Hükümete
ve onun ana bileşeni olan CTP’ye karşı uzun bir süredir Kıbrıs Türk Halkı
içerisinde kolayca farkedilen genel bir huzursuzluk/hayal kırıklığı var. Bu
huzursuzluğun/hayal kırıklığının kaynağı konusunda çeşitli çevrelerin farklı
yorumları olduğu da bir gerçek.
Denktaş
ve UBP çevreleri; Kıbrıs Sorunu’nda geleneksel politikanın terkedildiğini iddia
ederek huzursuzluğun bundan kaynaklı olduğunu düşünüyorlar. Her ne kadar CTP
çevreleri geleneksel politikanın terkedildiğinin düşünülmesinden memnun olacak
olsalar da, böyle bir gerçeklik yoktur. CTP’nin yaptığı, parlamento-dışı
(kendisi dışarda aklı içerde) parlamentocu partilerin de iddia ettiği gibi eski
politikaları allayıp pullayıp aynen devam ettirmekten ibarettir.
Bu
noktada halkta yükselen tedirginlik ve CTP’ye mesafeli durma tavrının Kıbrıs’ın
yeniden birleştirilmesi mücadelesinin yavaşlamasından kaynaklı olduğu iddiaları
vardır. CTP yöneticileri özellikle Annan Planı sonrası, milliyetçi ve şöven
söylemleri yükseltirken, aynı anda “barış siyasetinden vazgeçmediklerini” ancak
artık “birlikte yaşamaktan değil, iyi komşuluk ilişkilerinden bahsetmek
gerektiğini” söylemektedirler. Bu söylemlerin halkımızın geniş kesimlerini
rahatsız ettiği iddiaları ne yazık ki doğru değildir. Aksine milliyetçi ve
şöven söylemler Kıbrıs Türk Halkı içinde her geçen gün daha da çok zemin
bulmakta, karşılık görmektedir. Kıbrıslı Elenlerin Annan Planı’na “hayır”
demesinden tutun da, İngiliz Okulu’nda gerçekleşen faşist saldırılara, Kıbrıslı
Elenlerin mallarını alıp-satanlara yönelik gerçekleşecek yasal düzenlemelere
kadar her yeni gelişme ada halklarını kardeşçe ilişkilerden uzaklaştırma
yolunda mesafe kaydetmektedir. Geçişlere yönelik tedirginlik, saldırıya uğrama
ve tutuklanma korkusu ve “Elenofobia” halkımız saflarında dalga dalga
yayılmaktadır. Bu da CTP’nin bu konulardaki yangına körükle gitme siyasetinin
tepki değil ilgi gördüğünün göstergesidir. Kısaca parlamento-dışı parlamentocu
partilerin (BDH dahil) iddialarının aksine, halkta oluşan CTP’ye yönelik
tepkinin kaynağını Kıbrıslı Elenlere yönelik tepkisel siyaset
oluşturmamaktadır.
Baraka’nın
bir süreden beridir sürdürdüğü; eğitim ve sağlık başta olmak üzere kamusal
kazanımların sermayeye peşkeş çekilmesine karşı direnç merkezleri yaratma
siyaseti, uzun vadede bir çıkış sağlama potansiyeline sahiptir. Ancak halkımızda
oluşan rahatsızlığın kaynağının neo-liberal politikalar ve CTP’nin bir sermaye
partisi olmaya doğru hızlı dönüşümü olmadığını da kabul etmek gerekir. Eğitim,
sağlık, elektrik, ulaşım gibi kamusal hakların yağma ve talanında sermaye ile
işbirliği yapan bir CTP’nin varlığı gerçektir ama, nispi bir refah ortamında
neo-liberal ideolojinin hegomonyası altında bir Kıbrıs Türk Halkı olgusu da
yadsınamayacak bir başka gerçektir.
Denilebilir
ki, muhafazakar sağcılar geleneksel politika değiştiği için, parlamento-dışı
parlementocu partilerin tabanı Kıbrıslı Elenlere yönelik şövenist söylemlerden
dolayı ve biz de neo-liberal politikalar gerekçesiyle CTP’ye mesafeliyiz. Bu
söylem bir kısım insanın duruşunu açıklamakla birlikte, politikaya ilgisiz
halkın büyük bir çoğunluğunun duruşunu açıklamaz. Elbette her kesim kendi
savunduğu siyaseti halka mal etmeye, bu çerçevede ideolojik bir hegomonya tesis
etmeye çalışacaktır. Ancak verili durumda tepkisini politik bir dille formüle
etmemiş geniş halk kesimlerinin mesafeli duruşu nereden kaynaklanıyor, bunun
devrimci bir temeli var mıdır? Eğer varsa kendi tezimizi bu temelle
ilişkilendirmemiz gerekmez mi? Tüm bunları anlamak için Kıbrıs Türk Halkı
olgusuna daha yakından bakmak gerekir.
Kıbrıs’ta
uzun yıllar birlikte yaşamanın getirdiği “Kıbrıslılaşma” olgusu 1930’lardan
itibaren yavaş yavaş ve 1950’lerle birlikte sistematik olarak hasara uğradı.
1950’lerden sonra tek halk olmaya doğru ilerleyen iki toplum yerine, birbirini
ötekileştirmeye başlayan iki toplumdan bahsedebiliriz. Bu süreçte emperyalizmin
kendi arasındaki çıkar çatışmaları kadar (İngiliz sömürgeciliğine karşı ABD
yeni-sömürgeciliği) iki toplumun liderliklerinin sınıfsal çıkarları da
belirleyici oldu (Enosis’e dayalı Kıbrıs Elen Burjuvazisinin politikalarına
karşı Taksim’e dayalı Türk Çarşısı oluşturma projesi). 1960 yeni-sömürgeciliğin
zaferinden sonra, ötekileştirme doruk noktasına varırken, bugünün Kıbrıs Türk
Halkı kendini yalnızca “Türk” olarak tanımlıyor ve Türkiye’deki Türklerden
hiçbir farkı olmadığını düşünüyordu. 1974 Kıbrıslı Elenlerin Yunanistan ile
olan ilişkilerinde geri dönülmez kopuşlara vesile oldu. Ama aynı zamanda
Kıbrıslı Türklerin, “Türk”lüğün başına “Kıbrıslı”lığı da eklemeleri sürecini
başlattı. İşte 1974 sonrası adım adım ilerleyen ve TC Devleti’nin Kıbrıs’taki
işgaline karşı “Kıbrıslılığını” ön plana çıkaran muhalefet hareketi bu noktada
kavranmalıdır. Kıbrıslı Türkler, Kıbrıslı Elenlerle karşılaştıklarında “Türk”,
Türkiye Türkleri ile karşılaştıklarında “Kıbrıslı” olduklarını
hatırlamaktadırlar. Onlar ne “Türk”türler, ne de “Kıbrıslı”dırlar. Onlar “Kıbrıslı
Türkt”ürler.
KTÖS’nın
“Ankara ne paranı ne de memurlarını istemiyoruz” çıkışı ile, Talat’ın “benim
anavatanım Kıbrıs’tır” söyleminin paralelliği, sokaklara dökülen onbinlerce
insanın bilinçli/bilinçsiz talebini ifade etmektedir. Kıbrıslı Türkler, Türkiye
Devleti tarafından yönetilmemek için, kendi iradelerine sahip olmak amacıyla
sokaklara döküldürler. Bunun, 40 bin kişilik bir orduyu karşılarına almak
yerine AB’ye girerek gerçekleşebilecek kestirme bir yolu olduğunu umdular.
Annan Planına “hayır” diyen Kıbrıslı Elenlerin yardım elini kendilerine
uzatmadığını, onları bu bataklıktan çekip çıkarmadığını düşündüler. Ve TC ile
özdeşleştirdikleri Denktaş-UBP hegomonyasından, CTP aracılığıyla kurtulmayı
ümit ettiler. Hayal kırıklığını yaratan olgu burada yatmaktadır. Evet Kıbrıslı
Türklerin çarpılmış bilincinde Kıbrıslı Elenler aleyhine şövenist konuşmalarda
bulunmak anlaşılır olabilir. Hatta yeniden birleşme yerine “iyi komşuluk”
söylemleri bile kendine bir zemin bulabilir. Ama TC Devleti ve onun memurları
tarafından idare edilmeye devam etmek, kuşkusuz bir hayal kırıklığıdır.
Denktaş
çevreleri ülke politikalarının değiştiğini söylerken yanlış tespitler yapmakta,
CTP’nin artık kendi yerini aldığını kabullenememektedir. Evet CTP’nin
politikaları şövenist ve neo-liberal karakterlidir. Ancak halkımız nezdinde
hayal kırıklığı yaratan şey, tüm mücadelelerden sonra TC Devleti ile KKTC
arasındaki ilişkilerin hiçbir şey olmamış gibi aynen sürüp gitmesidir. CTP’nin
ihaneti de halkın hayal kırıklığının devrimci potansiyeli de burada
yatmaktadır. Peki CTP yöneticileri bunun farkında değil midirler? Aslına
bakılırsa farkındadırlar ve Kıbrıs Türk Halkının TC’den bağımsızlık arzusunu,
“kaçak işçilerle mücadele” kisvesi altında sönümlendirmeye çalışmaktadırlar.
Devletler arası bir meseleyi, insanlarla mücadeleye evrilterek ırkçı bir
politika gütmektedirler. Devrimci bir potansiyeli, karşı-devrimin hizmetine
sokan CTP yöneticileri, Kıbrıs Cumhuriyeti ile iyi komşuluk ilişkilerini
gündeme alabilmektedir. Ancak TC Devleti tarafından belirlenmemek ve TC Devleti
ile “iyi komşuluk ilişkilerine” girmek isteyen tabanının arzularını ırkçı bir politikaya
doğru saptırmaktadır.
Bu oyunu bozmanın Kıbrıs Halkları kadar, Türkiye
ve Yunan Halklarının dayanışmasını örmekten başka yolu yoktur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder