1 Temmuz 2010 Perşembe

Belediyeyi Şirket Gibi Yönetmek…



Taşeron çalıştırma sadece ülkemizde değil, tüm dünyada son yılların modası haline gelmiş bulunuyor. Bu yazıda taşeron çalıştırma uygulamasının yerel yönetim birimlerindeki karşılığını tartışacağız. Ancak taşeron uygulamasının sadece yerel yönetimlerde değil, kamuda ve özel şirketlerde de yaygın olduğunu belirtmeliyiz.

Taşeron nedir? En genel anlamıyla ve bizim bu yazıda sözünü ettiğimiz uygulamalar bakımından taşeron çalıştırma; bir işin meydana gelmesini isteyen ana aktörün (veya işin esas sahibinin) işin bir kısmını veya tamamını, sadece işçilik veya işçilik ve malzeme bakımından başka bir işletmeye para (veya başka menfaatler) karşılığı yaptırmasıdır. Neo-liberal çalışma düzeninin; sendikasızlaştırma, esnek çalışma, fazla ve düşük ücret karşılığı çalıştırma, güvencesiz çalıştırma gibi hedeflerinin uygulanabilmesi ve kar oranlarının yükseltilmesi için en az özelleştirme kadar sık başvurulan bir uygulamadır. Taşeron uygulamasının özelleştirmeden farkı, özelleştirme uygulamasında iş tamamen özel firmaya devredilirken taşeron uygulamada, yürütülen işin kamusal bir iş ve kamu sorumluluğunda kalmasına rağmen, işin özel firmalar tarafından yürütülebilmesine imkan sağlamasıdır. Çoğu zaman taşeron uygulaması özel firmalar için daha karlıdır. Çünkü işin riskleri tamamen kamu kuruluşuna aittir ve taşeronun geliri neredeyse garantidir. Diğer yandan kar marjları taşeron uygulamada özelleştirmeye göre daha düşüktür. Bu sebeplerle taşeronluk ya zarar riskinin çok yüksek olduğu ya da çeşitli sebeplerle özelleştirmenin henüz hayata geçirilemediği alanlarda yürütülür.
Biz hiç fark etmesek bile hayatımızın her alanına sızmış bulunan taşeron uygulamasına bazı örnekler verelim: Ülkemizde “kurumsallaşmış” diye nitelenen, yüksek kar marjlarına sahip özel şirketlerden örneğin Kuzey Kıbrıs Türkcell’in temizlik ve güvenlik elemanları, reklam işleri vb. taşerondur. Bunun gibi, Devlet Hastanesinin temizlik, yemek, güvenlik vb. işleri taşeron firmalara yaptırılmaktadır. Ve belediyelerde de inşaattan, temizliğe, ilaçlamadan, kaldırım boyamaya kadar hemen her iş yavaşça taşeron firmalara kaymaktadır.
Taşeron uygulamasının savunulması sırasında sıklıkla başvurulan argüman; personel giderleri için yapılan harcamaların taşeron uygulaması sayesinde düştüğü, böylece ortaya çıkan fazla paranın yine yatırım olarak halka geri döndüğüdür. İsterseniz bu kuyruklu yalanın izini biraz takip edelim. “Personel giderleri için yapılan harcamaların düşmesi” diye ifade edilen, aslında doğrudan doğruya çalışanların cebine el atılması ve bu yolla para tasarrufunda bulunulmasıdır. Devlet, belediye veya kurumsal özel şirket gibi göz önündeki kuruluşların çok düşük ücretlerle personel çalıştırması mümkün değildir. Devlet ve belediyelerde sendikanın varlığı ve toplu sözleşme düzeni, kurumsal özel şirketlerde ise prestij kaygısı, müşteri tepkisi ve sendikalaşma riski buna engeldir. Mayıs 2010 ayı içinde (muhtemelen sendikasız ve güvencesiz çalışanlar aracılığı ile) Gönyeli’deki tüm evlere dağıtılan Gönyeli Belediyesi’nin Resmi Dergisi GÖNYELİ’nin 34. Sayfasında 2005 yılında bütçede %86 yer kaplayan personel giderlerinin, 2010 yılında %50 oranına gerilediğinden gururla söz edilmektedir. Oysa aynı dönem içinde belediyenin yaptığı hemen her işte bir yükselme olduğu da yazılmaktadır. Yapılan iş artarken, personel maaşlarının azalmasının tek bir izahatı olabilir, o da daha çok personelin daha az maaşla çalışmasıdır. Böylesi bir çalışma biçimini hiçbir sendikalı belediye çalışanı kabul etmeyeceğine göre ortaya çıkan tablo taşeron uygulamasının ürünüdür. Nitekim Gönyeli Belediyesi neredeyse tüm hizmetlerini taşeron firmalar aracılığı ile veren bir belediyedir.
Neo-liberal tüm uygulamalarda olduğu gibi bu konuda da öncülüğü CTP’li belediyeler yapmaktadır. Özellikle Mağusa Belediyesi’nin yıllardan beridir “bir şirket gibi yönetildiği”      bizzat belediye başkanı Oktay Kayalp tarafından ifade edilmektedir. CTP yönetiminin son yerel seçimlerde “yerel yönetimlerde CTP bir markadır” şeklindeki söylemi de gerçekten şirketçilik mantığına “cuk” oturmuştur. Marka olmayı övünülecek bir şey gibi sunan bu parti, aslında marka felsefesinde “üretimin pis bir iş” olarak görüldüğünü, gerçek bir marka haline gelen tüm şirketlerin sadece beyin takımı olan dar bir ekiple çalıştığını ve geriye kalan her işi taşeronlara yaptırdığını çok iyi bilmektedir. Bu konuda en bilinen örnek Swatch firmasının “biz saat satmıyoruz, zaman felsefesi satıyoruz” yaklaşımıdır. Coca Cola, Microsoft, Nike gibi markaların tüm üretim tesislerinin ekolojik ve sendikal düzenlemelerin neredeyse hiç olmadığı (tercihen askeri cuntalar veya diktatörlüklerle yönetilen) yeni-sömürge ülkelerde veya her türlü yasal düzenlemenin yasak olduğu Serbest Üretim Bölgeleri’nde gerçekleşmesi de, markaların üretim süreci ile değil sonuçla ilgilenmesinin en basit örnekleridir. Bu bağlamda CTP’nin bir marka olması, sadece “emek en yüce değerdir, o halde ne kadar sömürsek azdır” yaklaşımı ile izah edilebilir.
Taşeron uygulaması, sadece taşeron firmaların çalışanlarının değil sendikalı çalışanların da olumsuz etkilendiği bir sürece yol açar. Çalışma alanında taşeron çalışan (düşük ücretli, sendikasız, iş güvencesiz, her saat işe gelmeye hazır, mesai ücreti talep etmeyen) personel sayısı arttıkça, sendikaların mücadeleciliği de törpülenir. Üstelik hak mücadelesi yürüten sendikaların grevlerinin etkinliği de düşer ve zamanla sendikalar düşük kalifikasyondaki çalışanların üzerinde gereksiz birer yük haline gelerek ya sadece orta kademe yöneticilerinin örgütü haline gelirler ya da tamamen yok olurlar. Taşeron firmalar tarafından ele geçirilen her iş, sendikalı olarak yürütülebilecek işlerin toplumdan koparılmasıdır. Ne yazık ki sendikalar sadece mevcut çalışanları kadrolu görevlerde tuttukları örnekleri başarı kabul etmektedirler. Mesela Lefkoşa Türk Belediyesi’nde ulaşım biriminin tasfiyesi ve Lettaş’ın kurulması sırasında mevcut sendikalı şoförler Temizlik Birimi’ne aktarılmış, BES de bunu bir kazanım saymıştır. Oysa Temizlik Birimi’nde mevcut personel sayısı sabit kalmak kaydıyla halen otobüsleri kullanan şoförler sendikasızdır. Yani bir çalışma alanı sendikadan arındırılmış, sendika fiili olarak küçültülmüştür.
Bir alanda yürütülen işlerin sendikalı işçilerce yapılması, toplum menfaatine en uygun olanıdır. Sendikalar sadece çalışanların maaş ve ücretleri ile ilgilenmezler. Ki öyle bile olduğunda gerçek maaşlar üzerinden yapılan yatırımlar, vergi, sigorta, ihtiyat sandığı gibi kalemler aracılığı ile zaten yine topluma döner. Ama sendikalar, malzemenin kalitesi, işin toplumsal anlamda yararlı olup olmadığı, kaynakların verimli kullanılıp kullanılmadığı gibi konularda da duyarlılık sahibi ve toplumdan taraf kurumlardır.
Kısacası sadece konumuz olan belediyeler açısından bile konuşacak olsak; belediyelerin kar amacı güden birer marka, şirket gibi değil, halkın haklarını realize etmekle yükümlü yapılar olarak düşünülmesi gerekmektedir. Belediyeler, sadece sunduğu hizmetler aracılığı ile değil, bu hizmetleri sunarken yarattığı kaliteli istihdam biçimleri ile de halkın çıkarlarını gözetmelidirler. Bugün birçok belediyede kayıt dışı çalışan yabancı uyruklu ucuz iş gücünün varlığı, gerçek bir markalaşma yolunda hızlı adımlarla ilerlediğimizin göstergesidir. Böylece bizlerin de yerel iktidarın sahipleri konumundan, bir şirketin müşterileri ve tüketiciler konumuna sürüklenmemiz hız kazanmaktadır. Bu durumda ya zaten bize ait olan belediyeleri kapitalist ideolojiden temizlemek için mücadele edeceğiz ya da uysal tüketiciler gibi reklamları dinleyip faturalarımızı ödeyeceğiz. Ya yerel iktidarın özneleri olmayı hak ettiğimizi haykıracağız ya da ruhumuzu en uygun fiyatı verene 4 yıllığına kiralamaya devam edeceğiz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder