1 Ocak 2016 Cuma

Tarih Neden Önemlidir?

Lise yıllarımdayken “tarih” denildiğinde, aklıma Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluş ve gelişme dönemi, TC’nin kuruluşu ve 1963 olaylarının anlatımı dışında bir şey gelmezdi. Bütün bunları neden öğrenmem gerektiğini, ilerde ne işime yarayacağını veya o gün ne kadar anlamlı olduklarını ise bilmediğimi anımsıyorum...
İlerleyen yıllarda, tarihsel olay ve kişilikleri merak eden biri olmama rağmen; lise döneminde ısrarla ezberletilen bu başlıklardan uzun süre uzak durdum: 1453 İstanbul’un fethi, 1919 Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkışı, 21 Aralık 1963 Kıbrıs Cumhuriyeti’nin sonu...
Bir dost sohbetinde şöyle bir cümle geçtiğini anımsıyorum: “Lisede öğretilen tarih dersi değil, takvim dersi...” Olayların takvimde hangi gün gerçekleştiğini ezberlemeye dayalı bir tarih dersini, bundan daha iyi ifade eden bir anlatıma rastlamadım daha sonra...

***
Tarih nedir? İnsan varoluşunda nasıl bir yer tutar ve neden önemlidir?
İnsanlık daha yazıyı icat etmeden önce sorulmaya başlanmış; binlerce yıldan beridir de çeşitli açılardan cevaplandırılmaya çalışılan tartışmalara neden olmuş böylesi köklü soruların yanıtı bir çırpıda verilemez.
Ancak tarihin olup bitmiş olayların kaydedilmesinden ve hatırlanmasından ibaret bir disiplin olmadığını veya böylesi takvimleştirilmiş bir tarih versiyonunun anlamsızlığını; liseli bir insan dahi kolayca anlayabilir.
İnsanın binlerce yıllık varoluşunda, yüzlerce coğrafyada, milyarlarca insanın, onbinlerce konuda, yaptığı, söylediği, aktardığı, yıktığı, inkar ettiği, düşündüğü, söylediği, yazdığı, uydurduğu, ürettiği, hissettiği, tükettiği, yıktığı her şey tarihin konusudur...
Genel olarak tarihten; belli bir alanın örneğin sanatın tarihinden veya bir sanat disiplininin mesela müziğin tarihinden; üstelik bir müzik aleti olan gitarın tarihinden; dahası John Lennon’un gitarının tarihinden bahsedebiliriz. Ve tabii ki, tarih işi ile meşgul olunmasının da bir tarihi vardır, yani tarihçiliğin kendi tarihi...
***
Bu kadar büyük bir malzemenin içinden, hangi boyuta odaklanıldığı tarihçinin tercihleri ile ilgilidir. Ve odaklanılan boyutun içindeki hangi olayların kaydedilip hangilerinin silindiği, hangi olayların önemli, hangi olayların önemsiz kabul edildiği ve olguların arasındaki bağlantıların nasıl yorumlandığı da tarihçiye bağlıdır...
Bu sebeple, aslında tarihin “gerçek olaylara dayalı bir aktarım” değil, herhangi bir romandan farkı olmayan kurgulanmış bir eser olduğu iddia edilmiştir.
Postmodern bakış açısına göre; “herhangi bir tarihsel aktarımın gerçekten yaşanıp yaşanmadığını veya yaşananların aktarılanlardan ibaret olup olmadığını bilemeyiz. Her öznenin farklı bir gerçek algısı vardır ve evrensel bir tarih mümkün değildir. Bu sebeple de tarihin gerçekliği, romanın gerçekliğinden bile daha tartışmalıdır....”
Oysa bunun postmodernistlerin kendi gerçeklik algılarından ibaret olduğu o kadar açıktır ki...
Tarihi de bilimi de asla karşılanması mümkün olmayan standartlarla yargılayıp, bu standartlara erişemedikleri için reddetmek, sadece roman tadındaki postmodernizmin kurgusunda “gerçek” kabul edilebilir...
***
Her insan, bugün yapmakta olduğu bir şeyin geçmişte yaşadığı başka bir şey ile olan bağlantısı hakkında konuşabilir. Bugünkü arzularının, hedeflerinin, motivasyonlarının, kaygılarının ve korkularının geçmişteki bir yaşanmışlığa dayalı tarihini çıkarmayacak kimse yoktur. Bu kişisel tarihin, bugün ne olduğumuz ile olan bağlantısı kadar yarın ne olabileceğimiz veya ne yapmak istediğimiz ile olan bağlantısı da hepimiz için açıktır. Bu gerçektir...
Böylesi bir gerçekliği yaşamamış, daha sonra da sorgulayarak veya yeni deneyimlerin ışığında revize etmemiş herhangi bir kimse var mıdır?
Bir gün gelir ve farkederiz ki; önceki tarihimizde önemsemediğimiz, geride bıraktığımız bir “ayrıntı”, artık o kadar önemsiz görünmüyor. Bu ayrıntının hak ettiği önemi almasıyla birlikte, bütün yapının değiştiğini, gelecek veya bugüne dair motivasyonlarımızın yeni boyutlar veya farklı doğrultular kazandığını görürüz. Yani önceki gerçekliğimiz yerine başka bir gerçekliği koyarız.
Bu durum, iki gerçeklik arasında herhangi bir bağ olmadığı veya ikisinden birisinin daha az gerçek olduğu anlamına gelmez... Tam aksine, “bugün”ün içinde farklı bir “yarın” olanağının belirdiği ve bunun “geçmiş”teki nüvelerinin farklı bir anlam kazandığı anlamında gelir.
“Bilim kendini yadsıyarak ilerler” tanımlaması, tarih bilimi için de geçerlidir.
***
Liselerde hala tarih niyetine takvim okutuluyor. Osmanlı İmparatorluğu, TC’nin kuruluşu ve 1963 olaylarını ezberlemeye dayalı bu tarih; milliyetçi bir yarının güvencesi olabilsin diye geçmişten damıtılarak bugüne enjekte ediliyor...
Böylesi bir bir “bugün”e veya olası bir “yarın”a direnmek için; mücadeleyi tarih düzleminde de sürdürme gereği bundandır.
Toplumlar ne yaşamış olduklarınan, ne yaşamak istediklerinden ne de bugün yaşamakta olduklarından ibarettirler... “Yarın”ı değiştirebilmenin yolu ise; “bugün” yapacaklarımızdan geçer ve “bugün”ü anlamlandırabilmek için de “geçmiş”teki kökleri tanımamız gerekir.
İşte tarih, o köklere dair bir bilimdir. Kökü kaybedersek, sadece bugünü değil, yarını da kaybederiz.

İşte tarih bunun için önemlidir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder