Baraka Kültür
Merkezi adına Münür Rahvancıoğlu, Hüseyin Alasya'nın kendileri ile ilgili
olarak yönelltiği iddialara cevap verdi. Baraka Kültür Merkezi'nin cevabı
şöyle:
"17 Mayıs
Pazartesi sabahı, Posta FM’de yayınlanan Can Sarvan’la Sabah Postası programına
konuk olarak katılan, Hüseyin Alasya isimli kişi, derneğimiz Baraka Kültür
Merkezi’ni de dahil ettiği bazı iddia ve ithamlarda bulunmuştur. Söz konusu
programın konuşma dökümleri Kıbrıs Postası haber portalında http://www.kibrispostasi.com/index.php/cat/35/news/35894/PageName/KIBRIS_HABERLERI
linkinde görülebilir.
linkinde görülebilir.
Baraka olarak
Hüseyin Alasya’nın iddia ve ithamlarına yanıt vermezden önce; kendisi
tarafından yapılan “istediğimiz ortamda tartışma” davetini büyük bir
memnuniyetle kabul ettiğimizi vurgulamak isteriz. Kendisi ile tarafsız herhangi
bir ortamda (televizyon, radyo, konferans salonu vb.) bizimle ilgili istediği
her şeyi konuşmaya açık olduğumuzu büyük bir hevesle duyururuz.
Hüseyin Alasya,
Baraka Kültür Merkezi’nin Türkiye’yi Kıbrıs’ta işgalci olarak nitelediğini
söylemektedir. Bu çerçevede de Baraka ile Kıbrıs Cumhuriyeti yetkililerinin
söylemlerinin aynı zeminde olduğunu söyleyerek aslında ne Kıbrıs sorununu ne de
Baraka’nın bu soruna bakışını anlamadığını göstermektedir.
Baraka Kıbrıs
adasının sadece kuzeyinin değil bir bütün halinde tamamının işgal altında
olduğu olgusunu vurgular. Baraka bu işgalin Türkiye ve Yunanistan gibi
emperyalizmin yeni-sömürgeleri tarafından değil, bizzat emperyalistlerin
kendisi ABD-AB tarafından yaratıldığı gerçeğini her zaman söylemlerinde önde
tutar.
Yunanistan ve
Türkiye gibi devletlerin Kıbrıs halklarının işgal altında tutulmasındaki rolü
sadece emperyalizmin el ayak işlerini gören birer taşeron olmalarından ileri
gelir. Bugün Türkiye Cumhuriyeti kendi halkının isteği aleyhine Afganistan’da
nasıl işgalci ABD’nin taşeronluğunu yapmaktaysa, aynı şekilde Kıbrıs’ta da
kendisine verilen rolü oynamaktadır.
Buradan hareketle
biz Baraka’cı devrimciler olarak Türkiye’ye işgalci değil, bizce daha ağır
olmak üzere, işgalcinin taşeronu demekteyiz. İşgalin esas kaynağı ABD ve AB
ülkeleriyken, işgalci adına ada halklarını birbirine düşman eden taşeronlar
Türkiye ve Yunanistan da elbette kendi konumlarından belli çıkarlar
sağlamaktadırlar.
Ama bu onları esas
özne yapmamaktadır. Türkiye’nin ve Yunanistan’ın adamızda hiçbir yasal
gerekçeye değil emperyalistlerin fiili desteğine dayalı olarak bulundurduğu
askeri, ekonomik, sosyal ve kültürel nüfuz, bal tutan parmak yalar misali
avantajlar yanında, iki eski imparatorluğun (Osmanlı ve Bizans) anısını canlı
tutarak alt-emperyalist duyguların tatminine de hizmet etmektedir.
Türkiye’nin
Kıbrıslı Türk halkını “sizi biz kurtardık” söylemi ve duygulanımı altında
kendisi ile ilgili hiçbir konuda karar veremez bir konuma iteklemesinin en
görünen örneklerinden birisi olan Polis Sınavı rezaletinde takındığımız tavır;
halkımızın onurunu ayaklar altına alan bir dış odağa kararlı bir cevaptır.
Bu cevap gerekli
yerlerden gerekli şekillerde doğru algılanmıştır. Ancak Hüseyin Alaysa gibi
görevlendirilmiş kişiler aracılığıyla mesajımızın bozulması çabaları hala devam
etse de halkımız tarafından içtenlikle benimsenmiştir. Yazılı sınavda başarılı
olan, spor sınavında kendisini ispatlayan Kıbrıslı Türk gençlerin, kendi polis
teşkilatımıza alınıp alınamayacağına bizim karar veremeyeceğimiz yönünde
hareket eden bir devlet; eğer bu hareketini “sizi biz kurtardık” söylemine
dayandırıyorsa, o zaman kendine “buyur al diyetini” demek her onurlu halkın
yapması gereken şeydir.
Alasya’nın “Elçilik
önüne kanlı kol atmak” olarak tarif ettiği bu eylem, Ömer Seyfettin’in DİYET
öyküsünün bir canlandırmasından ve irademizi bize layık görmeyenlere
kararlılığımızın gösterilmesinden ibarettir. Bu bağlamda kendi kaderini tayin
etmek konusunda dünyadaki her halk kadar basiret sahibi olan Kıbrıslı Türk
halkının, kimseye şükran çekecek bir onursuzlukta değil ama Türkiye dahil
dünyanın her ülkesi ile onurlu bir eşitlik temelinde ilişki kurmasından yana
olan Baraka; söz konusu eylemi gururla sahiplenmektedir.
Bu eylem, bu adada
onuru ile yaşamak isteyen Kıbrıslı Türkleri değil yalnız ve yalnız bu halkı başka
bir devlete kul köle yapmak isteyen şükrancıları rahatsız edebilir, nitekim de
etmiştir. Hüseyin Alasya’nın uzlaşmacılık, çatışmadan uzak olmak gibi
beyanatlarını da hayretle okuduk. Kendisinin, 2008 yılında Çağlayan Parkı’nın
adının Kıbrıslı Türklerin iradesine rağmen değiştirilmesini savunduğunu,
Lefkoşa’ya Lefkoşe dediğini, bunu hayretle karşılayan kişilere LTB Meclis
toplantısında kameraların önünde ARKADAN VURDUĞUNU unutmuş değiliz.
Bu ülkenin
başkentinin kendisinin çok savunduğunu iddia ettiği yasal ismini bilerek yanlış
telaffuz eden ve sonra da buna tepki gösteren kişilere arkadan vuran bir
kişinin; kışkırtıcılıktan ve uzlaşmacılıktan bahsetmesi bize bir hayli
dokunaklı gelmiştir.
Hüseyin Alasya’nın söyleşisinde birçok tarih, isim,
olgu ve yaklaşımda yanlışlıklar söz konusudur. Ancak cevap yazımızı uzatmamak
için bunlara değinmiyoruz. Kamuya açık bir şekilde kendisi ile (bizzat kendisi
ile) tartışmak istediğimizi tekrar ediyoruz. Böylesi bir tartışma kendisi gibi
güce tapan kişilerin saldırgan davranışlar içerisinde olmalarının temel
nedeninin bilgiden ve fikirden yoksun olmaları olduğunu halkımıza çok daha net
bir şekilde gösterecektir".
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder