9 Kasım 2011 Çarşamba

Memurdan Devrimci Olmaz...



“Polis dedi: Bu adam yankesici.
Sütçü dedi: Hem de topal.
Hanna dedi: Bundan ne çıkar?
Erkeğim benim o.
Benim canım onu çeker.”
Bertolt Brecht

Son zamanlarda çok sık karşılaştığım bir iddia var...
“Memurdan devrimci olmaz”, diyor bir çok tanıdık... Üstelik çok da eminler bu söylediklerinden...
Hatta iddialarını kanıtlama ihtiyacı dahi hissetmiyorlar. Çok bilinen, herkesçe paylaşılan ve doğruluğu tartışmasız bir fikri dile getirmenin rahatlığı seziliyor yaklaşımlarında...
Biraz daha agresif olanları, küçümseyici bir tonda kullanıyor bu ifadeyi; “memur devrimciler sizi...”

Komik de bir hava yok değil hani bu yaklaşımlarında...
Oldum olası anlayamamışımdır bu cümlelerde eleştirilenin ne olduğunu; “memur” olmak mı yoksa devrimcilik mi?
Kişi “memur” olunca, devrimci olmamalı mıdır? Yoksa devrimciler “memur” mu olmamalıdır?
İnsanın “memuriyeti” onun devrimciliğini etkilemekteyse, neden devrimciliği “memuriyetini” etkileyememektedir?
Belli ki adına “memurluk” denilen meslek, adına devrimcilik denilen yaşam tercihini kolayca biçimlendirebilecek kadar güçlüdür bu dostların gözünde...
Ancak kızgınlıkları “memurluğa” değil de daha çok devrimciliğe gibi geliyor bana...
“Memur” olmayan devrimci mi bulamıyorlar bilmem, ama hep “memur” devrimcileri küçümsüyorlar...
“Memurları” aşağılamıyorlar mesela, veya salt devrimci olduğu için özellikle övdükleri birisi de yok.
Tam aksine “memurun” geçim derdi, çalışma hayatındaki sıkıntıları falan çok önemli onlar için... “Oh olsun bu memurlara, sistemin işbirlikçileri sizi” diyenini duymadım daha...
Ama kişi hem memur hem de devrimcilik iddiasındaysa, vay haline...
İşte o zaman tanrının gazabı olup yağıyorlar gökten... Kısılan gözler ve alaycı sözlerle koyuyorlar evrensel ve eleştirilemez yargıyı: “Memurdan devrimci olmaz!”
Niye olmaz?
Bu evrensel bilginin bazı iyi niyetli sahipleri, bunu da izah ediyorlar, sağolsunlar...
“Çünkü memur, maaşını devletten alıyor...”
Ve bu derin açıklamadan sonra bile, hala şüphe edebiliyorsanız bu ulvi gerçekten; işte o zaman sizin aslında iflah olmaz bir insan olduğunuza kanaat getiren yüz ifadelerini buluyorsunuz karşınızda... Acıma mı, iğrenme mi belli olmayan; kibirle karışık bir mesafe yerleşiyor gözlerle çene arasına...
Yer yarılıp içine girseniz, Sarayönü’nde bağıra bağıra tövbe etseniz... Belki o zaman affedilebilirsiniz...
“Memurdan devrimci olmaz, çünkü memur maaşını devetten alıyor.”
Maaş aldığı yere göre mi değişir kişinin duruşu yaşam içindeki?
Mesela maaşınızı devletten değil Boyacı’dan alırsanız, olabilir misiniz devimci?
Ya da kendi işini yürüten bir esnaf mı olmak gerek, devrimciliğinizin tartışılmaması için?
Yoksa devrimci olmanın yegane koşulu, devrimciliği tartışmasız bir gazeteden maaş çekmek midir acaba?
Yani kişi, maaş aldığı yere biat etmek zorundaysa eğer; Boyacı neden muaf bundan da devlet değil?
Geçim derdinde ise memur onların dediği gibi, ve işler sürekli artarken maaşlar sabitse, ve hayat pahalılanıyorsa gitgide, ve bu sistem yanlışsa komple; memurun da emekçiden sayılmaması niye?
Çok soru sormak mıdır devrimciliğe halel getiren yoksa, herkesin doğrusunu benimseyip yeni bir şeymiş gibi tekrarlamak mı?
Sınıf ihaneti az görülmüş bir şey değil tarihte oysa...
Aristokratından küçük burjuvasına kadar binlerce devrimci kazandırdı tarih bizim saflara...
Bunlardan, devrim için seve seve kendini feda edeni de özünü özleyip halkın “öğretmeni” olmak isteyeni de çıkmadı değil...
Zaten yaşamı düz bir çizgi, safları siyah ve beyaz, devrimi lekesiz bir sayfa olarak algılayanlar da böyle gelmedi mi aramıza?
Püriten ahlak anlayışları, çelişkisiz yaşam arayışları, kendi kendilerini kırbaçlayışları, anlamsız umutları ve sonsuz karamsarlıkları ile kapılmadılar mı onlar da devrimin akıntısına?
Hoşgeldiler sefalar getirdiler yanımıza...
Çok renkli başlıklar eklediler tartışmalarımıza...
Sırf kendi varlıkları ile ispatlıdır devrimciliğin çekim gücü...
Adına sosyal refah devleti denilen iğrenç uzlaşma çözülür, “memur” her geçen gün daha da emekçileşirken... Devrimciliği hareketin “trafik polisliği” zannederek, kafasındaki püriten ahlak anlayışına göre “dur” veya “geç” işareti yapan dostların panik içinde olmaları ne kadar doğal...
Yaşam akıp gidiyor...
Ve tüm acımasızlığı ile siyahlara beyaz, beyazlara siyah katıyor hayat...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder