1 Nisan 2011 Cuma

Bağımsızlık Mücadeleleri ve Sosyalistler



Sosyalizm mücadelesi temel olarak enternasyonalist bir mücadeledir. Feodal toplumdan kapitalist sisteme geçiş sürecinde işçi sınıfının bağımsız bir politik özne olarak tarih sahnesine çıkışı, enternasyonal dayanışmayı ve eş zamanlı olarak sosyalizm mücadelesini de gündeme taşıdı. Bu bağlamda özellikle emperyalist çağın (1900’lü yıllar) başlarına kadar sosyalizm tartışmaları ağırlıklı olarak ileri kapitalist ülkelerin gündeminde yer buldu. Sömürge ülkelerde sosyalizm tartışmalarının başlaması ise; bağımsızlık mücadelelerinin yükselmesi ve bu mücadeleler içinde siyasal bir özne olarak işçi sınıfının biçimlenmesi ile paralel bir seyir izler.
Demek ki sosyalizm, günümüzün emperyalist ve yeni-sömürge ülkelerinin gündemine farklı tarihsel dönemlerde ve farklı politik-ekonomik koşullar altında girmiştir. Ve emperyalist ülkelerin her birinin kendi özgün koşullarında yürütülecek sosyalizm mücadelelerinin bazı farklılıklar içermesi gerektiği gibi; genel olarak emperyalist ülkelerin işçi sınıfı ile yeni-sömürge ülkelerin işçi sınıflarının yürüteceği mücadelelerde farklılıklar olması da doğaldır. İşte bağımsızlık sorunu, emperyalist ülkeler ile yeni-sömürge ülkeler arasındaki bu farklılıklardan biridir.
Kapitalizmin 1. Emperyalist Bunalım Dönemi aynı zamanda (Osmanlı İmparatorluğu, Çarlık Rusyası, Avusturya Macaristan İmparatorluğu gibi) çokuluslu imparatorlukların da dağılma süreci ile çakışmıştır. Bu süreçte tekelci sermaye, imparatorlukların parçalanıp yarı sömürgelere dönüştürülmesi (klasik sömürgecilik) politikasını uygulamaya koyarken, dünya sosyalist hareketi de demokratik devrim programını geliştirmiştir. Bu programın en bilinen ilkesi “halkların kendi kaderlerini tayin hakkı”dır. 2. Paylaşım Savaşı’nın sona ermesi ile birlikte klasik sömürgecilik sistemi krize girmiş ve artan ABD hegemonyası ile birlikte dünya emperyalist sistemi klasik sömürgecilikten yeni-sömürgecilik politikalarına doğru ilerlemeye başlamıştır. Klasik sömürgecilik sisteminin içine girdiği kriz (ekonomik boyutları bir yana bırakılırsa) kendisini en belirgin bir şekilde ulusal kurtuluş mücadelelerinde (bağımsızlık savaşlarında) göstermiştir. Daha önce sömürgeleştirilen halklar, bağımsızlık için ayaklanırken, ekonomik olarak bağımlı siyasal olarak da görünüşte bağımsız devletler oluşturularak dünya emperyalist sistemi yeniden yapılandırılmaya çalışılmıştır. Dünya sosyalist hareketinin bu dönemde sömürge-yarısömürge-yenisömürge ülkelerdeki politikası tam bağımsızlık şeklinde olmuş, demokratik devrim programının birçok öğesi bu bağlamda yol gösterici nitelik arzetmiştir. Ancak demokratik devrim mücadelesinin kendi dönemi içerisinde bazı politik-stratejik-sınıfsal biçimlere öncelik verilmesi gibi, ulusal bağımsızlık mücadelelerinde de farklı önceliklerin yer bulduğunu vurgulamak gerekiyor.
İşte sosyalistler arasında bağımsızlık (bağımsızlık mücadeleleri) konusu böylesi bir tarihsel bağlamda tartışılmaya başlanmıştır. Günümüzde yeni-sömürgecilik sisteminin içerisine girdiği kriz ve neo-liberal 4. Bunalım Dönemi koşullarında bu tartışmalar yeni yeni boyutlar da kazanmaktadır. Ulusal bağımsızlık konusu ile ilgili en çok öne çıkan tartışma başlıklarına dair genel hatları ile bir çerçeve çizmek gerekirse bunlar: Bağımsızlık-sosyalizm ilişkisi, bağımsızlık mücadelesinde önderlik sorunu ve ulusal bağımsızlık-enternasyonalizm tartışmalarıdır. Bazı sosyalist akımlar bağımsızlık kavramına mesafeli yaklaşırken, bunun burjuva bir talep olduğunu, işçi sınıfının kurtuluşunu değil burjuvazinin taleplerini temsil ettiğini iddia etmektedirler.
Bağımsızlık mücadelelerinde önderlik sorunu aslında çok uzun bir süredir ortadan kalkmış durumdadır. Gerçi hala bu konu üzerinden bazı tartışmalar yürütülmeye çalışılsa da günümüzde bağımsızlık mücadelelerine burjuvazinin bırakın önderlik etmeyi, katılımı bile sınırlı orandadır. Geçmişte de sosyalistler açısından ulusal bağımsızlık mücadelesinin önderliğinin emekçi sınıflar tarafından yürütülmesi gerektiği net idi. Özellikle Sovyetler Birliği Komünist Partisi tarafından bellirlenen revizyonist akımın, “milli burjuvazi” önderliğinde bağımsızlık tezi, devrimciler tarafından hem teorik hem de pratik düzlemde mahkum edilmiştir. Tarihin çok kısa bir aralığında gerçek anlamda var olmuş “milli burjuvazilerin” bağımsızlık mücadelesini kendi kapitalist cennetlerini yaratmaktan ve aslında emperyalist sistem ile daha uygun koşullar altında işbirliğine girmekten öte herhangi bir anlamda sahiplenmedikleri açık bir olgudur. Bu yüzden de bağımsızlık mücadelesi ne (hangi türden olursa olsun) burjuvazinin önderliğine bırakılabilecek ne de burjuva demokratik devrim aşamasında bitirilecek bir içerikte kavranamaz. Dahası sömürge ülkelerin eşitsiz gelişim koşulları altında sosyalizme ilerletilmeyen kazanımlarının kalıcı olamayacağı, sosyalist içerikten arındırılmış gerçek (tam) bağımsızlığın mümkün olamayacağı da ortaya çıkmış gerçeklerdir. Ama bunu söylüyor olmak bağımsızlık mücadelesinin gereksiz olduğu, tek başına sosyalizm mücadelesinin yeterli olacağı anlamına gelmemektedir. Bağımsızlık sosyalizmin kurulabilmesini sağlayacak ana zemindir ve bağımsızlık yolundan geçmeyen hiçbir devrim sosyalizme varmayı hayal edemez. Bu bağlamda bağımsızlık ve sosyalizm birinden birinin tercih edileceği farklı seçenekler değil, birbirini bütünleyen olgular olarak kavranmalıdır. Ne bağımsızlığı atlayarak sosyalizme varmak ne de sosyalizme ilerlemeden bağımsız kalmak mümkündür. Burjuvazinin belli bir kesiminin enternasyonal dayanışmayı dışlayıcı, anti-emperyalist söylemlerle şekillenmiş ama anti-kapitalist içerikten yoksun bir sözde bağımsızlık söylemine sahip olduğu inkar edilemez. Türkiye’de İşçi Partisi ülkemizde de Demokrat Parti tarafından dillendirilen böylesi retorikler, tam anlamı ile birer gözboyama taktiğidir. Dünyadan yalıtılmış, tek ülkenin sınırlarına indirgenmiş bir “bağımsızlık” anlayışı her yönü ile çarpıktır.
Bağımsızlık başka ülkelerle ilişki içerisinde olmamak demek değil, onurlu ilişkiler içerisinde olmak demektir. Bağımsızlık başka ülkelerle kurulacak her ilişkide bu ilişkinin derecesini, niteliğini, biçimini ve yöntemini eşitlik-özgürlük-dayanışma ve enternasyonalizm çerçevesinde şekillendirebilecek iradeye sahip olabilmek demektir. Bu anti-kapitalist bir içeriğe sahip olmadığı her noktada, kapitalizmin kendi iç dinamiklerinin doğal bir sonucu olarak ya emperyalist hegemonya ilişkilerinin yeniden üretilmesi ya da dünyadan yalıtık bir içe kapalılık anlamına gelecektir. Sosyalistlerin bağımsızlık anlayışı ise özünde bireye bakışları ile paralel şekillenir: “Bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder