP’ye mesafeli durma tavrının Kıbrıs’ın yeniden birleştirilmesi mücadelesinin yavaşlamasından kaynaklı olduğu iddiaları vardır. CTP yöneticileri özellikle Annan Planı sonrası, milliyetçi ve şöven söylemleri yükseltirken, aynı anda “barış siyasetinden vazgeçmediklerini” ancak artık “birlikte yaşamaktan değil, iyi komşuluk ilişkilerinden bahsetmek gerektiğini” söylemektedirler. Bu söylemlerin halkımızın geniş kesimlerini rahatsız ettiği iddiaları ne yazık ki doğru değildir. Aksine milliyetçi ve şöven söylemler Kıbrıs Türk Halkı içinde her geçen gün daha da çok zemin bulmakta, karşılık görmektedir. Kıbrıslı Elenlerin Annan Planı’na “hayır” demesinden tutun da, İngiliz Okulu’nda gerçekleşen faşist saldırılara, Kıbrıslı Elenlerin mallarını alıp-satanlara yönelik gerçekleşecek yasal düzenlemelere kadar her yeni gelişme ada halklarını kardeşçe ilişkilerden uzaklaştırma yolunda mesafe kaydetmektedir. Geçişlere yönelik tedirginlik, saldırıya uğrama ve tutuklanma korkusu ve “Elenofobia” halkımız saflarında dalga dalga yayılmaktadır. Bu da CTP’nin bu konulardaki yangına körükle gitme siyasetinin tepki değil ilgi gördüğünün göstergesidir. Kısaca parlamento-dışı parlamentocu partilerin (BDH dahil) iddialarının aksine, halkta oluşan CTP’ye yönelik tepkinin kaynağını Kıbrıslı Elenlere yönelik tepkisel siyaset oluşturmamaktadır.
Baraka’nın bir süreden beridir sürdürdüğü; eğitim ve sağlık başta olmak üzere kamusal kazanımların sermayeye peşkeş çekilmesine karşı direnç merkezleri yaratma siyaseti, uzun vadede bir çıkış sağlama potansiyeline sahiptir. Ancak halkımızda oluşan rahatsızlığın kaynağının neo-liberal politikalar ve CTP’nin bir sermaye partisi olmaya doğru hızlı dönüşümü olmadığını da kabul etmek gerekir. Eğitim, sağlık, elektrik, ulaşım gibi kamusal hakların yağma ve talanında sermaye ile işbirliği yapan bir CTP’nin varlığı gerçektir ama, nispi bir refah ortamında neo-liberal ideolojinin hegomonyası altında bir Kıbrıs Türk Halkı olgusu da yadsınamayacak bir başka gerçektir.
Denilebilir ki, muhafazakar sağcılar geleneksel politika değiştiği için, parlamento-dışı parlementocu partilerin tabanı Kıbrıslı Elenlere yönelik şövenist söylemlerden dolayı ve biz de neo-liberal politikalar gerekçesiyle CTP’ye mesafeliyiz. Bu söylem bir kısım insanın duruşunu açıklamakla birlikte, politikaya ilgisiz halkın büyük bir çoğunluğunun duruşunu açıklamaz. Elbette her kesim kendi savunduğu siyaseti halka mal etmeye, bu çerçevede ideolojik bir hegomonya tesis etmeye çalışacaktır. Ancak verili durumda tepkisini politik bir dille formüle etmemiş geniş halk kesimlerinin mesafeli duruşu nereden kaynaklanıyor, bunun devrimci bir temeli var mıdır? Eğer varsa kendi tezimizi bu temelle ilişkilendirmemiz gerekmez mi? Tüm bunları anlamak için Kıbrıs Türk Halkı olgusuna daha yakından bakmak gerekir.
Kıbrıs’ta uzun yıllar birlikte yaşamanın getirdiği “Kıbrıslılaşma” olgusu 1930’lardan itibaren yavaş yavaş ve 1950’lerle birlikte sistematik olarak hasara uğradı. 1950’lerden sonra tek halk olmaya doğru ilerleyen iki toplum yerine, birbirini ötekileştirmeye başlayan iki toplumdan bahsedebiliriz. Bu süreçte emperyalizmin kendi arasındaki çıkar çatışmaları kadar (İngiliz sömürgeciliğine karşı ABD yeni-sömürgeciliği) iki toplumun liderliklerinin sınıfsal çıkarları da belirleyici oldu (Enosis’e dayalı Kıbrıs Elen Burjuvazisinin politikalarına karşı Taksim’e dayalı Türk Çarşısı oluşturma projesi). 1960 yeni-sömürgeciliğin zaferinden sonra, ötekileştirme doruk noktasına varırken, bugünün Kıbrıs Türk Halkı kendini yalnızca “Türk” olarak tanımlıyor ve Türkiye’deki Türklerden hiçbir farkı olmadığını düşünüyordu. 1974 Kıbrıslı Elenlerin Yunanistan ile olan ilişkilerinde geri dönülmez kopuşlara vesile oldu. Ama aynı zamanda Kıbrıslı Türklerin, “Türk”lüğün başına “Kıbrıslı”lığı da eklemeleri sürecini başlattı. İşte 1974 sonrası adım adım ilerleyen ve TC Devleti’nin Kıbrıs’taki işgaline karşı “Kıbrıslılığını” ön plana çıkaran muhalefet hareketi bu noktada kavranmalıdır. Kıbrıslı Türkler, Kıbrıslı Elenlerle karşılaştıklarında “Türk”, Türkiye Türkleri ile karşılaştıklarında “Kıbrıslı” olduklarını hatırlamaktadırlar. Onlar ne “Türk”türler, ne de “Kıbrıslı”dırlar. Onlar “Kıbrıslı Türkt”ürler.
KTÖS’nın “Ankara ne paranı ne de memurlarını istemiyoruz” çıkışı ile, Talat’ın “benim anavatanım Kıbrıs’tır” söyleminin paralelliği, sokaklara dökülen onbinlerce insanın bilinçli/bilinçsiz talebini ifade etmektedir. Kıbrıslı Türkler, Türkiye Devleti tarafından yönetilmemek için, kendi iradelerine sahip olmak amacıyla sokaklara döküldürler. Bunun, 40 bin kişilik bir orduyu karşılarına almak yerine AB’ye girerek gerçekleşebilecek kestirme bir yolu olduğunu umdular. Annan Planına “hayır” diyen Kıbrıslı Elenlerin yardım elini kendilerine uzatmadığını, onları bu bataklıktan çekip çıkarmadığını düşündüler. Ve TC ile özdeşleştirdikleri Denktaş-UBP hegomonyasından, CTP aracılığıyla kurtulmayı ümit ettiler. Hayal kırıklığını yaratan olgu burada yatmaktadır. Evet Kıbrıslı Türklerin çarpılmış bilincinde Kıbrıslı Elenler aleyhine şövenist konuşmalarda bulunmak anlaşılır olabilir. Hatta yeniden birleşme yerine “iyi komşuluk” söylemleri bile kendine bir zemin bulabilir. Ama TC Devleti ve onun memurları tarafından idare edilmeye devam etmek, kuşkusuz bir hayal kırıklığıdır.
Denktaş çevreleri ülke politikalarının değiştiğini söylerken yanlış tespitler yapmakta, CTP’nin artık kendi yerini aldığını kabullenememektedir. Evet CTP’nin politikaları şövenist ve neo-liberal karakterlidir. Ancak halkımız nezdinde hayal kırıklığı yaratan şey, tüm mücadelelerden sonra TC Devleti ile KKTC arasındaki ilişkilerin hiçbir şey olmamış gibi aynen sürüp gitmesidir. CTP’nin ihaneti de halkın hayal kırıklığının devrimci potansiyeli de burada yatmaktadır. Peki CTP yöneticileri bunun farkında değil midirler? Aslına bakılırsa farkındadırlar ve Kıbrıs Türk Halkının TC’den bağımsızlık arzusunu, “kaçak işçilerle mücadele” kisvesi altında sönümlendirmeye çalışmaktadırlar. Devletler arası bir meseleyi, insanlarla mücadeleye evrilterek ırkçı bir politika gütmektedirler. Devrimci bir potansiyeli, karşı-devrimin hizmetine sokan CTP yöneticileri, Kıbrıs Cumhuriyeti ile iyi komşuluk ilişkilerini gündeme alabilmektedir. Ancak TC Devleti tarafından belirlenmemek ve TC Devleti ile “iyi komşuluk ilişkilerine” girmek isteyen tabanının arzularını ırkçı bir politikaya doğru saptırmaktadır.
Bu oyunu bozmanın Kıbrıs Halkları kadar, Türkiye ve Yunan Halklarının dayanışmasını örmekten başka yolu yoktur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder