Son ayların gündemine bakıldığında kökten bir
yarılma görülüyor…
Bir yanda bildiğimiz Kıbrıs sorunu, 15-20
Temmuz darbe-işgal süreci, görüşmeler, barış odaklı ve daha çok geleneksel medya
eksenli bir akış söz konusu…
Diğer yanda ise, Beleş Deniz, Reddediyoruz,
özelde sendikalaşma, ücretsiz eğitim ve ücretsiz sağlık hakkı, asgari ücret, Göç
Yasası, emeklilik yaşı, GAÜ maaş krizi ve ölümlü iş kazaları odaklı, daha çok
sokak eksenli eylemlilikler toplaşması…
Konu başlıkları ayrışıyor: Kıbrıs sorunu
karşısında gündelik yaşam sorunları…
Konuların gündeme geliş biçimi ayrışıyor:
Geleneksel medyada yer bulma çabası ve ricacılığı karşısında, gündeme sosyal
medya aracılığı ile teklifsiz dalma…
Konuların savunuluş biçimi ayrışıyor: Akademik
vicdani sızlanmalar karşısında eylemli hak mücadeleleri…
Sanki iki farklı dünya, iki farklı araç, iki
farklı hedef kendini görünür kılıyor…
İki farklı tarz-ı siyaset giderek
belirginleşiyor…
***
Ülkemiz solu içerisinde yaygın olan ve 1970’li
yılların mirası olarak bünyemize nüfuz etmiş “sorunların anası” felsefesi,
karşılığını hep Kıbrıs sorununda buldu…
Kim, nerede, nasıl bir sorun tespiti yapsa;
hangi konuda ciddi bir çaba içine girme gereği hasıl olsa; “Kıbrıs sorunu
çözülmeden bunlar çözülmez”, “Çözüm olmadan olmaz”, “önce barış olması lazım”
şeklinde başlayan cümleler kuruldu…
Eğitim, sağlık, ekoloji, toplumsal cinsiyet
farketmeksizin, her konunun Kıbrıs sorunu çözülmeden ilgilenilemeyecek, ilgilenilse
de çözülemeyecek bir boyutu bulundu, dillendirildi.
İş öyle bir raddeye vardı ki; ekoloji,
toplumsal cinsiyet, gençlik, hayvan hakları, sendikal mücadele vb. onlarca
alanda faaliyet yürüten örgütlerin varlığına rağmen 2001-2003 sürecinde bu örgütlerden
hiçbiri kendi alanları ile referendum süreci arasındaki bağa dair tek bir söz
edemedi.
Ekoloji aktivistleri de sendikacılar da
televizyonlara çıkıp uluslararası hukuktan bahsettiler, ama gündemdeki çözüm
planını kendi alanları açısından olumlu-olumsuz yönleri ile konuşacak bir şey
bulamadılar.
Zaten bulamazlardı da, çünkü yoktu!
“Bu sorunların anası olan Kıbrıs sorunu
çözülmeden” bu sorunlar çözülemezdi!
***
Geleneksel medya, geleneksel siyaset ve
geleneksel siyasete öykünen yeni yetme siyasetçikler için bu durum hala
böyleyken; dipten gelen bir akıntı giderek daha belirgin hale gelmekte…
Kitleler giderek yoksullaşıyor…
Emeklilik yaşının artması, kamuda Göç Yasası
sonrası maaşların gerilemesi, bunun özel sektöre misliyle yansıması, birçok
işletmede maaşların çok geç ödenmesi veya aylarca ödenmemesi, özel sektörde
sendikasız çalışmadan kaynaklı sıkıntıların dağ gibi birikmesi, asgari ücretin
yerinde sayması, ölümlü iş kazalarının durdurulamaz bir yükseliş içerisinde
olması gibi reel sorunlar; “çözümden sonra” “barışla birlikte” gibi kalbe
karanfil ruhu gibi damlayan avuntular tarafından yatıştırılamıyor…
Yoksullaşan kitleler, paralı hale gelen eğitim
ve sağlık, denize ayak bastı parası gibi meselelerde yaşadıkları sıkıntıları
öfke olarak biriktiriyorlar…
Ve kültürel kimliğimize yönelik Koordinasyon
Ofisi benzeri saldırılar karşısında; Reddediyoruz benzeri öfke patlamaları ile
mesajlar vermeye çalışıyorlar…
Tablo çok açık: Ana akım siyasetin gözde
konusu “ahlak, hukuk ve barış” temalı soyut idealizmin ana kaynağı Kıbrıs
sorunu, dipten ve derinden gelen bir sarsıntı ile yerinden oluyor…
Medyanın ışıklı spotları altında değil, çoğu
zaman bireysel yalıtılmışlığın çaresiz yalnızlığında gelişip büyüyen; ama şimdi
kendisi gibi olan diğerleri ile buluştukça hem statükoyu hem de sol statükoyu
tehdit eden bir cüretkarlık kazanmakta olan bu sarsıntının kısa bir adı var:
Sınıf Mücadelesi…
***
Tarihin her döneminde, gerçek insanların
gerçek sorunlarına bu isim verildi…
Bugünün sorunlarını yarına havale edenler ile,
günceli kavramadan soyut bir geçmişi düzeltmeye çalışanlar için; çıplak bir
çıkarcılığı, kaba bir hoyratlığı, nezih varoluşların kibar yaşamlarına hoyratca
dalıp hakkını talep eden bir öfkeyi temsil etti…
Evet pek sempatik değildi…
Ama iş cinayetinde ölmek, maaşını alamadan
angarya çalıştırılmak, paran yok diye hastane kapısında kalmak, yoksulsun diye
çocuğunu okutamamak, mezara kadar çalışmak veya gencecik yaşında işsiz kalmak
da pek sempatik bir şey değil…
Bu yüzden mesele sempati meselesi değil…
***
Gelelim Kıbrıs sorununa…
Bugüne kadar tüm sorunlarımızı çözecek olanın,
Kıbrıs sorununun çözümü olduğu söylendi… Ya tam tersi ise; gerçek sorunlarımızı
masaya yatırmadan ve onlara dair bir politika geliştirmeden, Kıbrıs sorununu
çözmek mümkün değilse?
Kökten ve sarsılmaz bir CTP’li olan babam,
“hele bu Kıbrıs meselesi hallolsun, sınıf mücadelesini başlatacayık” derdi hep.
Tarih hızla ilerlerken, sınıf mücadelesi “Kıbrıs meselesi”nin hallolmasını
beklemeyecek gibi görünüyor.
Gerçek yaşam, bugün yaşayan somut insanların
sorunlarını gündemimize almamız için tiz bir çığlık atıyor…
Rebiya Kadeer ile Rauf Denktaş arasında en ufak bir benzerlik yoktur. Aksini iddia eden Proleter Devrimci Aydınlık ve Bilim&Ütopya dergisi öğretisine göre Şupilliluma, Hector ve Mustafa Kemal'e ihanet etmiş sayılır. Hamurrabi yasaları uyarınca kazığa oturtulması gerekir.
YanıtlaSil